Quantcast
Channel: Özgün – denizlihaber.com
Viewing all 548 articles
Browse latest View live

GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ…

$
0
0

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-14-10-2015-h

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-14-10-2015-h

Denizli’ye meslekleri ve yatırımları ile hizmet eden dostların yıllar öncesine ait fotoğraflarıyla nostaljiye devam ediyoruz. İşte bu haftanın fotoğraf kareleri…

ic-10

PİSTTE DE BAŞARILI
Mesleki çalışmaları nedeniyle sık sık il dışına seyahatlere çıkmak zorunda kalan Denizli Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası Başkanı Necdet Yılmaz, yoğun tempoya rağmen ailesine de zaman ayırmaya özen gösterir. İşte böyle anlardan birisi… Eşi Figen Hanım ile birlikte dans ederken objektifimize yakalanan Necdet Bey, pistte de mesleği kadar usta olduğunu gösterdi.

ic-12
ATİLLA SEZENER SÖYLEŞİDE
Denizli hukuk camiasının duayenlerinden Avukat Atilla Sezener (ayakta), bilgi birikimini köşe yazıları, yazdığı kitaplar ve söyleşilerle paylaşmaktan keyif alır. Denizli Rotary Kulübü yöneticilerinin söyleşi davetini kırmayan Sezener, konuşma yaparken Prof.Dr. Mehmet Atılgan (sol başta), Yüksel Bağbaşlıoğlu (ortada) ve Mehmet Ali Bayraktar (sağ başta), kendisini can kulağıyla dinliyorlar.

gecmis-zaman-olur-ki-yeni-haber-arasi

ic-16
GÜLÜNCE GÖZLERİNİN İÇİ GÜLÜYOR
Doktor Metin Vural ve eşi Beyhan Hanım’a ait bu fotoğrafın alt yazısını yazarken; bestesi İrfan Özbakır’a, güftesi Ülkü Aker’e ait hicaz makamındaki şarkı sözünü bilerek kullandık. Çünkü Metin Bey, hekim olsa da şiir ve besteyle çok yakından ilgilidir. Güfte yarışmalarında dereceleri olan, yayınlanmış şiir kitapları bulunan, fotoğrafçılığını da hızla geliştiren Metin Bey’e başarılar ve eşiyle birlikte sağlıklı uzun yıllar diliyoruz.

ic-17

PLAKETLERİNİ ALDILAR
Türkiye’ye örnek olan Denizli Görme Engelliler Okulu’nun yapımında hayırseverlerin destek ve katkıları da yadsınamaz. Milli Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam, merhum Abdülgaffar Nemutlu’nun sunuculuğunu yaptığı törende, eğitim kurumunun yapımı için bağışta bulunan Ali Abalıoğlu, Abdülkadir Uslu, İlter Panayır’a plaketlerini verirken.

ic-18

GEÇMİŞTEN BİR ENSTANTANE
Bu fotoğraf karesi 1980’li yıllardan. Yer Çatalçeşme Oda Tiyatrosu. Kürsüde konuşmacı; onu can kulağıyla dinleyenler ise Mimar Zeki Kaplan, Avukat Ergül Akyol, Dr. Mustafa Zeytindalı, İnşaat Mühendisi Mehmet Acar, dönemin Denizli Belediye Başkanı Ali Marım, Avukat Behçet Çomakoğlu ve İnşaat Mühendisi Salih Basmacı…


ŞEHRİN MİMARLARI-2

$
0
0

denizli-seval-uysal-isin-asli-m

Bu şehirde sırasıyla;

Feridun Alpat, Cengiz Bektaş, Hasan Gönüllü ve Ziya Tıkıroğlu’nun izlerine rastlamak mümkün. 1960 ile 90 yıllarını kapsayan bu izler bir dönemi yansıtırken, bir şehrin dönüşümüne de tanıklık eder. Bu dönüşümde Gönüllü ve Tıkıroğlu’nun direkt, Alpat ve Bektaş’ın dolaylı etkisi vardır.

Nasıl mı?

Anlatalım efendim…

Feridun Alpat
1931 doğumlu. Mesleğe 1956 yılında başladı. Turhan Bahadır (1950-60) döneminde belediye fen işleri müdürlüğü ve 20 yıl Sanayi Odası başkanlığı yaptı.

Cengiz Bektaş:
1934 Denizli doğumlu. Mimar. Mesleğe başlama yılı 1959- Mimarlar Odası’nın (İst.) 1909 no’lu üyesi. 70-80 yılları arasında Denizli’de birçok projeye imza attı. (1999-2003) Belediye Başkanı Ali Aygören’in danışmanlığını yaptı.

Ziya Tıkıroğlu:
1935 Denizli doğumlu. Mimar. Mesleğe başlama yılı 1959- Mimarlar Odası’nın 2 no’lu üyesi. (1958-60) Ferit Ali Küçüka döneminde belediye fen işleri müdürlüğü ve (84-89) yılları arasında ANAP’tan belediye başkanlığı yaptı.

Hasan Gönüllü:
1938 Denizli doğumlu. Mimarlığa başlama yılı 1960- Mimarlar Odası’nın 4 no’lu üyesi. (73-80) yılları arasında CHP’den belediye başkanlığı yaptı.

Şimdi detaylara girebiliriz:

feridun-alpat-ic

FERİDUN ALPAT “SANAYİNİN MİMARI”
Denizli’nin ilk mimarı. Kendi deyimiyle 1949’da “mimarlığın ne olduğunu bilmeden, mimarlık okumaya gitmiş” Denizli’ye dönüşü 1952. Demokrat Parti tek başına iktidarda, en hızlı yılları. Okuldaki sıra arkadaşları Taksim’de oturan Ermeni ve Rumlar, mimari de apartman tipini biliyorlar. O ise, tuvaletleri bahçe içinde olan evlerden başka bir şey görmemiş.

Feridun Alpat geri dönüş hikayesini; “Memleketim benden hizmet istedi, ben de geldim” diye anlatır. Denizli’nin ilk mimarı olmanın avantajını da, dezavantajını da yaşamış! Avantajı tek mimar, dezavantajı ise mimarlığın ne olduğu bilinmiyor.

O da; Turhan Bahadır’ın çağrısı üzerine belediyeye girmiş. Belediye’nin imar ve fen işleri müdürlüğünü yapmış. Kendisinden sonra gelecek mimarlara bir kapı açmış.

O zamanlar Denizli’ye şehir demeye bin şahit ister. Atatürk’ün sözleriyle büyükçe bir köy!

Alpat’ta farklı düşünmüyor, şöyle anlatıyor: “Çok eski bir şehir bir iki küçük yolu var. 3-4 tane ilkokul, bir lise, biraz askeri tesis, bütün esnaf tüccar Kaleiçi’nde 25 bin nüfusu vardı. Atatürk’ün sözleriyle büyükçe bir köy! Bütün evler kerpiçten yapılmış birer ikişer katlı bahçe içinde. 120 tane çıkmak sokak vardı. Sokağa girerdiniz, kapı duvar olur, geri dönerdiniz. “

O da; bütün çıkmaz sokakları açmış. Tam tamına 120 tane.

“O zaman plan diye bir şey yok!” “Eski yazılı kadastro paftaları üzerine biri kırmızı çini mürekkebiyle yollar çizmiş hepsi bu!”

feridun-alpat-ic-2

İşte O plana göre;

İlk olarak Hastane Caddesi’ni, Sonra Saltak ve İstasyon Caddesi’ni açarlar.

Sonrası mı?

1959’da 1. Sanayi Sitesini

1971’de 2. Sanayi Sitesini

1975- Özel İdare İşhanı yapar.

1975’te başladığı Organize Sanayi Bölgesi’ni de 80 sonrasında tamamlayıp teslim eder.

Bütün enerjisini sanayileşmeye ayırdığı için ona “Sanayinin Mimari” derler.

Mimar- Prof. Dr. Necati İnceoğlu’nun mimarları da hedef alan “Şehirleri bu hale getirenler biraz da bizleriz, kabahati kendimizde aramamız lazım” sözlerine hak verse de, savunması şöyledir: “Hoca Kabahatin bir bölümü demiş, tamamı değil! Mimarlık resim gibi, müzik gibi değil. Birinde bir tuval, diğerinde bir kağıt sanat icra edilir. Ama mimarlıkta arsa ve vatandaşın arzusu öne çıkar. Bize düşen de vatandaşın arzusunu daha iyiye yöneltmektir. Mimar bunu yapabildiği ölçüde başarılıdır”
*************************************************
cengiz-baktas-icCENGİZ BEKTAŞ “ŞİİR’İN MİMARI”
Cengiz Bektaş’ın mimarlıkla ilgisi 10 yaşında babasının oteline gelen bir mimarla tanışması ile başlar. Otele gelen müşteri Alsancak Camii’nin (İzmir) mimarıdır. Caminin fotoğrafını gösterir ve Cengiz Bektaş’a “ Hayal ettim, tasarladım, yaptım” der. Tasarlamak ve yapmak fikrinin büyüsüne kapılan Bektaş mimar olmayı kafasına koyar. Önce Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ne gider sonra da Almanya’da mimarlık eğitimleri alır.
Alpat’ın aksine 10 yaşında ayrıldığı Denizli’ye geri dönmeyi düşünmez. “Boğulacaksan, büyük denizde boğulur” der ve aklının bir kenarında Denizli olsa da önce Ankara’da, sonra da İstanbul’da çalışmaya başlar. Mimarideki tarzını İşlevsellik, İçten dışa çözüm olarak adlandırır. Mimarinin yanı sıra yazmaya tutkuludur. İlk yazıları Denizli gazetelerinde yayınlanır. Öğrenciyken başladığı yazılarına hiç ara vermez. Şiir, edebiyat ve mimarlık yan yana yürür. Şiirleri 16 dile çevrilir, 92 kitaba imza atar. Ağa Han Mimarlık olmak üzere çok sayıda ulusal mimarlık ödüllerini alır.

cengiz-bektaş-bankasi-icDenizli’de yaptıklarına gelince; ilk eseri babası adına yaptığı bir okuldur, sonrası gelir.
1969-Halil Bektaş Okulu
1970-Kuyumcu Oteli
1972-DEBA
1973-Merkez Bankası
1973-Babadağlılar Çarşısı
1974-GİPSAN
1975-Esat Sivri Evi
1975-Kuyumcular Çarşısı –Kaleiçi-
DENTEKS
AZİM CİVATA
KASAPOĞLU Apartmanı
1982-ERBAKIR
1992-Pişkin Otel
1996-MESA
2000-Meserret Sokak
2009-PAÜ Kınıklı Kampusu yürüyüş yolları Cengiz Bektaş’ın imzasını taşır.

1969’dan 2009’a şehirle ilişkisi kesilmez. 40 yıl boyunca kimi iş hanı yapar, kimi banka, kimi villa! 1975’te Bayramyeri Kuyumcular Çarşısı, 1978 yılında Denizli Belediye Sarayı proje yarışmasında jüri üyesi olur. 1999 yılında DYP’li Belediye Başkanı Ali Aygören’in danışmanlığına gelir. 2001 yılında şimdi önünden bile geçmeyi istemediği, “Çok barbarca şeyler yapıldı” dediği Meserret Sokak projesini hazırlar. Belediye danışmanıdır ama belediyenin yaptıklarından habersizdir. Palmiyelerin kesilme girişimi, Ulu Camii’nin yıkılması onun danışmanlığı sırasında olur.

Danışmanlıktan ayrılır.

2009 yılında PAÜ kampus içi düzenleme projesini yapar.
Aklının bir yanında çocukluğunun Denizli’si, içinden arıklar geçen bahçeli evler ve komşuluk ilişkileri vardır. Bugünkü Denizli ona göre kişiliksizdir. “Bu şehri bu hale getiren kapitalizmidir” der.

Kendi payına gelince; “en az günaha girenlerden biri” olduğunu düşünür. “Çünkü” der: “ Ben buraya geldiğim zaman 2 bin liraya projeye yapılıyordu. 2 bin liraya proje yapılmaz. Burada bilmem ne yasası çıkacak diye mimar bir günde 500 paftayı imzaladı. Bu nedir bir günde 500 projeyi bitirebilir misiniz? “

**************************************************

ziya-tikiroglu-icZİYA TIKIROĞLU “AMATÖR TİYATROLARIN MİMARI”
Ziya Tıkıroğlu Mimarlar Odası’nın 2 No’lu mimarı. 1935 yılında Denizli’de doğdu. 1952’de İnşaat mühendisi olmak için girdiği Yıldız Teknik Üniversitesi’nde hocasının ısrarıyla mimarlık bölümüne geçti. Başta tereddüt ettiği mimarlık mesleğini sonradan çok sevdi. Stajını para istememek şartıyla Feridun Alpat’ın yanında Denizli Belediyesi’nde yaptı. İlk işi Yağ Hali’nin üzerindeki bir düğün salonuydu. 1957 yılında okuldan mezun oldu, işsiz kalınca Denizli Belediyesi’nden gelen teklifi kendi deyimiyle “koşarak” kabul etti. Bir yıl sonra da belediyenin fen işleri müdürü oldu, iki yıl süren belediyecilik macerasında “Adnan Menderes’e brifing de verdi, Denizli’de İlk planlamanın (1965 planına) zeminini de yarattı.

1967’de Dartar apartmanın yapar. 1970’de eşiyle birlikte çıktığı Avrupa gezisinde Avusturya’daki banliyö evleriyle tanıştıktan sonra “En büyük projem” dediği Bağbaşı’nda Zümrüt Evler projesini hayata geçirir. Proje sırasında öyle tatsızlıklarla karşılaşır ki, bir daha müteahhitlik yapmayı düşünmek bile istemez.
1982’de iki yıl Ticaret Odası Başkanlığı yapar. 1984’de ANAP’tan Belediye Başkanı olur. Askeri darbenin arkasından gelen tek parti iktidarının belediye başkanıdır.

Neler yaptığına gelince;
1984 imar planı

Delikliçınar düzenleme,

Lise Caddesi genişletme

İstasyon Caddesi’ni genişletme

Çatalçeşme Parkı düzenlemesi (nikah salonu ve oda tiyatrosu, Ressam Çallı evi)

Atatürk Parkı yenileme

Çaybaşı Caddesi’nin açılması

Hacı Baki evinin koruma altına alınması

Yenişehir toplu konut bölgesini açılması

Üçgen Çarşısı

Çamlık Açıkhava Tiyatrosu’nu sayabiliriz.

tiyatro

Sanata ve sanatçıya düşkünlüğü ile bilinen Tıkıroğlu, Türkiye’de bir ilk olan Uluslararası Amatör Tiyatrolar Festivali’ni başlatan belediye başkanıdır.

Yıllar sonra kaleme aldığı anılarında eski Denizli’yi özlemle anan Tıkıroğlu, yıkılan eski Denizli evlerinden, kilit taşı döşeli yollardan söz eder. Meserret, halkevi, vali konağı gibi tarihi dokusu bulunan binaların yıkılmasına karşı öfke duyar. Denizli’deki eski dokunun el birliğiyle yok edildiğini söylerken de adeta bir özeleştiri yapar.
*********************************************
hasan-gönüllü-icHASAN GÖNÜLLÜ “CADDELERİN MİMARI”
Hasan Gönüllü, 1938 Denizli doğumlu. İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi’nin sınavlarını kazanmış kaydını yaptırmışken, son anda fikrini değiştirip mimarlık okumaya karar verdi. Mimarlıkla mühendisliğinin ayırt edilemediği o günlerde İstanbul Teknik Üniversitesi mimarlık bölümünü bitirdi. Mimar olduktan sonra vatandaşa mimarlığı anlatmak derdine düştü.“ Mimarlık konusunda kimse bir şey bilmiyordu, vatandaş da bilmiyordu. Okulu bitirdikten sonra Denizli’de 8-10 sene mimarlığın ne olduğunu anlatmaya çalıştım. İnşaat mühendisliği ile karıştırıyorlardı.” Diye anlatır.

Mesleğe ilk adımını 1960 yılında Fethiye’de attı. 1957’de meydana gelen depremden evleri yıkılanlar için yapılan evlerin kontrolörlüğünü yaptı. Denizli’ye 1963’te döndü. Bir yıl sonra da belediyede işe başladı. Fen ve imar işleri müdürlüğü görevi çok sürmedi. Belediye Başkanı Mehmet

Candoğan’la aralarında “fikri anlaşmazlık çıktı” 6 ay sonra istifa edip ayrıldı. Serbest çalışmaya başladı. Denizli’de o sıralar apartman furyası yeni başlamıştı. Konut projelerine yöneldi. Müteahhitlik yapmaya başladı. O sıralar Denizli’deki “3 yap- satçı müteahhitten biriydi” Kaleiçi’ndeki Pazar yeri kaba inşaatı, Özel İdare İşhanı, Çal lisesi, Böceli kanalizasyonu, Gönüllü Apartmanı yaptığı işlerden bazıları.

1973 yılında siyasete atıldı ve CHP’den belediye başkanı seçildi. 5 yıl belediye başkanlığı yaptı, 77’de yeniden seçimlere girdi ve kazandı. Ancak İkinci dönem bitmeden, 80 darbesi oldu, görevden alındı. Gönüllü deyince ilk akla 42. Madde ve açtığı caddeler gelir. Aynı zamanda en çok tepki alan belediye başkanıdır. 42. Madde uygulamaları sırasında Tehdit edilmekten, arabasının lastiklerinin kesilmesine karşı bir dizi güç gösteriyle karşılaşır. Bildiğinden vazgeçmez tam 18 cadde açar.

hasan-gönüllü-ic-1

Diğer yaptıklarına gelince;

Su ve elektrik şebekesinin yenilenmesi

İlk kez onun döneminde 18 madde (42. Madde) uygulaması başladı. 5 binin üzerinden arsa imarlandı.

250 kilometre ara sokak kamulaştırıldı.

Sinyalizasyonu başlattı

Açık pazar uygulaması -Çarşamba, karaman pazarları

Belediye bayram yeri İşhanı

Belediye İşhanı (mevcut belediye)

OSB

EGS fuar alanı

İncilipınar inşaatını sayabiliriz.

Hasan Gönüllü yaptıklarının yanında yapamadıkları içinde hesap verir. Bunların başında Çaybaşı Caddesi gelir.

“Keşke” der “Keşke Çaybaşı mahallesi tarihi SİT alanı olsaydı, tarihi bir doku olarak bugüne kalırdı. Çaybaşı caddesi benim zamanımda açılmadı, ben onu 18. Madde dışında tutmuştum. Orayı tarihi eser, tarihi SİT olarak ayırmıştım ama müracaatta geç kaldım. İhtilal oldu. Benden sonra Ziya Tıkıroğlu o caddeyi şimdiki haliyle açtı. Halbuki arkada boş alanlar vardı, plan tadilatları yapılabilirdi. Onu yapamadığım için üzülüyorum. Bir de tarihi binaları koruyamadık. Tarihi binalar korunabilirdi. Meserret binası, halkevi binası, eski hastane, o zamanlar çok sayıda Denizli evleri vardı. ama o zamanlar koruma bilinci yoktu, belediyenin parasal olarak istimlak edip koruma gücü de zaten yoktu.”

Son olarak adı Caddelerin Mimarı’na çıkan Hasan Gönüllü’nün Mimarlar Odası’ndan kaydını sildirdiğini eklemeyim. Hiç inandırıcı olmasa da bunun nedenini “artık mesleği yapmıyorum boş yere kaydım olmasın” sözleriyle açıklıyor!

Çorap Kralı’nın zor günleri

$
0
0

denizli-kahve-sohbetleri-engin-unal-recep-kayaalp-corap-kralinin-zor-gunleri-h

denizli-kahve-sohbetleri-engin-unal-recep-kayaalp-corap-kralinin-zor-gunleri-h

Kafkaslar’dan göçle Erzurum’a gelen Ahıska Türklerinden Recep Kayaalp. Öyle bir hayatı var ki, hani “anlatsam roman olur” derler ya, o türden. 1961 Erzurum – Hınıs doğumlu. İlk ve ortaokulu burada okumuş. 1978’de Almanya’da işçi olarak çalışan ailesinin yanına gitmiş. Tek kelime Almanca bilmediğinden üç ayda pes edip Ankara’daki amcalarının yanına dönen Kayaalp, yaşadıklarına hırslanıp bu kez başarma kararlılığıyla ikinci kez Almanya macerasına atılmış.

Almanca öğrenmek için kurslara, o ülkeye adapte olabilmek için uyum kurslarına giden Kayaalp, bir yılın sonunda otomotiv sektöründe çalışan babasının yanında çalışmaya başlar. Bu 1991 yılına kadar devam eder. Turgut Özal’ın ihracatı artırmaya yönelik söylemlerinden yola çıkıp, Alp Text Strumpf isimli şirketini kurar. Türkiye’den çorap alıp Almanya’da satan, İtalyan ve Portekizlilere bile üretim yaptıran Kayaalp’in unvanı artık Çorap Kralı’dır.

 Sıfırdan zirveye yükselen Erzurumlu Recep Kayaalp’in sonunu hazırlayan ise bir çektir. Şirketine ait olan ve kendi anlatımıyla bir çalışana verilen çeke; iki çizgi çeki iptal eder. İşte bu iptal de çöküşe giden yolun başlangıcıdır.

denizli-kahve-sohbetleri-engin-unal-recep-kayaalp-corap-kralinin-zor-gunleri-ic-6

İLK DENEMESİNDE 3 AYDA PES ETTİ
Tek kelime Almanca bilmeden Almanya’ya gitmek, sıkıntı çekmediniz mi, neler yaşadınız?

Hayli sıkıntı çektim ve ilk üç ayın sonunda Türkiye’ye geri döndüm. Bir süre Ankara’da oturan amcalarının yanında kaldım. Sonra kararımı verip tekrar ailemin yanına gittim. Bu defa başarmak için kararlıydım. Almanca kurslarına, yabancılara yönelik eğitim veren “uyum okulu”na gittim. Bir yıl sürdü bu eğitim. Almanca öğrendikten, yavaş yavaş çevreyi tanıdıktan sonra otomotiv sektöründe çalışan babamın yanında işe başladım. 1991 yılına kadar da birlikte çalıştık.

denizli-kahve-sohbetleri-engin-unal-recep-kayaalp-corap-kralinin-zor-gunleri-ic-7

OTOMOTİVDEN TEKSTİL SEKTÖRÜNE GEÇİŞ
Babanızın yanında çırak olarak başladığınız otomotiv sektöründen çıkıp yabancısı olduğunuz bir sektöre, tekstile geçtiniz. Zor olmadı mı?

Rahmetli Özal bir ihracat hamlesi başlatmıştı. Sürekli ihracattan söz ediyordu. Ben de nacizane ülkem adına bir şeyler yapabileceğim inancıyla Türkiye ile Almanya arasında mekik dokumaya başladım. Avantajım vardı… Neydi o? Tekstilde parlamaya başlayan Denizli’yi tanıyordum. Bu da şöyle oldu: Amcalarım ve dayılarım Denizli’de yaşıyordu. Onları ziyarete geldiğimde görme fırsatım oluyordu sektörü. En dikkat çeken de üretimin hala ahşap makinelere dayalı yapılmasıydı.

Almanya’da ise tekstil sektörü makine parkını yenilemeye gidiyordu. Boşa çıkan makinelere pazar aranırken, kafamda bunları Türkiye’ye pazarlayabileceğim fikri oluştu, araştırmaya girdim. Bir fax makinesi aldım, bir ofis oluşturdum. Rehberleri inceleyip tekstil firmalarını bulmaya başladım. Elimde dokuma, örgü makineleri olduğunu anlatıyor, ikinci el makineye ihtiyaç duyup duymadıklarını soruyordum. 1991’den itibaren ikinci el tekstil makinelerinin pazarlamasına başlamış oldum.

1993 yılında elime bir çorap makinesi geçti. Bunu gördüğümde kafamda hemen proje oluştu. Onları aldım ve kendim çalıştırmak üzere Türkiye’ye getirdim. 23 makineyi kapanan bir şirketten alıp Denizli’ye transfer ettim. Bedelsiz (gümrüksüz) ithal hakkı vardı, ondan yararlandım getirirken.

Makineleri şu anda bulunduğumuz binaya kurdum. Tamam, makine var ama nasıl üretim yapacağım? Çorap nasıl üretilir bilmiyordum. İşi öğrenmek için İstanbul’da çeşitli firmaları ziyaret ettim, onlardan numuneler aldım. Bunları Almanya’ya götürüp tanıttım ve kısa süre içinde siparişler almaya başladım. Çok kısa sürede Almanya’da çorap sektöründe dev bir şirketim oldu. Almanya’da üç katlı 3’er bin metrekarelik depolarım vardı. Buradan mağazalar zincirine milyonlarca çorap ile Denizli’de üretilen tekstil ürünlerini pazarlamayı gerçekleştirdim.

denizli-kahve-sohbetleri-engin-unal-recep-kayaalp-corap-kralinin-zor-gunleri-ic-9

ÇORAP KRALI UNVANIYLA GAZETE MANŞETLERİNE ÇIKTI
Siz çorap üretmiyorsunuz ama Türkiye’den götürüp Almanya’da pazarlıyorsunuz. Faaliyetiniz aracı firma olarak başladı öyle mi?

Evet, başlangıçta üretim yapmadım. Sadece pazarlama vardı. Üretim işi öğrenince başladı. Bu da 1995’te başladı. Kendi ürettiğimi Almanya’daki Alp Text Strumpf isimli firmam aracılığıyla satıyordum.

Almanya’da “Çorap Kralı” unvanını o yıllarda mı aldınız?
1997 yılıydı… Alman firmaların çorap için Türkiye’ye gelmelerine gerek kalmamıştı. Benden tedarik ediyorlardı çorap ihtiyaçlarını. Onlar sipariş veriyor, ben ürettiriyordum. Ayrıca kendim de üretiyordum. 23 makineye ilaveler yaptım. Yaklaşık 70 makinem olmuştu. Almanya’ya 1997 yılında 15 milyon çift çorap satmıştım. Bu Alman Maliyesi’nin kayıtlarında var. Ayrıca İtalya ve Portekiz ile de çalışıyordum.

Almanya’da işini iyi, Almanya’nın Çorap Kralısınız. Ne diye Türkiye’ye geldiniz?
İşlerimiz çok iyiydi. Üretimimizin yanı sıra Organize Sanayi Bölgesi’ne de çok siparişlerimiz oluyordu. İçinde bulunduğumuz binada 2000 yılına kadar üretim yaptım.

denizli-kahve-sohbetleri-engin-unal-recep-kayaalp-corap-kralinin-zor-gunleri-ic-1
ÇEK CEZASI SONUN BAŞLANGICI OLDU
İşleriniz bu kadar iyi gidiyor. Almanya’da çorap sektöründe yükseliyorsunuz. Ne oldu da zor durumda kaldınız?

2000 yılında bütün düzenimi bir çek bozdu. Hakkımda dava açıldı ve verilen 2 yıl 4 ay hapis cezası Yargıtay’da onaylandı. Bu ceza paraya çevrilmedi. Ceza alınca hapse girmemek için Türkiye’ye gelmedim. Buradan uzak kalınca işleri takip edemedim. Emanet ettiklerim işi sürdüremediler ve burayı kapatmak zorunda kaldım. Kabuğuna sığmayan bir kişiyken bir anda iş hayatım kilitlenip kaldı. Yaşadığım psikolojik sorunlar nedeniyle 2001’de oradaki işimi de kaybettim.

Yıl 2001’de işi bıraktınız, yıl 2015… Geride kalan 14 yılda ne yaptınız?
Bir şeyler yapmaya çalıştım. Aldım, sattım. Çeşitli firmalara aracılık yaptım. Fuarlara gittim. Duran sistemi ayağa kaldırmaya çalıştım. Fakat kaçan ipin ucunu tekrar yakalayamadım.

denizli-kahve-sohbetleri-engin-unal-recep-kayaalp-corap-kralinin-zor-gunleri-ic-8

KÜÇÜK BİR DOKUNUŞ YETECEK
Çorap sektörüne biliyorsunuz. Yeniden ayağa kalkmak için ne gerekiyor. Tesis var, makine, işi bilen birisi var; Çorap Kralı’nın yeniden ayağa kalkabilmesi için ihtiyaç duyduğu şey ne?

Ekonomi Bakanı Sayın nihat Zeybekci’ye durumu anlattım. Üç yıl önce de söz almıştım yardım konusunda. Nurcan (Dalbudak) Hanım milletvekiliyken Belediye Başkanımız Osman Zolan Bey ile buraya gelip gezdiler. Eksiklerimi biliyorlar, giderileceğinin sözünü verdiler.  Ben kendilerine yardımcı olunması durumunda sistemin hazır olduğunu, kısa sürede 70-80 kişinin istihdam edilebileceğini ifade ettim. Ama hep notlar alındı, öyle kaldı.

Anladım, bir beklenti içine girmişsiniz, fakat gerçekleşmemiş. Ben şunu öğrenmek istiyorum… Nasıl bir dokunuş olmalı ki Recep Kayaalp yeniden ayağa kalksın?

Aslında çok bir şey kalmadı. Kendi çabalarımla birçok şeyi başardım. Bürokratik engelleri aşabilsem… Mesela KOSGEB… Destek başvurusu yaptım. Kredi alabilmek için borcunuz olmayacak, çiziğiniz olmayacak falan. Üç defa borçları sıfırladım. Tam sunum anında bir eksik oluyor, sil baştan. Ya da ayrılan bütçe bitti, bir sonrakini bekleyin gibi laflar…

Benim elimde makineler var. Her biri 8-10 bin avro. Üretim kapasitesine sahibim. Bu tesis Almanya’da olsaydı devlet üretmeden durmasına izin vermezdi. Müracaat edersiniz ya devletin görevlisi çalışmadığını görür, size “neden çalışmıyorsunuz?” diye sorulurdu ya da neden zarar ettiği araştırılır, bunları gidermek için bir liste hazırlanıp uygulamanız istenirdi. Böylece atıl durumdan kurtulup istihdama yöneltilirdi.

denizli-kahve-sohbetleri-engin-unal-recep-kayaalp-corap-kralinin-zor-gunleri-ic-3

Ben yine aynı şeyi soracağım. Makine var, işyeri hazır. Peki nedir yeniden faaliyete geçmenizi sağlayacak cansuyu miktarı onu söyler misiniz?

Gülünç olacak ama bazıların çerez parası gördüğü bir miktar… 100 bin liraya ihtiyacım var. Bu destek bana sağlansın söz veriyorum hemen üretiml startını vereceğim ve üç ay için 80 kişiye istihdam yaratacağım burada.

Benim eksiklerim ne? Binanın elektrik tesisatı, panosu. AYDEM yenilememi istiyor. Birikmiş elektrik borcu oluştu. Zamanında taksitlendirilmişti ama ödeyemeyince sıkıntı çıktı. Bir de üretim için sıcak paraya ihtiyaç var. İpliğim tamam ama likra, lastik gibi hammadeye ihtiyaç duyuyorum.

denizli-kahve-sohbetleri-engin-unal-recep-kayaalp-corap-kralinin-zor-gunleri-ic-5

-----------------------------------------------------------------------------

1962 Erzurum Hınıs’da dünyaya geldi. İlk ve ortaokulu burada okudu. 1978 yılında Almanya’da işçi olarak çalışan ailesinin yanına gitti. Hayli zorlandı ve ilk üç ayın sonunda Türkiye’ye geri döndü. Bir süre amcalarının yanında kaldıktan sonra tekrar ailesinin yanına gitti. Almanca kurslarına, yabancılara yönelik eğitim veren “uyum okulu”na gitti. Bir yıl sürdü bu eğitim. İş hayatı Almanların ünlü otomobil markalarının satıldığı şirkette çalışan babasının yanında başladı. 1991 yılına kadar da birlikte çalıştılar. Sonra kendisi ayrıldı. Tam bir Özal hayranı… Tekstil sektörüne girmesine de o yıllarda uygulanan politikaların etken olduğunu söylüyor.

 

 

 

 

 

 

GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ…

$
0
0

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-21102015-h

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-21102015-h

Geçmiş zamanda kalan fotoğraf kareleriyle düne dair kırıntıları, anıları sizlerle paylaşmayı bu hafta da sürdürüyoruz.

foto-1

DAVULDA ESAT BEY, GEÇİT RESMİNDE SADIK BEY
“Hey gidi günler hey” dedik, bu fotoğraf karesi elimize geçtiğinde. Denizli iş dünyasının duayeni ve renkli iki siması bir arada olunca, oradaki davetliler “gülümseten muzipliklik ne zaman olacak” beklentisine giriyor. Esat Sivri ve Sadık Çaputçu da bu beklentiyi boşa çıkarmıyor. İşte o anlardan birisi. Fotoğraf 1987’den… Esat Bey, davulu kaptığı gibi tek kişilik bando görevini üstlendi. E Sadık Bey’e de geçit resmini tamamlamak kaldı.

foto-2

HALUK MÜFTÜLER’İ YAD EDERKEN
Yaklaşık iki yıl önce vefat eden Haluk Abi’yi (Müftüler) analım istedik. Yıl 1985… O dönem Denizli Ticaret Odası Başkanı olan Müftüler, bir davette madencilik sektöründe faaliyet gösteren Ulvi Bayram ile sohbet ederken.

gecmis-zaman-olur-ki-yeni-haber-arasi

foto-3

SAKIP AĞA DENİZLİ’DE
Mesajları, nükteleri, tavırları ile Türk iş dünyasının unutulmayan isimlerinden Sakıp Sabancı, fırsat buldukça arkadaş grubuyla geziye çıkardı. Bu gezilerin birisinde yolu Denizli’ye düştü. Karahayıt’taki Colossae Otel bahçesinde karşılaştığımızda, ekmeğini deve turlarıyla kazananların hatıra fotoğraf isteğini kırmadı Sakıp Ağa. Eh bize de deklanşöre dokunmak kalmıştı…

foto-4

AYDA BİR SOHBET
Denizli Devlet ve eski SSK hastanelerinin başhekimliği görevlerinde bulunan Dr. Necdet Durmuş, gazetecilerin sıkı dostuydu. Onlarla fırsat buldukça bir araya gelirdi. Bu karede yer alanlar ile Durmuş, ayda bir kez buluşur, keyifli bir ortamda sohbet ederdi. İşte o anlardan birisi… Fotoğraftakiler: Cengiz Akhisar, Abdülgaffar Nemutlu, Osman Nuri Boyacı, Metin Eltaş, Dr. Necdet Durmuş, Muharrem Aydın, Engin Ünal ve Ahmet Deda…

foto-6

ÖZLEMİŞİZ BU SIRALARI
Denizli’de en uzun süre görev yapan valilerden oldu Vali Yusuf Ziya Göksu. 1996’nın nisan ayından 2003’ün şubat ayına kadar Denizli Valiliği görevinde bulunan Göksu, ilçe, belde, köy ve mahalle gezilerine sıkça çıkar, bu ziyaretlerinde okullara mutlaka uğrardı. İşte böyle anlardan birisinde “özlemişiz bu sıraları” diyerek, işadamı Yaşar Kımıl ve kızı Sevinç Yurttürk ile birlikte girdiği sınıfta sıraya oturup öğretmenleri dinledi.

 

 

Taş binalar bu kentin belleğidir

$
0
0

denizli-seval-uysal-isin-asli-tas-binalar-bu-kentin-bellegidir-h

selcuk-milar-ic

Tarihi hiçbir değeri olmadığı ve depreme dayanıksız gerekçesiyle yıkılarak yerine müze yapılmak istenen taş binalar kurtuldu. 20 ay süren hukuk mücadelesi sonunda mahkeme; taş binaların Selçuk Milar tarafından yapıldığını, Cumhuriyet dönemi özgün izlerini taşıdığını ve ll. Milli mimarlık akımı olarak adlandırıldığını tescilledi. 

Aslında bu durum malumun ilanıydı.

Anlatmaya çalışalım:

2012 yılının yaz aylarında Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Babadağlı ünlü işadamı Ahmet Nazif Zorlu’nun Denizli’ye müze yaptıracağını müjdeledi. Zorlu’nun adı yaptıracağı müzeye verilecekti. 2O Eylül 2012’de söz icraata döküldü. Ahmet Zorlu ile Kültür ve Turizm Bakanı Bakanı Ertuğrul Günay arasında bir protokol imzalandı.

muze-protokol-ic

Protokole göre iki müze vardı. Biri Pamukkale’de, diğeri merkezde. Biri arkeoloji, diğeri ise kent müzesi olacaktı.

Turizm Bakanı Günay’ın İmza protokolü sırasında yaptığı o konuşma: “Sayın Zorlu soyadına rağmen beni hiç zorlamadı. Denizli merkezde 10 bin metre kare kapalı alanı olan bir müze, Pamukkale’deki Hierapolis’e de 5 bin metrekarelik kapalı alanı olan başka bir müze yapıp Türkiye’nin kültürüne armağan etmeyi kabul etti”

Vali Abdülkadir Demir’de protokolün ardından GM Dergi’ye verdiği röportajda protokole ilişkin şu açıklamayı yapmıştı:
“20 Eylül 2012 tarihinde Kültür ve Turizm Bakanımız Sayın Ertuğrul Günay ve Zorlu Holding Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Ahmet Nazif Zorlu’nun katılımlarıyla ilimizin değerli kazı alanlarından biri olan Laodikya’da gerçekleştirdiğimiz ve Bakanlığımız ile Zorlu Holding A.Ş. arasında imzalanan protokole göre, 10.000 metrekarelik alanda yapılacak olan İl müzesinin ve yine Pamukkale’de yapılacak olan 5000 metre karelik ikinci müzenin de Zorlu Holding A.Ş.’nin sponsorluk marifetiyle yapılması öngörülmüş olup, müzelerin tamamlanmasıyla ilimiz hem arkeolojik hem de etnografik eserlerin teşhir edilebileceği sergi ve konferans salonları, laboratuvarla birlikte çağdaş normlara uygun depoları bulunan iki yeni modern müzeye kavuşmuş olacak.”

Selem-Reklam

Vali böyle söylese de, öyle olmadı!

Protokolde sözü geçen iki müze, bire indi. Pamukkale’deki arkeoloji müzesinden vazgeçildi, kent merkezinde tek bir müzede karar kılındı. Bu karar kim tarafından, nasıl verildi soruları ise bugüne kadar cevapsız kaldı!

Müze projesinin mimarı Kayhan Çakanel. Bu ismi Pamukkale kuzey giriş kapılarından hatırlayacaksınız. Efekta Mimarlık’ın kurucusu ve sahibi. Denizlili. Toplam inşaat alanı 14 bin metrekare olarak belirlenen projede, 10 bin müze ve sergi alanına, kafe ve Teknoloji Müzesi alanına bin, giriş avlusu bin ve teras-açık sergi alanı için de 2 bin metrekare alan ayrıldı. Kent müzesi ortada yoktu, tüm planlama arkeoloji müzesi üzerineydi. Üstelik müze için seçilen yer Vilayetin yanındaki taş atölyelerin bulunduğu alanı kapsıyordu. Projeye göre taş atölyeler yıkılacak, yerine yeni bir müze yapılacaktı.

kayhan-cakanel-ic

Mimar: Alternatifli proje hazırladık

Haber, Deha20 Gazetesi’nde Seval Uysal imzasıyla yayınlandığında şehir olup bitenden habersizdi. Ortalık ayağa kalktı. Mimarlar Odası Koruma Kurulu’na başvurdu. PAÜ Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Celal Şimşek’in başkanlığını yaptığı Aydın Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu taş yapılarla ilgili “Korumaya gerek yoktur” kararı verdi. Mimarlar Odası tam iki ay sonra 31 Ocak 2014’te yıkımı önleyebilmek için, yürütmenin durdurulması istemiyle Denizli İdare mahkemesine dava açtı. Dava süreci devam ederken, Mimar Kayhan Çakanal Zorlu Müzesi Proje müellifi sıfatıyla Deha20 Gazetesi’ne şu açıklamayı yaptı: “Müze projesini alternatifli hazırladık. Buna, yerin durumu, kot farkı nedeniyle ihtiyaç duyduk. İşveren alternatif projeler istedi. 15 bin metre kareyi kot farkı bulunan bir yere yerleştirmek için bunu yaptık. Alternatiflerden birinde taş atölyeler korunuyor, diğerinde yıkılıyor. Şu anda projeler bakanlıkta, kararı bakanlık verecek. Bizi aşan bir durum var. Bu kararı ben vermek istemem, bu kararı almış bir mimar olarak tarihe geçmek istemem. Ancak bu binaların ne kadar sağlıklı olduğunu da tartışmaya açmak lazım. Bu binalar depreme dayanıksız.”

Çakanel özetle şunu söylüyordu:

Bir: Binalar depreme dayanıksız.

İki: alternatif olması için iki proje birden hazırladık.

protokol-toreni-ic

Zorlu: “Bana müze yap” dediler

Bu da gösteriyordu ki; Zorlu da, Mimar Çakanel de ya taş atölyeler konusunda ya bilgi sahibi değildiler ya da umursamıyorlardı. Nitekim Ahmet Nazif Zorlu ile yapılan çeşitli temaslar bunu doğruladı. Kendisini telefonla arayan işadamına: “Ben atölyelerin durumunu bilmem. Bana ‘müze yap’ dediler, ben de yapacağım” ifadelerini kullanmış ve konuya ne kadar uzak olduğunu göstermişti.

Peki Zorlu’ya “Müze yap” diyen ve müze yerini gösteren kim?

Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci!

Bunu Zeybekci’nin kendisinden, 28 Mart 2014 yerel seçim kampanyası sırasında Kaleiçi’nde bir açılış sırasında yaptığı konuşmadan öğreniyoruz. Şöyle söylüyor: “Biz ısrarla Denizli Müzesi'nin şehrin en göbeğinde olmasını istiyoruz.”

Ve ekliyor:

“Maalesef bizim bu hayallerimizi anlamayanlar hala başka şeylerin derdinde, başka popülizm derdinde. Tarihle alakası olmayan, tarihle alıp vereceği hiçbir şeyi olmayan, hiçbir değeri olmayan bazı şeyleri maalesef Denizli’nin önüne perde olarak koymaya kalkıyorlar. Müze ile ilgili önemli mesafeler kat ettik, belki bu yıl bitmeden inşaatına başlarız.”

O inşaat başlamadı.

Mahkeme bilirkişi heyeti atadı. Ege Üniversitesi Sanat Tarihi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Bozkurt Ersoy, Uzman Hasan Uçar, Dokuz Eylül Üniversitesi Restorasyon Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mine Tanaç Zeren’in yer aldığı bilirkişi heyeti 24 Haziran 2014’te taş atölyelerde inceleme yaptı. Heyetin raporu beklenirken Mimarlar Odası ve çeşitli sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri de taş atölyelerin yıkılmaması için harekete geçti. Mimarlar Odası’nda eski belediye başkanlarının katıldığı bir toplantı düzenlenerek yol haritası çizildi. Çeşitli görüşler öne çıktı. Kimileri Mimarlar Odası’nın alternatif bir proje hazırlamasını ve Zorlu ile direkt görüşülmesini, kimileri de konunun Vali Abdülkadir Demir’e aktarılmasının yeterli olacağını öne sürdü.

Birkaç gün sonra da aralarında AKP’ye yakın işadamlarının da bulunduğu bir grup Vali Demir’i ziyaret etti. Ancak bu ziyaret her iki tarafı da memnun etmedi. Ziyaretçiler Vali’nin üzerinde baskı olduğunu, konunun onu aştığını anladılar. Kulislerde ise Valinin daha önce de işadamlarına çeşitli vesilelerle taş atölyelerin yıkılmasını istemediğini ancak bu konuda karar verecek kişinin kendi olmadığını söylediği konuşuluyordu. Vali, burnunun dibindeki taş binaların balicilerin mekanı haline gelmesini açıklamakta zorlanıyordu.

Zorlu’ya gelince; ne taş atölyelerin yerini, ne de değerini biliyordu. Onun için mesele kendinden isteneni yapmış olmasından ibaretti.

tas-atolye-eylem-ic

Bilirkişi değiştirildi, görüş değişmedi

Yaz sonunda bilirkişi heyeti raporunu tamamlayarak mahkemeye sundu. Heyet taş yapıların korunması doğrultusunda görüş bildirince mahkeme yürütmeyi durdurma kararı verdi. Ancak miralar cephesindeki sevinç dalgası uzun sürmedi. Kültür Bakanlığı karara itiraz ederek yeni bir bilirkişi heyeti istedi. İkinci bilirkişi heyeti Nisan 2015’te taş binalarda incelemelerde bulundu ve 6 ay sonra bir rapor daha kaleme alındı.

Peki ne yazdılar dersiniz?

Birinci heyetin aynısını..

“Taş yapılar Cumhuriyet döneminin özgün mimarisini yansıtmaktadır. Kültür varlığı olarak korunmalıdır!”
Mimarların yargı mücadelesi tam tamına 20 ay sürmüş, İki kez keşif, beş kez yürütmeyi durdurma kararı verilmişti ama sonunda;

Kültürel akıl galip gelmişti!

tas-bina-ic

Vali merkeze alınmak istedi

Vali’ye ne oldu dersiniz?

Hiç beklenmeyen bir şey yaptı. Üç yıldır görev yaptığı ve her fırsatta çok sevdiğini söylediği Denizli’yi arkasında bırakarak merkeze alınmak için İçişleri Bakanlığı’na başvurdu. 11 Eylül 2014’te de merkeze alındı. Vali Demir’in bu davranışı kentte şok etkisi yarattı ama o "bir gerekçesi yok" diyerek açıklama yapmadan kentten ayrılıp gitti. Kimileri bu davranışı “paralel” operasyonuna bağladı. Kimileri de Vali’nin üzerindeki baskılara dayanamayıp merkeze çekildiğini ileri sürdü.

Bütün bunlar olurken;

Taş atölyeler kaderine terk edildi. Vilayetin burnunun dibindeki binalar balicilerin ve tinercilerin yuvası haline geldi, kapıları yakıldı, pencereleri kırıldı, içi pislikten geçilmez oldu. Mimarlar Odası ve Endüstri Meslek Lisesi mezunları kamuoyunun dikkatini çekmek için birçok kez bir araya geldi.

10 Aralık 2013’te Taş Atölyeme dokunma eylemi

22 Ocak 2014’te Taş Atölyeler için forum

9 Nisan 2015’te Taş Atölyeleri süpürme eylemi yapıldı.

Bu arada;

Mimarlar Odası ile Vilayet arasında 11.06. 2009 tarihinde imzalanan “Yeni Hükümet Konağı ve Meydan Projesi Protokolü unutuldu gitti. Üstelik “Mevcut hükümet konağı ve Endüstri Meslek Lisesi’ndeki taş binalar mutlaka korunacaktır” ifadesine rağmen.

Peki, Vilayetin taraf olduğu ve altında Vali Yavuz Erkmen’in imzasının bulunduğu bu protokol nasıl yok sayılmıştı?

Bu soru hala cevapsız!

 

1 Kasım’da 1.000 kişiyle sandıklara sahip çıkacaklar

$
0
0

denizli-engin-unal-oy-ve-otesi-melek-demir-h

denizli-engin-unal-oy-ve-otesi-melek-demir-h

Farklı inanç ve görüşlere sahip bir avuç gönüllü, sandıklara sahip çıkılarak şeffaf bir seçimin gerçekleşmesine katkıda bulunmak için bir araya geldi. Sonra kartopu gibi büyüdü. Artık her sandık konulduğunda onlar konuşulur oldu. Kim mi onlar? Oy ve Ötesi’nin gönüllüleri…

 Türkiye onları 30 Mart 2014 Yerel Seçimleri ile tanıdı. Sonra Cumhurbaşkanlığı Seçimi ve 7 Haziran Genel Seçimi. Şimdi yeni bir seçimin arefesindeyiz. “Seçim Varsa Biz de Varız”, “Severiz Sayarız”, “Oyunu Seven Saysın”, “Sayınca Çok Güzel Oluyorsun Türkiye” sloganlarıyla Oy ve Ötesi Derneği ekipleri yine yollarda. Harıl harıl 1 Kasım’a hazırlanıyorlar.

 Sizden-bizden gibi bir ayırım içinde değiller. “Her siyasi partiye eşit mesfadeyiz” diyorlar. İşlerini de namelere dökmüşler. İşte hazırladıkları sticker’lardan birkaç önek: “Ondan başka ondan başka sayamam ben hiçbir şeyi”, “Gençlik başımda duman ilk sandık ilk heyecan”, “Kayıtlar seni söyler dillerde name”…

Eh gündem seçim, konuşulan da sandığa ve oylara sahip çıkmaksa; konuk da bu alandan olmalıydı. Öyle yaptık… Oy ve Ötesi Derneği Ege Bölge Koordinatörü Melek Demir ile 1 Kasım seçiminde nasıl bir çalışma yapacaklarını, Denizli’deki çalışmalarını konuştuk.

“T3” İLE SANDIKLARA SAHİP ÇIKILIYORdenizli-engin-unal-oy-ve-otesi-melek-demir-ic-4
ENGİN ÜNAL: Oy ve Ötesi ‘nin sivil bir inisiyatif olarak yola çıkmasının bir öyküsü vardır elbette. Kim ya da kimlerin fikir egzersiziyle yola çıkıldı?

MELEK DEMİR: Oy ve Ötesi, Türkiye’de demokratik değerlere sahip çıkma kültürünün yerleşmesi için gönüllü bir bilinçlendirme ve sivil toplumu güçlendirme hareketi olarak, 2013 yılının aralık ayında doğdu ve nisan 2014’te dernekleşerek tüzel kişiliğe kavuştu. Oy ve Ötesi olarak 30 Mart 2014 Yerel Seçimleri’nde 30 binin üzerindeki gönüllü ağımızla ilk defa seçimleri sivil olarak gözlemledik. Tekrarlanan Yalova Seçimi’nde, ağustos 2014’te gerçekleşen Cumhurbaşkanlığı Seçimi’nde ve 7 Haziran 2015 Genel Seçimleri'nde de aktif olarak oy verme ve oy sayımı süreçlerine hakim gönüllülerimizle yer aldık. 7 Haziran seçimlerinde 46 il
de yaklaşık 56 bin gönüllü ile sandıklara sahip çıktık ve T3 (Türkiye, tutanak, teyit) sistemi sayesinde sonuç tutanaklarının dörtte üçünü teyit edebildik. 1 Kasım seçimlerinde 43 ilde bulunacağız. Bugün itibariyle 1 Kasım için gönüllü sayımız 55 bini geçmiş durumda.


denizli-engin-unal-oy-ve-otesi-melek-demir-ic-2STK VE BAROLARDAN DESTEK
ENGİN ÜNAL: İllerde partnerleriniz kimler? Baroların yanı sıra diğer sivil toplum örgütlerinden yeterince destek alabiliyor musunuz?

MELEK DEMİR: Baroların dışında sivil toplum kuruluşlarından da bu aktif vatandaşlık ve demokrasi hareketine gönüllü desteği oluyor. Aynı toplumda irademize sahip çıkmak için elbette birbirimize destek oluyoruz. Nakdi bir destek değil bu tabi ki gönüllü desteği. Ayrıca kayıtlar bireysel olarak gerçekleşiyor, arzu edenler müşahit oluyor, çevresini olabildiğince sürece dahil ediyor.

HER GÖNÜLLÜ ELDE EDİLEN BAŞARININ MİMARI
ENGİN ÜNAL: Oy ve Ötesi’nin 7 Haziran’daki çalışması ses getirdi. Bu iktidarı elinde bulunduranları kızdırmış olmalı. Birincisi bu kadar iyi organize olmayı bekliyor muydunuz? İkincisi iktidar sahiplerinden nasıl tepkiler aldınız?

MELEK DEMİR: Toplumumuz demokratik süreçleri sahipleniyor ve verdiği oyun doğru kullanıldığını görmek, sürece katılmak istiyor. Bu ihtiyaca cevap veren ve on binleri bir araya getiren bir sivil toplum oluşumuyuz. 7 Haziran Genel Seçim Raporu’nu web sitemizden inceleyebilirsiniz (www.oyveotesi.org). İyi organize olmak için çok çalıştık, emeğimizin karşılığını alacağımızı biliyorduk. Her bir gönüllümüz bu başarının mimarı. Hiçbir olumsuz tepkiyle de karşılaşmadık.

denizli-engin-unal-oy-ve-otesi-melek-demir-ic-1TUTANAKLAR PARTİLERLE PAYLAŞILIYOR
ENGİN ÜNAL: Siyasi parti ayırımı yapmadan tüm kesimlere gelin görev alın çağrısında bulunuyorsunuz. Muhalefet tamam, AKP kanadından gelenler var mı? Yoksa zaten taraflı bir oluşum niye gelelim ki tavrı mı söz konusu?

MELEK DEMİR: Biz tüm partilere eşit mesafedeyiz, olmak zorundayız. Seçim sonucu açıklamıyoruz, ancak resmi sonuçlarla gönüllülerimizin topladığı sonuç tutanaklarını karşılaştırıyoruz. İtiraz süresi dolmadan tüm farklılıkları her siyasi partiyle paylaşıyoruz. Böyle bir hizmet verdiğimiz için objektif olmalıyız. Dolayısıyla tarafsız duruşumuzu korumak en özen gösterdiğimiz konu.

ENGİN ÜNAL: İktidar odaklarından “tekerimize çomak sokuyorlar” tepkisi var mı?

MELEK DEMİR: Dediğim gibi, olumsuz bir tepkiyle karşılaşmadık.

denizli-engin-unal-oy-ve-otesi-melek-demir-ic
7 HAZİRAN’DAN DAHA FAZLA GÖNÜLLÜ
ENGİN ÜNAL: Bu seçimde nasıl bir çalışma stratejiniz olacak. Sandıklarda görev yapacak yeterli gönüllü sayısına ulaşabildiniz mi? Örneğin Denizli’de sıkıntı olduğu konuşuluyor. Denizli dahil, nedir durum?

MELEK DEMİR: Denizli de birçok il de çok duyarlı. 7 Haziran seçimlerindeki başarılı gönüllü sayımızı bile geçeceğimize inanıyoruz. .Ege Bölgesi'nde bulunan 8 ilin tamamında, 31 ilçede bulunuyoruz.  Denizli’de hedefimiz ise 1.000 gönüllü bu hafta gerçekleşecek kayıtlarla hedefimizi tutturacağımızı düşünüyoruz.

YANLIŞ SAYILAN OY BİLE PARTİSİNE GİTMELİ
ENGİN ÜNAL: Her sandıkta 1 kişi mi görev alacak? Müşahit gibi mi çalışacak? Oyların sayımı ve tutanak tanzimi sırasında nasıl bir etkinliği olacak görevlinin?

denizli-engin-unal-oy-ve-otesi-melek-demir-ic-7MELEK DEMİR: Gönüllüler aracılığıyla sandık başında müşahit olarak oyların doğru, tarafsız ve şeffaf kullanılması için çalışmak ve yanlış sayılan bir oyun bile, asıl partisine ve kişiye gitmesini sağlamak için çalışıyoruz. Sandığa oy atılması, sandığın kapanması, oyların sayımının yanı sıra, sonuçlarının doğruluğunu da elimizdeki ıslak imzalı tutanaklarla karşılaştırıyoruz. Oy ve Ötesi hiç bir partiye ve kuruluşa bağlı değil, sadece gönüllülerin desteği var. Amacımız, herkesi oy kullanmaya teşvik etmek ve Türkiye'de seçmenin oyuna sahip çıkmak. Türkiye Barolar Birliği onaylı eğitimler alıyoruz, sandık, okul ve ilçe sorumluları ölçeğinde organize oluyoruz.

7 HAZİRAN’DA GÖNÜLLÜLERİN YÜZDE 48’İ İTİRAZ ETTİ
ENGİN ÜNAL: Seçim hileleri neler? Örneğin 7 Haziran ya da öncesindeki seçimlerde saptayabildiğiniz somut seçim hileleri var mı?

MELEK DEMİR: 30 Mart Yerel Seçimleri’nde Oy ve Ötesi gönüllülerinin toplamış olduğu ıslak imzalı tutanak kopyalarını bir siyasi partinin itirazı için partiye temin ettik. İtiraz sonucunda Kağıthane’de belli sandıklardaki sonuçlarda sapma tespit edildi. Olay yargıya intikal etti. Başka belirgin örnekler de tabii ki mevcut. Sandık gözlemcilerimiz usulsüz refakat, sandık başında yetkisiz kişilerin bulunması gibi konularda itirazda bulunup müdahale edebiliyorlar. 7 Haziran Seçimleri’nde gönüllülerimizin yüzde 48’i itiraz haklarını kullanmış ve itirazların çoğu kabul görmüştür.

denizli-engin-unal-oy-ve-otesi-melek-demir-ic-6DENİZLİLİLER SANDIĞA VE OYLARINA SAHIP ÇIKSIN
ENGİN ÜNAL: Denizli’ye seçim öncesi bir kez daha geleceksiniz sanıyorum. Tarih, saat ve yer ile neler konuşacaksınız bu bilgilerle sohbeti bitirelim isterseniz. Bir de 1 Kasım’a dair Oy ve Ötesi’nin mesajını alalım.

MELEK DEMİR: 28 Ekim 2015 Çarşamba günü Denizli Barosu’nda müşahit eğitimi veriliyor olacak. Denizlililer oyveotesi.org adresinden kayıt olurlarsa hemen sonrasında onlarla iletişime geçiyor olacak Denizli ilçe sorumlularımız. 28 Ekim eğitimine katılmalarını önemle rica ediyoruz, ancak katılamazlarsa online eğitimlerimize katılıp ilçe ve bina sorumlularıyla iletişimde olarak her türlü sorularına cevap alabilirler. Son günlerde Denizli ekibi yeni gönüllülerle tanışıyor birebir sorulara cevap veriyor olacak.  1 Kasım’da tüm Denizlilileri oyuna sahip çıkmaya bu aktif vatandaşlık hareketine destek olmaya bekliyoruz.

 

 

GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ…

$
0
0

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-28-10-2015-h

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-28-10-2015-h

Geçmişe yolculuğumuz devam ediyor. Bu hafta sizleri yakın geçmişimize damga vuran siyasetçiler ve iş dünyasının önemli isimleriyle bir araya getiriyoruz.

foto-1

KEMAL DERVİŞ’Lİ YILLARDAN
Türkiye’de ekonomik kriz yılları… Kurtarıcı olarak ABD’den Kemal Derviş gönderildi. Hekes ona bel bağladı, o da Türkiye turuyla politikasını anlatmaya koyuldu. Geldiği illerden birisi de Denizli’ydi. Dönemin Denizli Valisi Yusuf Ziya Göksu, Sanayi Odası’nın eski Başkanı Abdülkadir Uslu, Ticaret Odası’nın eski Başkanı Nail Kalemci ve Ticaret Borsası’nın eski Başkanı İlter Panayır, bu gezide Derviş’in anlattıklarını can kulağıyla dinliyor.

foto-2

BİR ZAMANLAR PAPATYALAR VARDI
Türk Kadınını Güçlendirme ve Tanıtma Vakfı ya da herkesin bildiği ismiyle Papatyalar… Turgut Özal ve ANAP’lı yılların en şaşalı dönemlerinde hayli sükseliydi Papatyalar. Çünkü başında Semra Özal vardı. Gittiği her yerde büyük itibar gören Semra Hanım, Denizli gezisinde de Denizli’deki Papatyalar ile programlar ve açılışlara katıldı. Fotoğraf karesinde vakfın Denizli Başkanı Sevgi Toksöz (solda), Semra Özal’a (sağda) plaket verirken. Dönemin Denizli Valisi Necati Bilican’ın eşi Nazan Hanım ise onları tüm dikkatiyle izliyor.

gecmis-zaman-olur-ki-yeni-haber-arasi

foto-3

SANATÇI, GAZETECİ, İŞADAMI BİR ARADA
Bu fotoğraf karesinde yer alanlar farklı mesleklerin temsilcileri. Gazeteci Abdülgaffar Nemutlu (solda), hemen yanında ünlü ressam Yaşar Çallı var. Karşılarındaki grupta ise (soldan sağa) Sanayi Odası eski Genel Sekreteri Can Başer, Sanayi Odası eski Başkanı Feridun Alpat ve Denizli Belediyesi eski Başkanı Ahmet Acar bulunuyor.

foto-10

İŞLERİ İÇİN ANKARA TURUNDALAR
Faruk Alyaz ve Hilmi Konyalıoğlu, çalışmalarında araştırmayı seven işadamlarındandır. Sıkça da geziye çıkarlar. İşte onlardan birisi… Bulundukları yer ise Ankara Üniversitesi Avrupa Topluluğu Araştırma ve Uygulama Merkezi…

foto-11

DOSTLAR BİR ARADA
Denizli Belediyesi esi Başkanı Ali Marım, İnşaat Mühendisleri Odası Denizli Şubesi eski Başkanı Salih Basmacı ve Denizli Belediyesi eski Meclis Üyesi Ali Mete bir davette aynı masayı paylaştı.

DENİZLİ’NİN SEÇİMİ

$
0
0

denizli-seval-uysal-isin-asli-denizli-nin-secimi-h

İsmet İnönü

Adnan Menderes

Süleyman Demirel

Bülent Ecevit

Turgut Özal

Alpaslan Türkeş

Necmettin Erbakan

Tansu Çiller

Mesut Yılmaz

Deniz Baykal

Tayyip Erdoğan…

Yarım asrı aşkın bir zamandır Türk siyasetine yön veren bu isimlerin hiç kuşkusuz Denizlilerle uzak yakın ilişkisi olmuş, hatta içlerinden bazılarının bu şehre birçok faydası da dokunmuştur. Ancak bütün bunlar Denizlili sanayicinin siyasete sıcak bakması, aktif siyasete girmesi için yeterli olmamış.

İşadamları “Daha çok çalış, daha çok kazan” düsturuyla hareket etmiş, işlerinin başından bir an olsun ayrılmak istememiş, etrafında olup bitene, toplumsal olaylara kayıtsız kaldığı gibi siyaseti de uzun soluklu, yıpratıcı bir iş olarak görmüş. Bu nedenledir ki yarım asrı geçkin bir süre Menderes’in DP’sinde, Özal’ın ANAP’ında, Ecevit’in CHP’sinde, Demirel’in AP-DYP’sinde ve Erdoğan’ın AKP’sinde siyasete bulaşmış bir-iki örnek dışında sanayici ve tekstilci milletvekili neredeyse yok gibidir.

Peki, neden böyle?

Eskiden Denizli’de birçok ilin tersine genel bir kabul vardı. Okumak isteyen değil, ticari yeteneği olmayan çocuk okutulurdu. “Dokumak, okumaktan iyidir” deyip çalışmaya teşvik ederlerdi.

Denizli sanayisinde birinci kuşağın çoğu ilkokul mezunudur. İşletmeyi kuran babaların ise doğru dürüst okuma- yazması bile yoktur. “Daha çok çalışma ve daha çok kazanma” düsturuyla çevresinde olup bitene gözünü kapatan bu kuşak, aynı zamanda kendini toplumdan da yalıtmış “başını kaşıyacak vakti yok” mazeretiyle çok fazla öne çıkmamaya ve göze batmamaya özen göstermiş

O “işiyle gücüyle meşgul” olurken siyaseti “vakti bol, çenesi bol” okumuşlar tayfasına havale etmiş. Ticaretle siyaset birlikte yürümez deyip, siyasetten özellikle uzak kalmış.

demirel-özal-ic

TİCARETLE SİYASET BİRLİKTE YÜRÜMEZ
Mesela;
Cafer Sadık Abalıoğlu “siyasete karışmayın, işinize sahip çıkın” nasihati verirmiş

Mesela;
Esat Sivri, dönemin en güçlü fabrikatörü olarak, parti genel başkanlarını, bakanları fabrikasında ağırlamış ama asla aktif siyasete girmemiş

Mesela;
Mustafa Değirmenci oğullarına “Siyasetten uzak durun, siz özünde esnafsınız işinize bakın” diye nasihat etmiş

Mesela;
Cevdet Panayır “Benim siyasetle işim olmaz” dermiş

Mesela;
Hasan Tekin Ada iktidar partisini desteklemiş

Mesela;
Ahmet Gökşin
“İşlerim çok, siyaset zaman ister” demiş

Selem-ReklamMesela;
Besalet Küçüker,
“Siyaset uzun iş, uğraşacak vaktim yok” dermiş

Mesela;
Mehmet Ali Tan,
“İşimize gücümüze bakalım, politikayla uğraşacak zamanımız yok” dermiş

Mesela;
Ali İhsan Kasapoğlu,
“Siyaset bizim işimiz değil” dermiş

Mesela;
Ali Baysal ,
“Siyaset zaman ister, o da ben de yok” dermiş

is-adamlari-toplu-ic

AVUKATLAR VE DOKTORLAR MECLİSİ
Denizli iş dünyasının bu sözlerini Meclis tarihi doğruluyor.

TBMM’nin kuruluşundan, 19. Döneme kadar milletvekilleri arasında işadamı ve sanayici bulunmuyor. Bu tarihlerde Denizlili milletvekillerin neredeyse tamamı “okumuş”lardan oluşuyor.

Birinci sırada avukatlar var. Onları doktorlar izliyor:
Denizli’nin hukukçu vekil geleneği 1.dönem milletvekilleri Necip Buldanlıoğlu ve Yusuf Başkaya başlamış ve 2. dönemde Necip Ali Küçüka ve Mazhar Müfit Kansu ile devam etmiş. 6. dönemde hukukçuların yanında doktorların da meclise girdiği görülüyor. Denizli’nin ilk doktor vekili Behçet Uz. 9. Dönemde doktor vekil sayısı ikiye çıkıyor ve Baha Akşit ile Mustafa Gülcügil aynı sıraları paylaşıyor. 12. Dönemden itibaren Hüdai Oral’la birlikte Meclis’te hukukçu vekil ağırlığı yeniden başlıyor. 14. Dönemde hukukçulardan Hasan Korkmazcan, 16. Dönemde Adnan Keskin, Mehmet Gözlükaya milletvekili oluyor. 17. Dönemde avukatlar yerlerini korumalarına karşın meclis sıralarına mühendisler giriyor. Aycan Çakıroğulları ve Muzaffer Arıcı mühendis vekil olarak ANAP sıralarında yer buluyor. 18. Dönemde Yıldırım Avcı ile birlikte doktor vekil geleneğinin sürdüğü görülüyor. Avukatlar ise her daim kendine yer buluyor. O isimler arasında Kemal Aykurt, Beyhan Aslan ve Salih Erbeyin’i saymak mümkün.

rakamlarla-foto

ŞEYTANIN BACAĞI 19. DÖNEMDE KIRILDI
Şeytanın bacağı 90’lı yıllarda kırılıyor. 19. dönemi kapsayan 1991-1995 yılları arasında Denizli Ticaret Odası Başkanlığı yapan Haluk Müftüler DYP’den milletvekili seçiliyor ve kendisinden sonrakiler için Meclis’in kapılarını aralıyor. Müftüler’i 21. Dönemde MHP’den Ali Keskin, 22. Dönemde CHP’den Haşim Oral, AKP’den Mehmet Yüksektepe izliyor. 23. Dönemde işadamı vekiller görülmeye devam ediyor ve AKP’den Mehmet Yüksel, CHP’den Ali Rıza Ertemur Meclis sıralarına oturuyor. 24. Dönemde Denizli belediye başkanlığından istifa eden tekstil sanayicisi Nihat Zeybekci de AKP’den milletvekili seçiliyor. Böylece çırçır fabrikatörü Ali Rıza Ertemur, tekstil ihracatçısı Haşim Oral ve tekstil sanayicisi Nihat Zeybekci ile şeytanın bacağı kırılmış oluyor ve ilk kez tekstil kenti Denizli, Meclis’te bizzat kendi temsilcileriyle temsil ediliyor. Ancak bu sayı 1991-2011’i kapsayan dönemde bir elin parmaklarını geçmiyor. 20 yılda sadece 7 işadamı milletvekili “Ticaretle siyaset birlikte yürümez” sözünün Meclis’teki yansıması olarak kendini gösteriyor.

eski-vekiller-toplu-ic

AVUKATLAR YİNE MECLİSE!
Çünkü yine mecliste avukat ve doktor ağırlığı sürüyor. AKP’den Salih Erdoğan, Bilal Uçar avukat kökenli vekiller, Mithat Ekici ise doktor vekil olarak meclis sıralarında yer buluyor. CHP’den ise Adnan Keskin ve İlhan Cihaner hukukçu vekil olarak yerini aldı.

Gelelim son seçime: CHP 7 Haziran’da Meclis’e iki avukat vekil soktu. Kazım Arslan ve Gülizar Biçer Karaca. AKP cephesinden Bilal Uçar’ı sayarsak Denizli’den Meclise giren avukat sayısı yine 3. 1 Kasım seçimlerinde ise tablo yine pek değişmedi. Avukat Bilal Uçar’ın yerini bu kez Doktor Sema Ramazanoğulu aldı. Kazım Arslan ve Gülizar Biçer Karaca ile birlikte Denizli yine geleneği bozmadı iki avukat ve bir doktor vekili meclise gönderecek.
19. dönemde şeytanın bacağını kıran iş dünyası ise 25. Dönemde olduğu gibi 26. Dönemde de temsilcilerini meclise göndermeye hazırlanıyor. Örnek vermek gerekirse AKP’den Nihat Zeybekci’nin arkasından gelen işadamı Şahin Tin’i, CHP’den Melike Basmacı’yı sayabiliriz.

vekiller-ic


GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ…

$
0
0

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-cengiz-akhisar-4-kasim-2015-h

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-cengiz-akhisar-4-kasim-2015-h

Bu hafta sizler için seçtiğimiz fotoğraf kareleriyle iş, siyaset ve futbol dünyasında bir yolculuğa çıkıyoruz. İyi seyirler

foto-39

POLİTİKADA DÜNE DAİR…
Bu fotoğraf karesi politikada dün diye bir şeyin olmadığının bir göstergesi. Örneğin Tansu Çiller… Türk siyasetinın bir dönemine damgasını vuran, aynı zamanda en çok tartışılan ismiydi. Şimdi köşesine çekildi. Ali Aygören (solda) Denizli Belediye Başkanı’ydı, şimdi aktif siyasetin içinde yok. Sadece AK Parti üyesi. Cihat Bamyacı da DYP’nin en güçlü olduğu yıllarda siyasette hayli aktif bir isimdi ama şimdi o da politikadan uzak duranlardan.

foto-7

HEP YAN YANA YÜRÜMÜŞLERDİ
Fotoğraf karesindekiler (soldan sağa); işadamı Faruk Alyaz, Denizli Organize Sanayi Bölgesi Yönetim Kurulu Başkanı Abdülkadir Uslu, Denizli eski milletvekillerinden İsmail Şengün ve Denizli Sanayi Odası Meclis eski Başkanı Süleyman İlgeri… Bir dönem hep yan yana yürüdüler. Şimdi aralarında (merhum) Şengün yok. Uslu, İlgeri ve Alyaz ise kendi kulvarlarında yürüyorlar.

gecmis-zaman-olur-ki-yeni-haber-arasi

foto-5

BİR ZAMANLAR ŞAM…
Yıl 1976… Hac farizasını yerine getirdik karayoluyla yurda dönüyoruz. Otobüsümüz Suriye’nin başkenti Şam’da mola verince, bunu fırsat bilip şimdilerde iç savaşın kasıp kavurduğu Şam’daki fuara gittik. Anı olsun diye de bu fotoğrafı çekti yol arkadaşlarım. İyi ki de çekmişler. Artık o topraklar şimdi kan içinde, cadde ve sokaklar ise korkudan sinen insanlar nedeniyle bomboş.

foto-15
DENİZLİSPOR’A HİZMET EDENLER…
Denizli Belediyesi eski Başkanı Ali Dartanel (solda) ve Denizli Sanayi Odası eski Başkanı Feridun Alpat, çok sevdikleri ve başarısı için çalıştıkları Denizlispor’un bir kongresinde yan yana. Son dönemde takımın başarısızlığı ve kulübün içinde bulunduğu zor durum, onları hayli üzüyor.

foto-9
GOL KRALI BAHTİYAR VE DOSTLARI
Denizlispor’un yetiştirdiği yeşil sahaların “Deli” lakaplı hırçın futbolcusu Bahtiyar Yorulmaz, Türk futbolunun golcülerindendi. Bir dönem Fenerbahçe’de de oynayan Bahtiyar, 1979-1980 sezonunda Bursaspor formasıyla gol kralı oldu. O sezon 12 gol atan Bahtiyar, gol krallığını Mustafa Denizli ile paylaşmıştı. Sahaların asi çocuğu Denizli’ye geldiğinde yılları geçen İstiklal Mahallesi’ne uğramadan edemezdi. İşte bunlardan birisinde dostlarıyla buluşmuş, kadeh kaldırıyor.

2 bin lira maaşla çalıştıracak usta bulamıyor

$
0
0

denizli-kahve-sohbetleri-engin-unal-terzi-atalay-coza-h

denizli-kahve-sohbetleri-engin-unal-terzi-atalay-coza-h

Hani sıkça söyleniyor ya “meslekler birer birer yok oluyor” diye. Bunlardan birisi de terzilik. Hazır giyimle birlikte sayıları hızla azalan mesleği ısrarla sürdürenlerden birisi olan Atalay Coza ile konuştuk bu hafta. Hayli dertli… Derdi iş bulamamaktan, para kazanamamaktan yana değil. Peki ne mi? Mesleği öğretecek, yetiştirecek yeni terzi adayları çıkmamasından. Bir de hiçte fena sayılmayacak ücret önermesine rağmen çalıştıracak usta bulamamak.

 Sohbetimizde “marka” diye ödenek yüksek faturalara da değinen Coza, Avrupa’nın birçok markasının Denizli’den aldığı kumaşları Türkiye’ye ürün olarak sunduğunu, 60 liraya giyilmesi mümkün gömleği sırf amblemi nedeniyle 250 liraya alanların olduğunu vurgulamadan edemedi.

denizli-kahve-sohbetleri-engin-unal-terzi-atalay-coza-ic-6

35 YILDIR BABA MESLEĞİNİ YAPIYOR
Mesleğe ne zaman, nasıl başladınız?

Baba mesleği olunca küçük yaşlarda başladım. Askerlik sonrası 1988’de kendi işyerimi açtım. Gömlek dikimi üzerine başladığım işimi, yine gömlek üzerine devam ettiriyorum. 35 yıldır yapıyorum ve sevdiğim bir iş. Başkalarına da öneriyorum.

Bir dönem terzilik revaçtaydı. Pantolon, ceket, gömlek için terziye gidilirdi. Ama giderek mesleği yapanlar azaldı. Neden böyle oldu?

1980’li yıllarda Türkiye’de ithalat kapılarının açılmasıyla yeni makineler girdi Türkiye’ye. Makineleşmeyle birlikte konfeksiyon patladı. Bu gelişmeyle hazır giyim sektörü öne çıktı ve terzilik mesleğinde bugün yaşanan süreç başlamış oldu. Ardından zorunlu eğitim sekiz yıla çıkınca çırak bulamama problemi başladı. Ondan önce aile çocuğu okutamayacaksa meslek edinmesi için terzinin, tamircinin yanına veriyordu. O dönem bitti, yetiştirecek eleman bulamaz olduk.

Terzi esnafını zora sokan bir diğer konu ücret. Çok yüksek paralar verilmezdi. Çırak olarak başlanır, meslek öğrenmek ön planda olurdu. Hatta askerden geldikten sonra bir müddet daha çalışılır, öyle işyeri açılırdı. Ekonomik şartlar insanları fabrikalara yönlendirdi. Çünkü orada işe asgari ücretle başlanıyor. Terzi esnafı yanında çalıştıracağı çırağa, kalfaya asgari ücret veremez. Asgari ücret bin lira. Yanınızda vasıfsız birini o paraya çalıştıramazsınız. Kendisi ne kazanıyor ki, çırağa o parayı verebilsin.

Oysa esnaf, yanında meslek öğretmek üzere birilerini çalıştırıyorsa ona teşvik verilmeli. Oda başkanı olarak bunu Ankara’daki toplantılarda defalarca dile getirdim. Yeni ustaların ancak bu tür destekler sağlanması durumunda yetişeceği anlattım. Olmuyor, olmayınca da durum değişmiyor.

denizli-kahve-sohbetleri-engin-unal-terzi-atalay-coza-ic-1

KİŞİYE ÖZEL DİKİM
Terzilik mesleğinde anlattığınız sıkıntılar var ama siz yoğun çalışıyorsunuz. Nasıl oluyor bu?

Yaptığımız şey çok basit. Küçük bir isim değişikliği. Tabelaya “kişiye özel dikim” yazdık. İsim değiştirdik ve yeni bir algı yarattık müşteride.

Nedir bu kişiye özel dikim?

Her insanın fiziki yapısı aynı değildir. Boynu kalındır, kolu uzundur, boyu kısadır falan… Konfeksiyon mağazasına gittiğinizde bir standart vardır. Belirli bir boy ölçüsü, yaka ölçüsü söz konusudur. Kişinin bedeni 1 numaradır, fakat yaka kısmı 44’dür. Hazır giyimde böyle bir ölçü bulmanız mümkün değil. İşte bu noktada terzilik ön plana çıkıyor. Kişiye özel dikimden kastımız bu. Onun bedenine uygun dikim yapmak.

Sonra gömleğinkol manşetine, göğsüne kişinin ismini nakışla yazıyoruz. Bunu hazır giyimde bulamazsınız. Kişinin isminin yazılıyor olması ona ayrı bir hava veriyor. O nedenle fiyatlar hazır giyime göre biraz daha yüksektir bizde.

denizli-kahve-sohbetleri-engin-unal-terzi-atalay-coza-ic-2

TERZİYE GÖMLEK DİKTİRİYORSA BURAYA UĞRAR
Atölyle olarak faaliyet gösteriyorsunuz ve merkezi bir yerde değilsiniz. Ama yoğun da bir çalışma olduğunu gözlemliyoruz. Burayı nasıl bulup geliyor insanlar?

Bilerek şehir merkezinde değiliz. Otopark sorunu var. Müşteri geldiğinde aracını bırakacak yer bulabilmeli. Ayrıca kira ayrı bir sorun.

Şunu öğrenmeye çalışıyorum; buraya ancak sizi tanıyanlar gelir. Bir marka mı olmak gerekiyor bu şekilde çalışabilmek için?

Tabii 35 senenin verdiği bir tanınmışlık var. Artık bir marka olduk diye düşünüyorum. “Gömlek” diyorsanız, terziye diktirenlerin yüzde 80-85’i bize uğrar. Gömlek üzerine seri üretim yapabilen tek yeriz diyebilirim.

denizli-kahve-sohbetleri-engin-unal-terzi-atalay-coza-ic

İTALYA TEKLİFİNE RET
Diyorsunuz ki, ben bizim mesleğin en iyilerindenim…

Övünmek anlamında söylemiyorum ama daha bugün yurt dışından iş teklifi aldım. Beni yurt dışına götürmek istiyorlar kişiye özel dikim üzerine. Makasla tek tek kesim yapmak zordur. Herkes yapamaz. Bizim işte en önemli olan zaten kesimdir. Ben onu yapıyorum.

Nereye götürmek istiyorlar sizi?
İtalya’ya… Ama ilgilenmedim, teklif için teşekkür ettim.

Onlar sizinle nasıl bağlantı kurdu?
Bir firma üzerinden oldu. Bana gömlek diktirdiler, memnun kaldılar. Hala elimde onlara dikilecek gömlek siparişleri var. Bizim meslekte beğeni hemen olmaz. Bir deneme dikimi yaptırırlar, sonra bir daha, bir daha… Bir firmaya 3-4 defa numune diktiğimi bilirim. Her defasında aynısını dikebiliyor mu diye gözlem yaparlar.

AVRUPA ÜLKELERİNE GÖMLEK GÖNDERİYOR
Yurt dışı da var o halde aldığınız siparişlerin içinde?

Tabii… Yurt dışına da gömlek dikiyoruz burada. Fransa, Avusturya, Almanya, belçika ve İtalya’ya gömlek gönderdik. Adetler de baya iyiydi.

Tekstil firmaları aracılığıyla mı oluyor bu?

Evet, kendimiz ihracatçı değiliz. Başka firma üzerinden oluyor.

Atölyede kaç makineniz var?

Teknolojiye uygun makinelerle üretimi gerçekleştiriyoruz. Presinden yaka form dediğimiz mükineye kadar 16 makineyle çalışıyoruz. Bizim işte makineleşmek çok önemli.

Aylık üretiminiz kaç gömlek?

Sipariş üzerine çalıştığımız için net bir şey söylemek zor. Ama ayda 2 bin 500 – 3 bin gömlek dikebiliriz. O kapasiteye sahibiz.

Atölyedeki elemanlarınız bay mı bayan mı?

Bayan… Çünkü bayanlar bir işyerinde daha uzun süreli çalışabiliyor. Bayanlar dikişe daha yatkın.

Diktiğiniz gömleklere bir marka yazıyor musunuz?

By Coza… Avrupa’ya gönderiyorsak, siparişi veren firmanın markası oluyor. Bunları yapabildiğimiz için mutluyuz.

denizli-kahve-sohbetleri-engin-unal-terzi-atalay-coza-ic-3

AMBLEME 250 LİRA VERİLİYOR
Bazı markalar çoraptan iç çamaşıra, pantolondan gömleğe çişitli ürünleri içeren kocaman mağazalarda satışa sunuyor. Bunların da sizin sektöre olumsuz etkisi var mı?

İşte markalaşma dediğimiz bu. Türkiye’de gördüğünüz bütün markalar, kalitesi ve ürünleriyle beğeni kazanmış. Fason üretim yaptırarak piyasaya arz ediyorlar. Doğal olarak aradığınızı kolayca bulabildiğiniz için müşteri yoğunluğu oraya kayıyor. Özellikle genç nesil markayı çok önemsiyor. O markanın amblemini ayakkabısında, ceketinde, gömleğinde görecek ve gösterecek. Ama 50-60 liraya giyeceği gömleği o amblem, marka nedeniyle 250 liraya giymeyi göze alıyor.

Peki kişiye özel dikim yapan Atalay Coza’ya geldim, “bana bir gömlek” dedim; cebimden kaç lira çıkacak?

60 liradan başlıyor fiyatlarımız. Yüzde 100 pamuklu kumaşlarımız. Polyester kullanmıyoruz.

Sözünü ettiğiniz fiyata kumaş dahil değil mi?

Tabii… Kumaşı bizden. Biz piyasada 150 – 200 liraya satılan gömleklerin kumaşını kullanıyoruz. Şunu gururla söyleyeyim, dünyada marka gömleklerin birçoğunun kumaşı Denizli’de üretiliyor. Yüzde 90’ı Denizli’den gidiyor. Bu mükemmel bir şey. Denizli’de 7-8 gömlek kumaşı üreten fabrika var. Aylık üretimler bazen milyon metreleri geçiyor.

Gerçekten kaliteli kumaşlar çıkıyor Denizli’den. Avrupa’nın birçok ünlü markası buradan alıyor kumaşlarını. Sonra marka oldukları için burada yüksek fiyatla satılıyor ürünleri. Küçük bir amlem var, o görülsün diye o parayı veriyorlar.

Parayı ambleme mi veriyoruz?

En güzel yorum bu… Evet, parayı ambleme veriyoruz. Tamam desen falan filan farklı ama rakam yüksek.

denizli-kahve-sohbetleri-engin-unal-terzi-atalay-coza-ic-4

TERZİ SÖKÜĞÜNÜ DİKEMEZ Mİ?
O zaman şu soruyla bitirelim mi sohbeti? Terzi söküğünü dikemez mi?

Terzi söküğünü diker, çok güzel diker. Ama yoğun çalıştığında kendi söküğünü dikemediği zaman oluyor tabii…

Son bir şey daha söylemek istiyorsunuz sanıyorum?

Öğrenmek isteyen gelsin, ben bu mesleği öğreteceğim. Fakat yok, bulamıyorum. Benim sıkıntım şu: Gömleğin yanında pantolon isteyen de oluyor. Fakat ustamız olmadığından, ceket ve pantolon işine giremiyorum. Bütün terzi arkadaşlara haber saldım. Aylık 2 bin lira ücret vereceğim pantolon dikebilen ustaya. 3-4 aydır söylüyorum ama gelen yok. Yapacağı iş kendi kesip, kendisi dikecek.

“Denizli’de turizm yatırımcısı yok”

$
0
0

ickapak

ickapak

Haftalık görüşme notlarına geçmeden önce kısa bir anekdotla başlayalım.

Geçen haftalarda TBMM tutanaklarında Pamukkale görüşmelerine yer vermiştik. O görüşmelerin biride zamanın Kültür Bakanı Agah Oktay Güner ve Denizli Milletvekili Hilmi Deveci arasındaki, 12.06.1996 tarihli tartışmaydı. Hilmi Deveci’nin sorularına gayet olumlu yaklaşan Bakan Güner, “Bütün bunları derli toplu bir biçimde ele almak için, valilikte, istimlak kararlarını, yerinde, mahallî idarecilerle görüşmek için, bu ayın 23’ünde, bütün Denizli milletvekillerini de davet ederek, mahallî idarelerin temsilcilerinin de katılacağı bir toplantı yapacağız. Bu toplantıya katılacak ilim adamları, proje müellifleri de, bu düğümleri teker teker kendi gerçeğinde görmemize imkân verecek” açıklamasını yapmıştı. Biz de meraklanmıştık, “23 Haziran tarihli o toplantı yapıldı mı” diye.

Konuya vakıf olanlardan birisi, dönemin Bayındırlık İl Müdürü Mehmet Acar. Sonraki hafta Mehmet Acar’ın da bulunduğu Ali Marım görüşmesinden sonra bir akşam Mehmet abi aradı. “Ali Bey’le görüştüğün zaman sonradan hatırladığım bir anıyı aktarmak istiyorum” dedi.

“Tamam Mehmet Abi” dedim, “kent dışına çıkıyordum, gelince buluşalım” diyerek sözleştik. Dönüşte kendisini arayıp o anıyı sordum.

Çınar civarında, mütevazi resim atölyesinde, eskilerden A.İlhan Karabay’la resim çalışırken verdiğimiz kahve arasında konuştuk. Tarihini tam hatırlayamadığı bir Pamukkale 0toplantısıydı sözünü ettiği.

“Biz” dedi, “Bakan Agah Oktay’ın da katıldığı bir Pamukkale toplantısı yapmıştık o zamanlar. Toplantıya Vali Yusuf Ziya Göksu, Daire Müdürleri Belediye Başkanları ve ilgili kurum temsilcileri katılmıştı. Bakan sordu, ‘Pamukkale’deki oteller neden hala yıkılmıyor?’ Hiç kimseden ses yok. Gözünün önündeki Vali’den de ses çıkmıyor. ‘anlaşılmayan bir şey bu yıkımların gecikmesi’ diyor Bakan. Eski Belediye Başkanı Ali Marım’ın söylediği doğru, Özel İdare oteli yıkılmıyor ama diğer özel otellerin bazılarında da yıkım gecikiyor. Tabi burada ilişkiler, yerel eşraf ilişkileri buna engel oluyordu o başka. Bir de ben o günlerde bir şey daha duydum. Daha doğrusu, güvenilir birisi gördüğü bir şeyi anlatmıştı. Daha yukarıda, tiyatronun arka tarafında, o bölgedeki köylüler tarafından bazı evler yapılıyor. Bu evlerin içinde bir tane de otel açılıyor. Zamanın kültür müdürü o kaçak otelin açılışına katılıyor. O nedenle kaçak otelin yıkılması da biraz sürüncemede kalmıştı.”

Mehmet Acar’ın anlattığı toplantı, sanırım Agah Oktay Güner’in Bakanlığının son günlerine rastlıyor. 12 Haziran 1996 tarihli meclis oturumunda sözünü ettiği 23 Haziran toplantısı anlaşılan yapılmış. Anlaşılan diyorum, A.O.Güner bir daha Bakanlık yapmadığına göre yapılan toplantının başka açıklaması olamaz. Bunu da Mehmet Acar abimizden, tarihini hatırlamasa da, böylece öğrenmiş oluyoruz.
***
Turizm yazılarımızın en önemli bölümünü Pamukkale üzerine görüşme, gezi ve söyleşilerin oluşturacağını baştan belirlemiştik. Yaptığımız ön çalışmanın işaret ettiği ve bizim yazma planlamamıza yön veren en önemli saptama bu oldu.

Nitekim haftalardır devam eden yazıların ana teması doğrudan Pamukkale merkezli bölgesel turizm oldu. Görüşme ya da gezilerimizde girdiğimiz tüm yollar bizi Pamukkale’ye çıkardı. Konaklama işletmelerinin, catering hizmetlerinin, halı sektörünün ve eğlence merkezlerinin kendini bağımlı hissettiği tek yerin Pamukkale olduğunu gözledik.

Bu durumun sakıncası da yararı da var. Ama daha önemlisi, var olan turizm kısır döngüsünün açılması amacıyla geliştirilecek turizm projelerinin uygulama alanı için Pamukkale önsel olarak dikkate alınmak zorunda. O nedenle benzeri türden değerlendirmeler içeren yazılarımızı bir-iki hafta kadar erteleyip, sektöre ilişkin son görüşmelerimizi kayıt altına almaya çalışacağız.

Örneğin, bir dönemin parlayan sektörü halıcılık giderek irtifa kaybediyor, neden? Oysa bu günkü turizm konaklama ilişkileri ve biçiminin oluşmasında aslan payı bu sektöre biçiliyor. Bu görüş aynı zamanda olumsuzlama içerdiği için neden sorusunun cevabı bizce daha da önemli. Tüm bunların ötesinde resmin bütününü kavramak açısından bakalım. Denizli turizmini şekillendiren başlıca sektörlerden birisi halıcılık. O nedenle nasıl gördüğümüzden çok, somut olarak günümüzde turizmi etkileme gücü ne, ona bakmak gerekiyor. Sektörde hala iddiasını sürdürenlerle görüşmeleri yazacağız.

2

HALİT POLAT’LA SÖYLEŞİ
Bu hafta yine sektörel bir temsilciye, konaklama-otel sektörünün Denizli’deki en eski temsilcilerinden sayılan Polat Hotel sahibi Halit Polat’a yer vereceğiz. Sohbet havasında süren görüşmemizden dikkate değer bazı notları aktaracağız. 27 yıllık Pamukkale otel turizmciliğinden çıkan deneyimini sizlerle paylaşacağız.

Halit Polat “9 yaşında Denizli’ye geldim” diyor. O günden sonra ayrılmamış.
Denizlili yatırımcı var mı bu bölgede sorusuna yanıt verirken, “ben varım” diyor. Çünkü 9 yaşında Bayramyeri’ne geldiği bu şehirden hiç ayrılmamış. O nedenle kendisini Pamukkale-Karahayıt bölgesindeki yatırımcılar içinde tek yerli sayıyor.

Zaman zaman kesilerek devam eden sohbette aldığım notlar içinde hiç kuşkusuz birkaç önemli nokta vardı. Bunlar içinde bir tanesi, örenyeri gelirlerinin kent ve bölge turizmi için bir yatırım sermayesine dönüşmemesi konusundaki söyledikleriydi. Bir diğeri, yatırımcı tesis sahiplerinin, var olan sorunların aşılması için birlikte hareket etmelerinin zaruri olduğu tespitiydi. Ayrıca, yapılacak projelendirmenin mutlaka sağlık temelli bir termali öngörmesi gerektiği saptamasıydı. En önemlisi de havayolu taşımacılığı alanında atılacak adımlardı. Havaalanı ve taşıma sistemi, uluslararası bağlantıları kolaylaştıracak bir düzenlemeye kavuşmalıydı. Sarayköy ovasına bir havaalanı projesi neden hala düşünülmesindi?

Bir de istihdama katkısı meselesi var ki, kanımca üzerinde dikkatle durmaya değer konulardan birini oluşturuyor. Turizm Meslek Yüksek Okulu kurmak ve öğrenci yetiştirmek Pamukkale Üniversitesine düşen bir görev olabilir ama istihdam sağlayacak olan yatırımlardır. Başta oteller olmak üzere hizmet kalitesini yükseltmeyi ne kadar önemserlerse, okul o ölçüde eğitim değerini arttırır, eğitim değeri arttığı ölçüde hizmet alan turistin Pamukkale imgesi olumlu olarak güçlenir.

Pamukkale’yi cennet olarak tarif edip antik havuzu Kleopatra’ya atfetmek işte o zaman gerçek karşılığını bulur.

4

PAMUKKALE CENNET Mİ?

Biz ilk olarak “burası sahiden cennet mi” diye soruyoruz Halit Polat’a;
Pamukkale turizmin cenneti diyorlar. Hayır hiç doğru değil. Ben tersini söylüyorum, turizmin cehennemi burası” diye yanıt vererek başlıyor sohbete.

Herkes benzer şeyler söylüyor. Her yerde aynı şikayet var.

Kardeşim ben işin gerçeklerini söylüyorum, doğrusunu söylüyorum. Gerçeklerle bütünleşmediğiniz müddetçe gerçekleri yakalayamazsınız. Bu bölgenin ciddi bir yapılaşmaya ihtiyacı var. Uzun yıllardır yatırımcılarda bıktı, yoruldu. İş birleşmeden geçiyor deyip birlik olduk, en uzun 5 yıl dayandı. Ama yine bu iş olmadı, yine bu tesisler verimli olmadı.

PATERO NEDEN DEVAM ETMEDİ?

PATERO neden devam etmedi?
Bunun en büyük sebebi; o dönemde bu tesisler kısmen de olsa biraz ayakta durma imkanına sahip olması.Müdürler de kendi patronlarının beynini yıkayarak saltanatlarını yürütmek istediler.

Yani işler biraz düzelince hep öyle olacak mı sandılar?
Tabi tabi, bizim kendi tesisimiz daha iyi işlesin, iş yapsın, daha iyi paralar kazanırız diye patronlarını etkileyerek eski durumun devam etmesini sağladılar. PATERO kötü bir sistem değildi. Doğru bir yapılandırmaydı. Termal tesis projesi vardı, her şey için bir güçtü.

Antik kent içindeki yapıların, mesela müzenin, tiyatronun turizm için rasyonel değerlendirildiğini düşünüyor musunuz?
Tiyatroyu düşünün. Konser verilen yer, neredeyse yıkılacak duruma geldi bırakıldı.
Bu bölgenin kaderi midir bilmiyorum. Bunlar tutuyor, Pamukkale’de şunu bunu yapacağız, hastane inşa edeceğiz, birçok girişim başlatacağız, birkaç toplantı, projeler… Arkasından başka bir vali geliyor, başka projeler falan…

1
PAMUKKALE: VALİYİYEN

Peki, neden burası onca valinin başını yedi?
Şimdi bakınız, az olsa bile bu bölgede ciddi yatırımlar var. Ama bu yatırımlar hep kaybeden yatırımlar. Hep kaybetmiş, hep kaybetmiş. Her gelen yeni projeler üretmiş ama yine yatırımlar kaybetmiş. Değişen hiçbir şey yok. Bakın geçen dönemdeki Vali (Abdülkadir Demir), hemen üniversiteye bağlı termal merkezi kuruyor, günlük bilmem kaç yüz kişi günlük hasta kabul ediliyor, otellerle protokol yapılacak-ki bu ayrı mesele- ama yapılması mümkün değil. 1996 mı, veya 97’de Turizm Bakanlığı’ndan ben aldım oraları. Daha önce devletin bir kurumundaydı. 5 milyon dolar kadar bakanlıktan, 3 milyon dolar özel idareden, 4 milyon dolar kadar da biz yatırımcı olarak, bir 20 milyon dolarlık bütçe hazırladık. Bu sefer orada, bizim PATERO’dan verimli sonuç alınamaması işleri durdurdu.

Orası PATERO’ya devredilemedi mi?
Devir olmadı. Yani Denizli eşrafı da sahiplenmedi bu girişimlere. Hem şikayet ediyorlar, hem sahip çıkmıyorlar, bir de bu tesisleri öcü gibi görüyorlar. Yahu al aileni gel akşam havuz başına otur yemeğini ye! Bu tesislerde 2-3-5 bin kişi çalışıyorsa, bu şehrin çocukları çalışıyor.

DENİZLİLİ TURİZM YATIRIMCISI YOK

Bu hatırı sayılır büyük oteller içinde kaç tane Denizlili yatırımcı var?
Hiçbir tane yok. Bir ben varım, ben de çok küçükken geldim de kendimi Denizlili sayıyorum. Yoksa başka hiç buralı yatırımcı yok. O nedenle bu bölgenin kaderi mi diyelim bilmiyorum, bir türlü şehre kendini kabul ettiremedi.

Şimdi, günlük turizmi aşmanın bir yolu, burayı kentlinin sahiplenmesi diyorsunuz. Bir de termal sağlık merkezi. Başka yöntem veya yöntemler ne olabilir?

Şimdi bakınız, buradaki işlerin düzelmesi demek, yeni istihdam olanakları demektir. Bundan sonra yeni yatırımlar için yol açılır, yeni projeler üretirsiniz, yeni reklam bütçeleri yaparsınız. Siz bir reklam bütçesi yaparsanız ciddi manada tanıtım yapamaz mısınız? Bu bütçenin bir kısmını incoming için acentelere tanıtım işine ayırırsınız, bir kısmını basılı görsel reklama ayırırsınız.

Düşünün şimdi buradan çıkacak ve 80 km. yol gideceksiniz havaalanına ulaşmak için. Ya kardeşim Denizli’nin nüfusu ne? Şehrin Çardak’a kadar genişlemesi belki bir asrı geçer. Havaalanı ovada bir yerde olsaydı, gerçekten dış hatları, charterleri vs. uçmuş olsaydı her şey bambaşka olurdu. Olmuyor böyle.

Anadolu’da teslim olunmaz. Biz bu sorunlara rağmen 27 yıl teslim olmamışız. Bundan sonra da gider bir şekilde. Ama yine de üzerine gidip başarıyı aramak lazım.

TURİST EN AZ 1000 DOLAR BIRAKMALI

Sizde turist ne kadar konaklıyor?

Bir gün daha fazla değil.
Peki sizin müşteriniz olan turistler Pamukkale’ye gidiyorlar mı?
Gitmez. Turist bir günlüğüne gelmiş. Nereye gidecek, nereye para harcayacak, kaç saat gezecek? Bakın saat şu anda 18.00. Onların bölgeye gelişleri 13-14.00 oluyor. Pamukkale’nin içinde en fazla bir tur atıyorlar, işi bitiyor. Bir öğle yemeği, bir traverten, bir otel, hepsi bu kadar.

Ben ne istiyorum, gelen turistin en kötü şartlarda 1000 dolar bırakmasını istiyorum. Buraya eğer bir milyon turist geliyorsa, en azından 1 milyar dolar bırakması lazım.

Pamukkale’ye geçen yıl 1milyon 800 bin turist geldiği hesap ediliyor. Biz diyelim 1 milyon 500 bin. Bıraktığı para nedir?
O sayı gerçekte bir milyonu geçmez. Bakın toplam 10 milyon dolar bırakmıyor. Ne bölgeye, ne Pamukkale’ye, ne de yakınlarına bu parayı bırakmıyor.

HALI SEKTÖRÜ İTİBAR KAYBETTİRDİ

Halı sektörüne de mi gitmiyor?

O da bitti. Kontrolsüz bir büyüme yaşandı. Bu günlük turist hadisesi de yine o halı yüzünden kuruldu. Gelsin bir gece otelde konaklasın Pamukkale’yi görsün, otelde yatsın, sabahın köründe yolcu edilsin. Halıcılar yüzünden çok itibar kaybedildi. Hollanda’da, Belçika’da birebir duydum, “sakın gitmeyin Pamukkale’ye, sakın!” diyorlardı. Yani itibar kalmadı. Sizin haber siteniz kadar biz burada başarılı yol alamadık velhasıl.

Ne yapmak lazım?
Şu haliyle hiçbir şey yapamazsınız. Öyle bir şansınız yok.

Peki şimdiyi geçelim, ileriye dönük orta ya da uzun vadeli projeler neler olabilir?
Pamukkale’de tek bir şirkete havale edilmiş değil, hepimizin kullanıp yaralanabileceği genel bir projenin uygulanması lazım. Bu proje sadece üniversiteye bağlı bir hastane de olmaz. Resmen sağlık amaçlı termal tıp merkezi olması lazım.

Bu proje hazırlanıp uygulamaya başlandığında, en az o yatırım bütçesinin yüzde 25’i oranında bir bütçe de reklam ve tanıtıma ayrılmalı. Böyle ileriyi gören geniş kapsamlı projeler hazırlandığı takdirde, işte o zaman inanılmaz yatırımcı gelir. Burada görsellik üst düzeyde, tarih inanılmaz boyutlarda. Travertenler başlı başına çekim merkezi.

3
PAMUKKALE’Yİ KİM İŞLETMELİ?

Pamukkale örenyeri işletilmesi biçiminin bu günkü duruma etkisi var mı?
Olmaz. Bu dediklerim olmadığı sürece Pamukkale’yi kim işletirse işletsin bir şey değişmez. Onlar her durumda o girişten alırlar, o havuzdan paralarını alırlar o kadar. Elbette Denizli’nin parası neden TURSAB’a gitsin diye sormak lazım. Ama şimdi kim işletirse işletsin halihazırdaki şikayet edilen durumu değiştirmesi mümkün değil. Yoksa o para neden yeni yatırımlarda, yeni tanıtımlarda kullanılmasın? O para olsa bütçe de kendiliğinden oluşur. Eski Valilerden bir-ikisi (Yazıcıoğlu ve Gazi Şimşek) “o parayı vermiyorum, isterseniz beni görevden alım” demişti. Nitekim vermemişlerdi. TURSAB’ın gelip Pamukkale’yi işleteceği aklımızın ucuna gelmezdi. Alınan giriş paraları Denizli’ye kalmıyor artık.

Yazık oluyor artık Denizli’ye de, Pamukkale’ye de.

Haftaya: Halı sektörü şimdi nerede?

DEBA’nın mirası Bereket Enerji’ye kaldı

$
0
0

denizli-seval-uysal-isin-asli-deba-nin-mirasi-bereket-enerjiye-kaldi-h

Denizli’nin ilk tekstil fabrikası Denizli Basma Sanayi (DEBA) satıldı. Alıcı; Ali Yağlı ve Ceyhan Saldanlı’nın sahibi olduğu, hepimizin AYDEM’le yakından tanıdığı Bereket Enerji. 100 dönüm arazisi olan DEBA, grubun merkez binası olarak kullanılacak. Fabrikanın içinde güneş enerji sistemleri üretilecek ve Pınarım Gıda’nın depo alanı olacak. İdari binalarda ise Bereket Enerji’nin patronları ve personeli yerleşecek. Fabrika ufak tefek tadilatlarla kullanıma giriyor, henüz mimari bir değişiklik gündemde yok! Bereket Enerji’nin patronlarından Ali Yağlı’nın söylediklerini yazmadan önce size DEBA’nın tarihini anlatmalıyım. Tekstil sektörünün gelişmesinde önemli rol oynadığı gibi bir döneme de damgasını vuran DEBA’nın tarihi bunu hak ediyor!

denizli-basma-ve-boya-sanayi

İÇİNDEN TARİH GEÇEN FABRİKA…
Denizli Basma Sanayi, DEBA, 1972 yılında Esat Sivri tarafından 100 ortak ve 17 bin lira sermaye ile kuruldu. Ortaklar arasında İhsan Cem, Kazım Manasır, Ahmet Kundak, Mehmet Ali Tan vardı. DEBA Kınıklı yolu üzerinde Mehmet Kayaoğlu’na ait batmakta olan deri fabrikasının üzerine inşa edildi. Fabrikanın projesini Cengiz Bektaş çizdi. İnşaat 1973’de başladı, 74’te tamamlandı. Makineler yurtdışından geldi, 250 kişiyle üretime geçti. Piyasada kısa sürede kendini kabul ettiren DEBA’nın rakipleri arasında Şark Sanayi Kumpanyası ve Bossa vardı. Denizli’deki Sümerbank bez fabrikası ise her geçen gün gerilemeye başlamış, rakip olmaktan çıkmıştı. Birkaç yıl içinde büyüdükçe büyüdü, çalışan sayısı 1000’leri aştı. İşçiler arasında DEBA efsane olmuştu. Denizli Basma’da çalışmak, geleceği güven altına almak demekti. DEBA’nın adı il dışına taşmış, Uşak’tan, Burdur’dan, Hatta Isparta’dan çalışmak için gelenler vardı, onlar için DEBA devlet kapısı gibiydi. Piyasa şartlarına göre iyi maaş veriyor, yılda iki ikramiye, çocuk parası ve yakacak yardımı yapıyordu. DEBA’nın patronu Esat Sivri TÜRK-İŞ’e bağlı TEKSİF sendikasını kendi elleriyle örgütleyerek, 1200 işçiyi bir gecede sendikalı yapmıştı. DEBA, Denizli’de yarattığı büyük istihdam, iyi ücret, iyi çalışma koşulları ve sendika gibi nedenlerle halk arasında efsane olurken, patronu Esat Sivri’de birikimini diğer sanayicilere yol göstermek üzere kullandı. Denizli sanayisinin kurulmasına öncülük etti, birçok işadamına fabrika ve makine alımında rehberlik etti, birçoğunu yurtdışı pazarıyla tanıştırdı. Bu nedenle ona yol gösteren anlamına gelen Duayen adını verdiler.

kenan-evren-ziyaret

O SİYASETE GİRMEDİ AMA SİYASET ONUN İÇİNDEN GEÇTİ!
DEBA’nın adı siyasetle anılmadı ama siyaset onun içinden geçti. Süleyman Demirel’i de, onu iktidardan deviren Kenan Evren’i de gördü. Demirel’inden Özal’ına, Evren’inden Çilleri’ne, Mesut Yılmaz’ından, Bülent Ecevit’ine kadar Denizli’ye gelen genel başkanlar, başbakanlar mutlaka DEBA’yı ziyaret etti. Bakanlar, milletvekilleri, sadece siyaset dünyası değil, iş ve sanat dünyası da DEBA’yı görmeden şehirden ayrılmadı. Çünkü DEBA müteşebbis ruhun örneği, kentin medar-ı iftiharıydı. Fabrikadaki makineler tam 40 yıl hiç durmadan aralıksız çalıştı.

Selem-Reklam

CHP-MSP koalisyonu, Kıbrıs savaşı, Amerikan ambargosu, MC hükümeti, devalüasyon, ekonomik kriz, askeri darbe, Yıldırım Akbulut, Mesut Yılmaz, Tansu Çiller hükümetleri, Ana-Yol, Ana-Sol hükümetleri, 91 Körfez krizi,94 finansal krizi, 97 Asya krizi, 99 Marmara depremi 2001 Anayasa krizi, 2007 ve 2009 global krizleri arasında yorgun düştü. 21 Mart 2013’te Denizli Ticaret Mahkemesi DEBA’nın patronu Esat Sivri’nin resmen iflas ettiğini duyurdu. Bu aslında herkesin bildiği bir şeyin, malumun ilanıydı. DEBA’nın uzun bir süre ekonomik krizle boğuştuğunu, işçilerin maaşlarını ödemekte zorlandığını, 2009’da da kapısına kilit vurup tarihe gömüldüğünü herkes biliyordu.

deba

DEBA BU KENTİN ENDÜSTRİYEL MİRASIDIR!
6 yıldır çürümeye terk edilen fabrika, aslında gelecek kuşaklara aktarılması gereken endüstriyel bir miras! İyi değerlendirilmesi durumunda Denizli’nin geçmişte olduğu gibi yine medar-ı iftar olabilecek potansiyele sahip. Aynı Bilgi Üniversitesi’nin renovasyon çalışmaları sonunda Santralİstanbul Kampusu’ne dönüştürdüğü Silahtarağa Fabrikası’nda olduğu gibi. DEBA’da Denizli’nin Santralistanbul’u olmayı hak ediyor. İyi bir proje ile neden olmasın?

yağlı-sandallı

Ali Yağlı’nın anlattıklarına gelince;
“DEBA’yı 4 yıl önce almak istedik. Kent merkezinde olan bu yere ulaşım rahat olacaktı. Ancak fiyatının yüksek olması bizi caydırdı. Dört yıl sonra yine bize nasip oldu, geçtiğimiz haziran ayında satın aldık. Elimizde böyle bir yer bulunsun istedik. İçinde ufak tefek tamiratlar yaptık. DEBA’yı endüstriyel katkı veren bir yer olarak değerlendirmek istiyoruz. Güneş enerji panelleri sisteminin üretimini burada yapacağız. Aynı zamanda grubumuzun merkez binası olacak. Bereket enerji ve Pınarım gıdada çalışan Yaklaşık 200 arkadaşımız burada çalışacak.”

Ali Bey gelecekle ilgili iyimser bir tablo da çiziyor. Endüstriyel mirası geleceğe nasıl taşıyacaklarına ilişkin henüz bir planlamaları yok, ancak kent adına prestij sağlayacak bir projeden yana. Ali Bey üniversiteyi bitirdikten sonra stajını Bilgi Üniversitesi’ne dönüştürülmüş Silahtarağa Fabrikası’nda yapmış. “Belki”diyor Ali Yağlı burada ne yapmamızı isterseniz diye halka sorarız.

Belki yerine iş merkezleri, konutlar veya rezidanslar yapılacak! Oysa DEBA kent belleğinde önemli bir yere sahip ve her önemli anı bina gibi korunmayı, korunarak dönüşmeyi hak ediyor. Bunun örnekleri var mı derseniz, var efendim var! En güzel örnek elektrik fabrikasından korunarak üniversite kampusuna dönüştürülen Bilgi Üniversitesi Santralistanbul kampusudur! Merak etmeyin bütün bildiklerimi sizinle paylaşacağım çünkü; DEBA’nın tarihi bunu hak ediyor.

 

Onların ki pahalı bir tutku

$
0
0

denizli-engin-unal-denizli-klasik-otomobil-kulubu-baskani-hikmet-ok-h

denizli-engin-unal-denizli-klasik-otomobil-kulubu-baskani-hikmet-ok-h

Yaşları hayli genç… Çoğu 25-30 yaş grubundan. Ama sahip oldukları arabalar babalarıyla yaşıt neredeyse. Pahalı tutkunun sahiplerinin elinde 1956 model otomobil de var, 1978 model de. Kimi ABD üretimi, kimi Türk malı. Ortak yanları klasik olmaları bu otomobillerin

Yaşlı arabaların genç sahipleri, kendi ihtiyaçları için harcayacakları paraların bir bölümünü klasiklere aktarırken, bir çatı altında toplanabilmek için Denizli Klasik Otomobil Kulübü’nü kurmaşlar bu yılın nisan ayında. “Alkol ve uyuşturucu bizim kulübün kapısından giremez” diyor ve modifiyeden de özellikle uzak durduklarının altını çiziyorlar. İşte kulüp üyeleri adına başkan Hikmet Ök’ün söyledikleri…

denizli-engin-unal-denizli-klasik-otomobil-kulubu-baskani-hikmet-ok-ic-2

MÜZİK VE KLASİK OTOMOBİL TUTKUSU
Sohbete sizi tanıyarak başlayalım isterseniz?

1990 doğumluyum. Daha çok müzikle ilgilendim. Ama klasik otomobil ayrı bir tutkuydu benim için. Param oldukça oraya daha çok harcıyorum. Benim için vazgeçilmez bir hobi klasik otomobiller.

Bu tutku nasıl başladı?

Dedemin 1965 model Ford Taunus marka otomobili vardı. Onunla bir arkadaş grubuna katıldım. Orada bulunanlarda İmpala, Anadol ve klasik tabir edebileceğimiz çok sayıda otomobili görünce bir kıpırtı oldu içimde. Beş yıl önce böyle başladı benim klasik otomobil tutkum.

Sizde klasik otomobil tutkusu yaratan o otomobili anlatır mısınız biraz?

Taunus, Alman üretimi, makaslı bir araç. M-17’dir. Uzun pasodur. Kısa pasolar tek kapılıdır. Türkiye’de sayısı da azdır. Bu nedenle çok değerli kabul edilir klasikler arasında.

Dedenizin gençliği, babanızın gençliği, sizin çocukluk yıllarınız bu araçla geçmiş anlaşılan…

Aynen öyle. 38 yıldır bizim ailede.

Bu kadar yaşlı bir araç… Size sorun çıkarmıyor mu? Hala kullanabiliyor musunuz?

Arada nadiren gezmeye çıkıyorum. Ama sıkça sorun yaratıyor. Bunlara bir yerden sonra alışıyorsunuz. Arızaları problem gibi görmüyorsunuz zamanla.

denizli-engin-unal-denizli-klasik-otomobil-kulubu-baskani-hikmet-ok-ic-5

65 YAŞINDA GENÇLERLE KOL KOLA
En önemli sorun sanıyorum yedek parça… Bu tür sorunları nasıl aşıyorsunuz?

Bunların üstesinden daha kolay gelebilmek için kulübümüzü açtık. Neden kulüp? Şunun için… Bir motor ustamız var, 65 yaşında. Suudi Arabistan’da uzun yıllar çalışmış mesleğiyle ilgili. 4, 5, 6 silindirli motorların hepsini teknik olarak biliyor. Hep klasiklerle uğraşmış genelde. Kulübü açınca “gel bizimle çalış” diye önerdik, kabul etti. Motor işinde bu ustayla sıkıntıyı aşmış olduk.

Kaporta işi olduğunda ne yapıyorsunuz?

İzmir’den geldi, 45 yaşlarında bir ustamız var. Piyasada bilinmedik araçlarla ilgilenmiş hep. Monte Carlo gibi klasik araçlarla ilgilenmiş. Kaportalardaki hasarı gidermede çekici ustaca kullanıyor.

Kazada kaporta öyle bir hale gelir ki, çekiç darbeleriyle düzeltmek olası değildir. Bu durumda nereden buluyorsunuz ihtiyacınız olan kaporta ürününü?

Yeni bulmanız mümkün değil. Onun için çekiçle düzeltmek gerekiyor. Çalışma sırasında çekicin sesi bir müzik gibi gelir size. Doğrultma yapılamayacak kadar hasar varsa, bu kez hurdacılarda arıyoruz o parçayı.

ÜÇ KLASİK OTOMOBİL SAHİBİ
Sizde kaç klasik otomobil var?

Üç tane… 1978 model Mercedes Benz, 1960 model Phantom Mercedes ve 1965 model Ford Taunus. Hepsine de gözümüz gibi bakıyoruz.

Babanızda da sizdeki klasik sevgisi var mı?

Var ama benim kadar tutkulu olduğunu söyleyemem. Biraz daha uzak duruyor. Daha çok yeni taraftarı.

denizli-engin-unal-denizli-klasik-otomobil-kulubu-baskani-hikmet-ok-ic

KLASİKCİLER AYNI ÇATI ALTINDA
Kulüp kuracak sayıya ulaştıysanız, klasik tutkunu hayli var demektir Denizli’de. Kulübü ne zaman nasıl kurdunuz?

5 Nisan 2015’te kurduk kulübü. Arkadaşım Ozan Karalar ile oturup konuştuk. Denizli’de bizim bakış açımızdan faaliyet gösteren bir otomobil kulübü yok. Araştırma yaptık ve 20 değişik markada klasik otomobil olduğunu öğrendik. Denizli’de en eski otomobil 1949 model Chrysler. Zaten 1949 ile 1980 aralığında Denizli’deki otomobiller.

Kaç üyesi var kulübünüzün?

Kulübümüzün şu andaki üye sayısı ise 20. Aralarında birden fazla klasik otomobil sahibi olanlar var.

Üyelerinizin sahip olduğu araçların modelleri hangi yıllara uzanıyor?

1956 model Chevrolet Bel Air, 1960 model Phantom Mercedes, 1965 model İmpala, 1978 model Chevrolet ve Mercedes ilk aklıma gelenler.

Yerli araç yok mu?

Var tabi ki… Üç tane Murat 124, iki tane de Anadol var. Biz klasikte şuna önem veriyoruz; kesinlikle modifiye olmayacak. Örneğin orijinal jantı neyse o takılıyor. O dönemde kullanılan aksesuarlar neyse onlar takılıyor. Fazlasını bulamazsınız.

denizli-engin-unal-denizli-klasik-otomobil-kulubu-baskani-hikmet-ok-ic-3

GİDERLERİ KARŞILAMANIN YOLU
Sizinkisi pahalı bir hobi değil mi?

Evet, pahalı bir hobi…

Nasıl karşılıyorsunuz giderleri?

Sahibi olduğumuz otomobilleri düğün, sünnet gibi organizasyonlara kiralıyoruz. Artı herkesin kendi işi var. Aracımıza bakabilmek için kendimizden tasarruf ediyoruz. Yani 10 lira harcamamız gerekiyorsa 5 lira harcayıp, artırdığımız parayı otomobilin giderlerinde kullanıyoruz. Arabalara yaptığımız harcamayı kendimize yapsak, kesinlikle daha sağlıklı oluruz. Ama onlar bizim çocuğumuz gibi. Bebeğe bakar gibi bakıyoruz onlara.

HURDACILAR ONLARIN DOSTU
İlla ki orijinal parça diyorsunuz da nasıl bulacaksınız 1960 model aracın parçasını?

Chevrolet en kolay bulunanı. Çünkü fabrika hala üretimde. 1965 model İmpala’nın tamponu hala daha üretiliyor. Ama onu alabilmek o kadar kolay değil, çünkü çok pahalı. Biz ne yapıyoruz? Hurdacılara, “araba mezarlığı” denilen yerlere gidiyoruz. Bakıyoruz, parça bizim işimizi görür mü görmez mi? Karar verdiğimizde alıp geçiyoruz.

Bir şekilde hurdacılar sizin dostunuz?

Evet, evet… Artık onlarla tanışıyoruz. Onlar bizim dostumuz.

denizli-engin-unal-denizli-klasik-otomobil-kulubu-baskani-hikmet-ok-ic-1

SIFIR KM OTOMOBİL Mİ, PARA HARCATAN KLASİK Mİ?
“Benim koleksiyonumda olmalı” dediğiniz otomobiller var mı?

Tabi ki var… 1959 model bir İmpala, 1977-78 model Jaguar… Bunlar koleksiyonumda mutlaka olsun istiyorum.

Bunları alabilmek için bol paranız olmak durumunda…

Elbette… Döneminin en iyi otomobili, rüya otomobilidir 1959 model İmpala. Onun hurdaya çıkmışını bile alabilmek için 50-60 bin lirayı gözden çıkarmanız gerekir. Masrafını da eklediğinizde, maliyeti 150 bin liraya kadar çıkar.

Oysa 150 bin liraya sıfır kilometre ve hayli kaliteli bir otomobil almanız mümkün…

Doğrudur ama bu bir zevk işi, keyif işi.

O zaman şöyle sorayım: Bir tarafta 150 bin lira değerinde sıfır kilometre otomobil, diğer tarafta sözünü ettiğiniz klasik sayılan eski model bir araç. Birisi masrafsız, diğeri masraf gerektiriyor. Hangisini tercih edersiniz?

Kesinlikle klasik olanı tercih ederim. Evet, ona cebimden para harcayacağım ama ona sahip olabilmenin keyfi ve özelliği anlatılamaz.

denizli-engin-unal-denizli-klasik-otomobil-kulubu-baskani-hikmet-ok-ic-4

MİLLİ BAYRAMLARDA KORTEJ YAPMAK İSTİYORLAR
Klasik tutkunlarının gezi gibi organizasyonları olur. Böyle etkinlikler düzenliyor musunuz?

İzin verilirse milli bayramlarda kortej yapmak istiyoruz. Piknik ve sergi gibi etkinlikler yapıyoruz. Diğer şehirlerde yapılan etkinliklere katılıyoruz. Ankara’da bir etkinlik vardı. Türkiye genelinde 50 zaraç katıldı. Denizli Otomobil Kulübü 10’uncu oldu. Oraya Murat 124 ile gittik. İyi ki bu araçla gelmişsiniz diye övgü aldık.

Türkiye genelinde kaç otomobil kulübü var?

50 dolayında diyebiliriz. Ama yakın gelecekte sayıları hayli artacaktır. Türkiye’de en genç yönetim kuruluna sahip kulübüz.

Aile büyükleriniz ne diyor ilgi alanınıza çokça zaman ayırmanıza?

Destekliyorlar, çünkü biz çok farklı bir yapıya sahibiz. Düzgün insanlardan oluşuyor. Alkol, uyuşturucu kesinlikle yok. Kulüp binasına alkollü girilmez. Bayan üyelerimiz de var. Eşi ve çocuğuyla geliyorlar. Dolayısıyla güzel bir ortam oluşturduk.

GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ…

$
0
0

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-11-11-2015-h

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-11-11-2015-h

Tıp Balosu’nda doktorlar, festivalde demir dövme, siyaset ve iş dünyasından temsilciler ile “geçmiş zaman olur ki” diyoruz bir kez daha…

foto-3

DOKTORLAR EĞLENİYOR
Hastane ve muayenelerinde yoğun bir tempoyla çalışan hekimlerin özel hayata dair zamanları kısıtlıdır. Kısıtlı zamanlarında bir araya geldiklerinde ise o anın keyfini çıkarırlar. Tıp Balosu’nda çekilen bu fotoğraf karesinde olduğu gibi. Sunuculuğunu Tuğrul Erkan’ın yaptığı bu baloda Özcan Söğütlüoğlu, Selahattin Hersekli ve Mustafa Bülbül deyim yerindeyse tam bir yorgunluk attı.

foto-40

ÜNLÜ İŞADAMI DEMİR DÖVERKEN
Gaziantepli ünlü işadamı Abdülkadir Konukoğlu, bir dönem Denizli ile hayli ilgiliydi. Kentte bulunduğu anlarda davet edildiği etkinliklere katılmaya da özen gösterirdi. İşte bunlardan birisi… Yatağan Bıçakçılık Festivali’nde yöresel kıyafetler giyen Konukoğlu, bir ustayla birlikte demir döverken…

gecmis-zaman-olur-ki-yeni-haber-arasi

foto-41

MÜFTÜLER AİLESİ BİR ARADA
Müftüler Ailesi’ni bir arada gösteren bu fotoğraf karesi epey eski. Fotoğraftakiler (soldan sağa) Faik Müftüler, Ahmet Müftüler, Haluk Müftüler, Asmuan Müftüler, Zeynep Müftüler ve Filiz Müftüler Bakırsoy.

foto-43

SİYASETİN ERKEN SÖNEN YILDIZI
İsmail Cem… Türk siyasetinin yıldız gibi parlayan isimlerindendi. TRT Genel Müdürlüğü, gazete yöneticiliği, Kültür Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı yaptı. 2002’de DSP’den istifa eden isimlerle birlikte YTP’yi kurdu ve partinin genel başkanlığına getirildi. Kısa süren YTP rüzgarında, Türkiye gezisine çıkıp hareketi anlatmaya başladı. O gezilerden birisinde yolu Denizli’ye de düştü. Cem’in Denizlili işadamlarına seslendiği toplantıda çekilen bu fotoğrafta Ufuk Semercialbaz ve Mehmet Ünal da yer alıyor.

foto-46

DOSTLAR BİR ARADA
Bir davette çekilen fotoğraf karesinde yer alanlar hep dost kaldı. Kimler mi var bu karede? Başlıyoruz saymaya (soldan sağa) İlter Panayır, Gülin Helvacı, Necip Helvacı, Nail Kalemci, Uğur Saraçoğlu ve Musa Çelikkol…

TÜRSAB İkinci Başkanı Firuz Bağlıkaya: PAMUKKALE’Yİ TÜRSAB’IN İŞLETMESİ YANLIŞTIR

$
0
0

ic_kapak

ic_kapak

Geçen hafta yazımızı bağladığımızda, bu hafta için halı sektörünün Denizli turizmi içindeki yerini ele alacağımızı duyurmuştuk. Şimdilik bunu erteliyoruz.

Nedeni basit: Birkaç hafta önce Denizli Turistik Otelciler ve İşletmeciler Derneği’nin (DENTUROD) sonbahar buluşması adıyla düzenlediği akşam buluşmasına katıldık. Burada dernek Başkanı Gazi Murat Şen ve sektörün bilinen simaları ile sohbet ettik.

Son olarak hafta başında, yaklaşan TÜRSAB seçimlerinde uzatmalı Başkan Başaran Ulusoy’un karşısına aday olarak çıkan Birlik İkinci Başkanı Firuz Bağlıkaya’nın sektör temsilcilerine verdiği yemekli aday tanıtım toplantısına katıldık.

Halı sektörünün turizm açısından değerlendirmesini içerecek olan görüşme ve yazımızı bu toplantılar nedenle gelecek haftalara erteledik. Çünkü bu toplantıların birkaç hafta sonra yazı değeri kalmayacaktı. Güncel toplantılardı ve hem esprisi, hem de aktörlerin rolü güncelliğini yitirdikten sonra bizim dizimizi pek doğrudan ilgilendirmeyecekti.

Örneğin, TÜRSAB İkinci Başkanı Firuz Bağlıkaya’nın, manşetimize başlık olan “Pamukkale ve diğer örenyerlerinin TÜRSAB tarafından işletilmesini doğru bulmuyorum” ifadesi, seçim dönemine özgü çok önemli bulduğumuz bir değerlendirmeydi. Birkaç hafta geçip, seçim gerçekleştikten sonra bu yaklaşım değişir mi bilinmez ama şimdiden bir vaad gibi değerlendirilip kayda alınmalıydı.

Keza DENTUROD Başkanı Gazi Murat Şen, Turizm teşvik kanununun yetersizliğine vurgu yapmış, yetersiz teşvik sıkıntılarına değinmiş, ayrıca kayıt dışı çalışma ve hizmet kalitesi gibi konularda görüşlerini paylaşmıştı. Sezonun sona erdiği bu günlerde fazla gecikmeden o görüşleri ilgili kamuoyu ile sıcağı sıcağına paylaşmak gerekiyordu…

***

Önce DENTUROD akşam toplantısı sonrası yayınlanan haberimize yer verelim.  Göreceğiz, baştan itibaren yazdıklarımızda dile gelen sorunlardan çok farklı bir şey söylemiyor. Ek olarak kayıt dışı çalışmanın hem hizmet kalitesi, hem de denetim, pazarlama ve ulaşım alanlarında yol açtığı sıkıntılara değiniliyor.

Denizlihaber.com’da yayınlanan haberin bir bölümü şöyle:

“DENTUROD üyelerinin katılımı ile düzenlenen derneğin sonbahar değerlendirme toplantısına, derneğin dönem Başkanı Gazi Murat Şen ve yönetim kurulu üyeleri ev sahipliği yaptı.

Toplantı boyunca yapılan sohbetlerde 2015 yıl turizm sezonu değerlendirmesi yapılırken, 2016 yılı için beklentiler ve yeni projeler üzerinde duruldu.
Özellikle Pamukkale merkezli turizm akışı ile ilgili yapılan değerlendirmelerde, turistin doğrudan ulaşımı ve termal sağlık merkezi konuları ele alındı.

THY’nin doğrudan bölgesel uçuşlar konusundaki tutumunu değerlendiren dernek üyeleri, bu uçuşların gerçekleşmesi gerektiğini belirttiler. Turizm Teşvik Kanunu’nun yeterliğine de değinen DENTUROD üyeleri, kanunun ve teşvik sınırlamalarının yarattığı sıkıntıya dikkat çektiler.

Otel işletmecilerinin farklı güncel sorunlarının yanı sıra, Bakanlık belgesine sahip olmayan otel işletmeciliğinin yarattığı sıkıntıya da değinen DENTURO sonbahar etkinliği katılımcıları, sorunların çözümü için mesleki bir çatı örgütü kurulması gerektiğini belirttiler.

Konuya ilişkin sorularımızı yanıtlayan Dernek Dönem Başkanı Gazi Murat Şen, sektörün sıkıntılarının çeşitli olduğunu, bunların başlıca; tesisler, denetim, pazarlama, ulaşım, kayıt dışı çalışma ve hizmet kalitesi gibi konularda düğümlendiğini belirtti.

Özellikle ulaşım konusuna değinen Şen, “Denizli turizmi için olduğu kadar, bölge turizmi için de en önemli unsur THY doğrudan uçuşlarıdır. Rantabl bir bölgesel destinasyon alanı için olmazsa olmaz şartlardan biri budur. Ayrıca 1982 tarihli turizm teşvik kanunu güncellenmelidir. Zamanında çok önemli olan kanun, geçen zaman zarfında gerek başka kanunların kısıtlaması ve gerekse uygulamada yaşanan çok başlılık yüzünden etkisini yitirmiştir. Ülkemizde son yıllarda adeta turistik otel enflasyonu yaşanmaktadır. Bu hem teşvikleri kısıtlamakta hem de haksız rekabete yol açmaktadır. Yeni yatırımlar kontrol altına alınarak yatak enflasyonu engellenmelidir” dedi.

***

DENTUROD ve Başkanı Gazi Murat Şen ile başka görüşmelerimiz olacak. Özellikle “Denizlili turizm yatırımcısı yok” iddiasını ele alan, ‘neden yok’ sorusuna yanıt arayan bir görüşme yapmaya çalışacağız. İlerleyen haftalarda bu görüşmeyi sütunumuzda okuyabilirsiniz.

***

TÜRSAB İkinci Başkanı sıfatıyla Firuz Bağlıkaya’nın görüşlerine geri dönersek; üç argüman bizim için önemliydi. Birincisi, Pamukkale turizm alanının bir destinasyon olarak değerlendirilmesine karşın neden destinasyon özelliklerine sahip olamadığı, ikincisi, TÜRSAB’ın bir mesleki sivil kuruluş olarak örenyeri işletmelerini üstlenmiş olması, son olarak Pamukkale’nin Birlik nezdinde gerektiği değeri görüp görmediğiydi.

Bağlıkaya bu konuda görüşlerini sakınmadı. Açıkça yanıtladı. Bu yanıtların birer seçim yaıtırmı mı olduğu, yoksa gerçekten inançla söylenmiş fikirler mi olduğu zaman içinde ortaya çıkacak. Ne zaman? TÜRSAB seçimleri sonuçlanıp, adaylık iddiasının vadetme politikasına gerek kalmadığı zaman. Yani Aralık ayının ilk haftalarında.

O zaman gerçek testi yapmış olacağız. Biz şimdilik TÜRSAB İkinci Başkanı ve TÜRSAB Başkan Adayı sıfatıyla Firuz Bağlıkaya’nın ‘bağlayıcı’ bulduğumuz fikirlerine yer vererek o zamanı bekleyelim.

4

***

Firuz Bey, Pamukkale çok önemli bir turizm pazarı olmasına rağmen, gerçekten turistik bir destinasyon muamelesi görüyor mu sizce?

- Türkiye’de Kapadokya bölgesi haricinde gerçek destinasyon tanıtımı yapılmış başka bir bölge yoktur. Yani turistler Kapadokya’yı Kapadokya olarak bilirler. Buna rağmen birçoğu hala Kapadokya’nın Türkiye’de olduğunu bilmez. Destinasyon tanıtımının tarifi budur.

Pamukkale ile ilgili durum öyle değil. Pamukkale, diğer Türkiye turizm merkezleri gibi Türkiye toplam paketi içinde pazarlanmaya çalışılan bir ürün haline gelmiş vaziyette. Dolayısıyla topyekun bir değişiklikle Pamukkale’yi hareketlendirmek mümkün. Yani benim burada pazarlama hatasından başka gördüğüm hiçbir şey yok. Pamukkale ünik ve çok özel bir yerdir.

Ünik olduğu kesin ama yatırımların doğru ve zamanında yapıldığına inanıyor musunuz? Özellikle termal ve sağlık turizmi ile ilgili olarak.

- Sağlık ve termal turizmin etraflıca tartışılması gerekiyor. Koskoca bir yalan etrafında dönüyor her şey. Sağlık turizmini kim yapıyor? Sağlık turizmi acentesiyiz diyen varsa elini kaldırsın. Yok böyle bir şey. Sağlık turizmi dediğimiz şeyi hastaneler yapıyor. Hastaneler aracılar vasıtasıyla yurt dışından hasta getiriyor, teşvikleri ise gerçekten hasta getirmeyen acenteler alıyor. Biz bu işin ne olduğunu biliyoruz, o nedenle çok iyi düzenlenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Sağlık Bakanlığı bu işe soyunuyor; içinde hasta var diye. Turizm Bakanlığı bunlar zaten turist diye kendine ait görmüş vaziyette. Acenteler desen hep birlikte üzerine atlıyorlar, “madem bu işte turizm var, işi bizim yapmamız lazım” diye. Hakikaten sil baştan bu işin düzenlenmesi lazım. Yalnız çok yanlış bir yoldayız. Bakın dünya ile rekabet edebileceğimiz en önemli alanlardan bir tanesi sağlık. Teknolojide, bilimde rekabet şansımız yok. Ama sağlıkta var. Çok önemli bir avantaj olmasına rağmen, bunu da birbirimizi itip kakarak berheva ediyoruz. Yani düzgün bir yönetmelik, düzgün bir yapıyla şu anda çok büyük gelirler elde edebileceğimiz bir şeyi çok çarpık yürütüyoruz, çok daha iyi düzenlenebilir. Yani sağlık turizmi bizde bir yaradır.

0

Sağlık Bakanlığı ve ilgili kuruluşlar kazanıyor, peki turizm işletmeleri ne kazanıyor?

- Turizm işletmeleri bir şey kazanmıyor. Hastaneler kazanıyor. Onların da sağlık turizmine hizmet verenleri kazanıyor. Ben kendim de hastaneye gittiğimde görüyorum, katlarda hep yabancılar geziyor. Kalp ameliyatından saç ekimine Avrupa’dan daha ucuz ameliyat ve tedaviler, bölgenin durumundan kaynaklı Irak, Suriye gibi ülkelerden hasta transferleri gibi. Yani Türkiye sağlık turizminden para tabi ki kazanıyor. Ama bu düzgün yapılıyor mu derseniz, hayır.

Bizi ilgilendiren kısmıyla daha çok termal sağlık, kaplıca turizmini sormak istiyoruz.

- Kaplıca turizmi bizim için çok daha önemli. Neden? Sağlık turizmi geçicidir. teknoloji nerede yenilenir, ucuzlar ve sağlık sektöründe kullanılırsa, sağlık oraya yönelir. Oysa kaplıca turizmi hiç bitmeyecek bir şey. Dolayısıyla asıl olan termal, estetik gibi alanlardır, o nedenle sürdürülebilir özelliktedir. Eğilinmesi gereken bu alandır, fırsatı ıskalamamak ve iyi dizayn etmek lazımdır.

Az önce TÜRSAB’ı pek çok açıdan eleştirdiniz. Kamusal tüzel kişiliğe sahip bir yapının bir şirket gibi yönetiliyor olmasına itiraz ettiğinizi, kurumun bir mesleki sivil toplum örgütü özelliklerine geri dönmesi gerektiğini vurguladınız. Dünya’daki eş örgütlerin fonksiyonlarına uygun bir yönetime kavuşması gerektiğinin altını çizdiniz ve “6500 civarındaki kocaman bir üye örgütünün mesleki sorunlarını çözmek için yasal ve sosyal çalışmalara katılması gerekiyor” dediniz. Yıllardır kanayan bir yaradır bu. Sadece TÜRSAB’a özgü de değil bu fırsatçı yönetim tarzı. Neden bu zemin kayması ortaya çıkıyor zaman içinde?

- TÜRSAB bütün enerjisi ve motivasyonunu ticari işlere yöneltmiş durumda. Yani bizim yönetim içinde bulunduğumuz dönemde de mücadelemiz buydu. Seyahat acenteleri Birliği’nin biraz mesleki işlere eğilmesi gerekiyor. Bakın TÜRSAB yurt dışında fuarlara gider, Turizm Bakanlığının 10 metre, 8 metrelik fuar alanlarında fuarı geçirir. Oysa bu kurumun oranın en büyük standına sahip olması lazım. Bütün seyahat acentelerine o standı ücretsiz kullandırıyor olması lazım, her türlü pazarlama aktivitesine destek olması lazım, destinasyonda onu iyi kılacak, öne çıkartacak çalışmalara para harcıyor olması lazımken, bambaşka işlere yatırımlar yapıp onlarla uğraşıyor.

2TÜRSAB’ın örenyeri işletmesinin sektöre yararı var mı?

- Hayır, kesinlikle değil. Bu konuda yanlış bir hesap yapıyorlar. Efendim, işte, beş seneden beri satılan müze-örenyeri biletlerinden şu kadar para kazanıyor diyorlar. Yani seyahat acentelerinin kazandığı komisyonları hesaplayıp bir rakam söylüyorlar. Bu doğru bir şey değil. Neden değil? Örenyeri işletme ihalesini hangi kurum alırsa alsın, bu ihalelerde zaten yönetmelik gereği indirim şartı var.

Pamukkale ihale sözleşmesi o dönemde neden açıklanmadı? Mesela bu ihale sözleşmesine ulaşmaya Bakanlık izin vermez, bilgi edinme çerçevesinde bilgi göndermez, neden?

- Benim bu konuyla ilgili bilgim gerçekten yok. O dönemde öncesindeki diğer ihalelerle ilgili bilgim var ama inanın Pamukkale ihalesi ile ilgili bir bilgim yok. O dönemde Pamukkale ihalesi herkesin dışında ve biraz da oldu-bitti ye getirilerek yapıldı.

Ören yeri yönetimlerini onaylıyor musunuz?

- TÜRSAB’ın örenyeri ve müze işletmesini neden doğru bulmadığımı söyleyeyim. Eğer seyahat acenteleri birliğinin sağlayacağı avantajlar herhangi bir ticari şirket veya kamu kurumu tarafından sağlanıyorsa, birliğin orada ticaret yapma gereği artık kalmaz, bir anlamı da kalmaz. Örenyeri-müze olayı da böyledir. Herhangi biri alsaydı işletmeyi, bu indirimler zaten yapılacaktı. Şartnamede var bu. İnsanları kandırmanın bir alemi yok. “Biz bunu almasaydık, seyahat acenteleri mağdur olacaktı, indirim hakkı kazanmayacaktı.” Yok böyle bir şey! Oradaki amaç, seyahat acenteleri birliğinin iç hacmini, merkezde dönen paranın miktarını çoğaltmaktır, başka hiçbir açıklama doğru değil. Biz de bu duruma karşıyız. Sonuç olarak ben TÜRSAB’ın ticaret yapmasına karşıyım.

TÜRSAB’ın işletmecilik yapması?

- TURSAB birliğin asli görevlerine dönmek zorundadır. Ticaret yapmış mıdır zamanında, evet yaptı efendim. Bizim görevde olduğumuz dönemde de yaptı mı, evet yaptı. Ama biz göreve gelirsek yapmayacağız. Neden, çünkü sakıncalarını gördük. Bütün yapının buna endekslendiğini gördük. Yani ‘Birlik’ olmanın gereği unutuldu. Ekonomik rantın geliri çok farklı. İnsanları cezbediyor. O miktarda paranın gücünü, devasa gücü kullanmak insanlara tatlı geliyor. En sonunda bir meslek birliğinin başında olmayla yetinmemeye başlıyorlar. Onun için koltuk bırakılmıyor. Yoksa “henüz yapacaklarım var” veya “yeni gelenler benden daha mı iyi” falan gibi gerekçeler çok geçerli sebep değil. Neye dayanarak bunu söylüyorsun? 6500 tane acentenin içinden 18 yıldır bir tane başka adam çıkamamış mı da sen bunları söylüyorsun? Siz gökten zembille mi indiniz, kimsiniz diye sormak lazım?

1

Firuz Bey içeride misafirlerinize dönmek istediğinizi biliyorum o nedenle son bir soruyla bitirelim. Birliğin ikinci başkanlığından, başkan adaylığına geçiş yaptınız. Sizin ifadenizle bu zaman dilimi henüz yüz günlük bir dönem. Peki bu kadar kısa zamanda başarı şansınız olacak mı? Yoksa mesela, şimdiki başkan Başaran Ulusoy’un karşısına çıkan başka adaylar var geçen seçim döneminden beri çalışan. Onlarla yarışta başarı şansınız ne?

Ben hep şunu söylerim. “Başaran Ulusoy’un karşısında, sokaktan geçen herhangi birini yarışa sokun, geçen dönem seçime katılan diğer adayın aldığı oyu alır.” Çünkü başka muhalif aday yoktu, o nedenle Ulusoy’u istemeyen herkes mecburen ona oy verdi. Dolayısıyla geçen seçimde verilen oyların dağılımı bu dönemde farklı olacaktır. Biz projelerimizle ve kurumsal bir programla yola çıktık, inşallah bunda da başarı sağlayacağız. Biz kimsenin koltuk değneği falan da olmayız. Koskoca şirketlerin sahipleriyiz. Koltukta büyümeye ihtiyacı olan insanlar değiliz. Geçmişimiz, meslek tecrübe, birikim ve deneyimimiz de ortada. Başarımıza gelince, o da kongrenin takdiri olacaktır. Kazanırsak ne ala, ama kazanamazsak, işimize gücümüze bakacağız. Bir daha da aday olacağımı sanmam. Kadrolu aday olacak insan değilim.

Sizin TÜRSAB başkanı seçilmenizin Denizli’ye yararı ne olacak?

Denizli’ye hiçbir zaman eşit davranılmadı. Her şeyden önce eşit davranacağız. Şu anda Pamukkale turizm bölgesi ile ilgili TÜRSAB’ın en önemli sorunu eşit davranılmıyor oluşu.


DENİZLİ BELEDİYESİ’NİN KAYIP TARİHİ

$
0
0

denizli-seval-uysal-isin-asli-denizli-belediyesi-nin-kayip-tarihi-h

Geçtiğimiz günlerde 139. Yılını kutlayan Denizli Belediyesi’nin kayıp tarihi olduğunu biliyor muydunuz?

Denizli Belediyesi ne zaman kuruldu?

Resmi tarihe göre 1876

Resmi olmayan tarih 1881 diyor.

Bir başka tez 1871’de ısrarlı!

Peki hangisi doğru?

Biz en iyisi baştan anlatalım:

Yıl: 1974

Dönemin Valisi Münir Güney, Belediye Başkanı Hasan Gönüllü’dür. Denizli’nin İl amblemi yoktur ve Vali, Denizli’ye bir amblem yaptırmak ister. Vilayet ve Belediyenin ortaklığında bir komisyon kurulur ve amblem yarışması açılır. Yarışmaya çok sayıda eser katılır. Komisyon yarışmaya katılanlar arasında birinci, ikinci ve üçüncüyü seçer. Ancak nedendir bilinmez, kazanan eserler arasından biri ilin amblemi olmaz. Yarışma da, yarışmaya katılan eserler de unutulup gider.

Bir yıl sonra…

Belediye Başkanı Hasan Gönüllü İl için yapılan amblemlerden birini, Denizli belediyesi için kullanmak ister. Bunun için vilayetten izin alınır ve amblem yarışmasında üçüncü olan eseri seçer. Üçüncü eser, anlaşılır, resme yakın, travertenleri andırmasıdır. Denizli sanayisini anlatan mavi rengi, aynı zamanda temiz havası ve bol suyu çağrıştırdığını düşünür. Konu meclise gelir ve kabul edilir.

Pamukkale’nin travertenleri ve Denizli’nin horozundan oluşan amblemin altına belediyenin kuruluş tarihi yazılması gerekir. Ancak Denizli Belediyesinin kuruluşu ile ilgili bir belgeye rastlanmaz. Akıllara İller Bankası'nın belediyelerin resmi kuruluş tarihi gelir. Denizli’nin de aynı tarihte kurulduğu varsayılarak amblemin altına 1876 yazılır. 1975’ten itibaren Denizli Belediyesi'nin kuruluş tarihi 1876 olarak kabul edilir. Karar evrakları ise Belediye’nin bulunduğu Selçuk İşhanı’nda çıkan bir yangınla yok olur. Neyse ki bu bilgileri Başkan Gönüllü ve Yardımcısı Mustafa Ali Çetin’in doğrulamaktadır.

vali-munir-hasan-gonullu

Tıkıroğlu kutlamaları başlatır

Belediyenin yıl dönümüne ilişkin bir kutlama yapılması ise 1984 yılında göreve gelen Başkan Ziya Tıkıroğlu dönemine rastlar. Başkan Tıkıroğlu ne gün kurulduğu belli olmayan Denizli Belediyesi’nin kuruluş yıl dönümü için gün seçmeye çalışır "Öyle bir gün olmalı ki" diye düşünür, "herkes tarafından kabul görsün" Aklına, 29 Ekim gelir.
Böylece bir taşla iki kuş vurmuş olacaktır. Hem cumhuriyet bayramı, hem de belediyenin yaş günü kutlanacaktır! Konu meclise gelir ve belediye meclis kararıyla 29 Ekim 1876 Denizli Belediyesi’nin kuruluş tarihi resmi kayıtlara geçer. O günden sonra Denizli Belediyesi, her Cumhuriyet Bayramı'nda bir yaş daha büyür. Ta ki, 2004 Mayıs'ına kadar. Dönemin Belediye Başkanı Nihat Zeybekci belediyenin amblemini değiştirmek ister.

ziya-tikiroglu-nihat-zeybekci

Çoşkun önen ortaya çıkardı

İşte o günlerde belgeler çıkar ortaya. Rahmetli Çoşkun Önen elinde bir sarı zarfla DEHA’ya çıka gelir. Osmanlıca yazılmış, Aydın Vilayeti Salnameleri’nde Denizli bölümüne ilişkin 9 belgeyi önce bendenizle sonra da kamuoyuyla paylaşır. 1881-1904 yıllarını içeren belgeler, Denizli Belediyesi'nin kuruluşunun 1876 değil,1881 olduğunu göstermektedir. Kurulduğu varsayılan tarihten beş yıl sonra..
PAÜ Öğretim Üyesi Yasemin Avcı’da 1871 tarihini atar ortaya. Hem de iddialıdır bu konuda. Öyle ki; tezini de bir fotoğraf albümüne dayandırır.

Selem-Reklam

Derki; “1944-1950 yılları arasında Denizli Belediye Başkanlığı yapan Hüsnü Örnek’in fotoğraf albümünde belediyenin 1288 (1871) yılında kurulduğu ve ilk belediye reisinin jandarma tabur komutanlığından emekli olan Hacı Süleyman Ağa olduğu açıkça belirtilmiştir...Hüsnü Örnek’in fotoğraf albümüne dayanarak bugün bilindiği gibi Denizli belediyesinin 1876’da değil, 1871’de kurulduğunu, dolayısıyla Osmanlı vilayetlerinde oluşturulan ilk belediyelerden biri olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.”

denizli-belediye-baskanlari

Hangisine inanalım:

1871’e mi?

1876’ ya mı?

1882’ye mi?

Buna göre ya eksiğimiz var, ya fazlamız! Yada görev yaptıkları tarihler de bir atlama..

Mesela; Denizli Belediyesi’nin Meclis salonunun duvarındaki fotoğraflara göre; Salihağa Zade Hacı Tevfik Efendi 1900-1927 yılları arasında görev yapmış. Yani 27 yıl boyunca Denizli Belediyesi'nin Başkanıdır. Aynı başkanlar albümü, aynı yıllar arasına 3 başkan daha yerleştirir. Bunlar, 1904-1905 yılları arasında Hadımoğlu M. Ali Efendi, 1920-1924 yılları arasında Fevzullahoğlu A. Hamdi Efendi, 1924-1925 yılları arasında da Tatosmaoğlu Emin Efendi'dir. Bu tarihlere göre Salihağa Zade Hacı Tevfik Efendi 27 yıl başkanlık yapmamıştır veya aradaki bu üç başkan yoktur. Bu arada bazı belediye başkanlarının fotoğraflarının bulunamadığını, belediyede teknisyen olarak çalışan Ressam Cevdet Şemsioğlu tarafından tanık anlatıma göre resimlerinin çizildiğini de hatırlatmış olalım.

yasemin-coskun-önen

Şimdi gelelim can alıcı soruya:

Bütün bu bilgilerden sonra Denizli Belediyesi’nin tarihi değişti mi?
Hayır! Çünkü; belediye uzmanların resmi bilgilere ulaşamadıkları gerekçesiyle, eski tarihin geçerli olduğu görüşünde. Aslına bakarsanız, bu değiştirme işlemi isim tahsisi gibi bir şey! Düşünsenize tüm evraklar yenilenecek, her şey sil baştan yapılacak! Bütün bunları belediyenin gözü almadığı ortada, bir de onlara göre “üstelik 5 yıl öyle çok değecek bir şey değil”

İflas etti pes etmedi şimdi dünyaya peştamal satıyor

$
0
0

denizli-mehmet-mustak-kahve-sohbetleri-h

 

denizli-mehmet-mustak-kahve-sohbetleri-h

Denizlili Mehmet Mustak, yaşadığı iflasın ardından Buldan Evi markası ile ayağa kalktı. Pes etmemenin karşılığını alan işadamı, şaldan peştemale ünlü Buldan dokumalarını hem ihraç ediyor, hem geniş kitlelere ulaştırıyor.

Onun dünyasında edebiyat geniş yer tutuyordu. Kafasına da koymuştu edebiyatçı olacaktı. Buldan ürünü dokumaları edebiyat diliyle şiir gibi anlatacaktı. Ama kaderini çizen yol; edebiyat dünyasına değil, doğup büyüdüğü toprakların yerleşik sanatı dokumacılığa çıktı. İtiraz etmedi, kabullendi.

Tam her şey yolunda derken ekonomik sıkıntıların üstesinden gelemedi. İflası yaşadı. İşte o iflas onun iş hayatındaki miladı oldu. Düştüğü yerden kalktı, silkindi ve yeni bir heyecanla sarıldı çalışmaya. Şal yaptı, beğenildi. Fular yaptı beğenildi. Kravat yaptı, hediyelik ürün oldu.

Sonra, 1960 darbesinin ardından Yassıada’da yargılanıp idam edilen eski Başbakan Adnan Menderes’in kayınvalidesi, Evliyazade Hacı Mehmet Efendi'nin kızı Naciye Hanım’ın restore edilen konağını kiraladı. Evliyazade Konağı, Buldan’a gelenlerin uğrak yeri oldu.

Buranın referansını daha sonra Buldan Evi markasıyla turizm merkezi Bodrum’a taşıdı. Türkbükü’ndeki Buldan Evi, adını aldığı ilçenin ürünleriyle kısa sürede Bodrum’un trend noktalarından birisi oldu. Mehmet Mustak’a da 6 ay Buldan, 6 ay Bodrum’da yaşamak düştü.

denizli-mehmet-mustak-kahve-sohbetleri-ic-2

EDEBİYATÇI OLACAKTI DOKUMACI OLDU
Mehmet Bey, sohbete sizi tanıyarak başlayalım isterseniz. Kimdir Mehmet Mustak?

Dokumacı bir ailenin çocuğu olarak 1971 yılında dünyaya gelmişim. Ortaokulu bitirdikten sonra, aile büyüklerimin “Okuyup da ne olacaksın? Bir memurun maaşını bir haftada kazanıyoruz” tavrı nedeniyle eğitime devam edemedim. “Geç tezgahın başına” dediler. geçtik. Peki okumadığıma dair pişmanlık var mı? Evet… “Keşke okusaydım” diyorum. Hedefim de edebiyatçı olmaktı. Bunu da yaptığımız ürünleri edebi bir dille anlatabilmek için istiyordum.

Ama olmadı ve küçük yaşlarda iş hayatına atıldınız…

13-14 yaşlarında dokumacılığa başladım. Askere gidinceye kadar çalıştım. Vatani görev sonrası bir tezgah aldık ve onunla üretime başladık. İlk üretimlerimiz havluydu. 2005 yılına kadar devam etti. Ekonomik sıkıntıya girdik ve iflas ettik. “Ne yaparım?” diye düşünürken bugünkü işime yöneldim. “Sizin için hayır olan bizim için şerdir. Sizin için şer olan bizim için hayırdır” derler ya, aynen öyle oldu. Hayli sıkıntılardan geçtik ama iflas bizim için hayırmış. “İyi ki de bu işe yönelmişiz” diyorum şimdi.

denizli-mehmet-mustak-kahve-sohbetleri-ic-5

YAPTIĞINIZ İŞTE FİYATI BELİRLEYEN OLACAKSINIZ
O zaman sohbete buradan devam edelim. Nasıl başladınız?

Havlu işi kaba bir çalışmanın ürünü. Tonlarca iplik geliyor, tonlarca havlu gidiyor. Fakat kazancınız sınırlı. Çünkü havlunun fiyatı bellidir. Üç aşağı beş yukarı her yerde aynıdır. Ama farklı iş yaparsanız fiyatı belirleyen siz olursunuz. El dokuması ipekle başladık. Şal, fular ile başladık. Sonra kravatı ekledik. Dönemin Buldan Belediye Başkanı sağ olsun bize sahip çıktı. Yaptığımız kravatlardan aldı. Aynı şekilde Denizli Valiliği ve Belediyesi aldı kravatlarımızı. Sonra odalar almaya başladı. İyi satışlarla kendimizi topladık. Şu anda sadece ABD’de 40’a yakın toptancımız var. Kimilerine kendi markalarıyla üretim yapıp gönderiyoruz, kimilerine de kendi markamızla ürün veriyoruz.

Sizi şu anda bulunduğunuz konuma taşıyan işin nüvesini kravat, fular ve şal oluşturdu öyle mi?

Evet, bunlarla başladık. Şimdilerde ise tüm dünyada trend olan peştemale geçtik. Valizde az yer kaplıyoruz. Yıkıyorsunuz hemen kuruyor. Cıvıl cıvıl renkleri var. Aynı zamanda fular gibi kullanın, isterseniz koltuk örtüsü yapın. Her yerde kullanılabiliyor. Göndermediğimiz ülke kalmadı herhalde.

Bu arada kendi markanızı da oluşturdunuz.

Evet… Kendi markamızın ismi Buldan Evi.

denizli-mehmet-mustak-kahve-sohbetleri-ic-4

ALIŞVERİŞ YAPMADAN ŞİFTAH PARASI VEREN MÜŞTERİ
Ürettiğinizi sadece buradan pazara sunmuyorsunuz. Aynı zamanda ünlü turizm merkezi Bodrum’da da bir mağazanız var değil mi?

Benim içinde hep bir heves vardı. Müşteriye gitmek diye. Bodrum’a da ürün veriyorduk. Oraya gittiğimizde insanların bizim ürünlerimizi kullandığını görünce heyecanlanıyordum. “O halde kendim niye satmıyorum” diyerek mağazamızı açtık. Bodrum pahalı bir yer. Mağazamızın bulunduğu Türkbükü daha da pahalı bir bölgesi Bodrum’un. Güzel bir yer bulduk. Dizaynı çok beğeni topladı.

Buradaki üretimlerinizi pazarladığınız bir yer mi orada da üretim var mı?

Şöyle… Orada da el tezgahımız var bizim. Mağazaya gelen üretimimizi bire bir görüyor nasıl dokunduğunu. Kumaşa dokunuyor. Ambalajlatan da oluyor, üzerine giyip giden de. Plajda görüyorum sonra ve kendi kendime “bunları biz mi yaptık?” diye soruyorum. Bu kıyafetleri plajda görebilmenin hazzı bir başka oluyor.

Bazen mağazaya gelip “şu renkte istiyorum” diyenler olabiliyor. Hemen siparişi alıp, istediği renklerde el tezgahında üretime geçiyoruz. Bir gün sonra da gelip alıyor. Bu da müşteri memnuniyetinin ayrı bir boyutu .

Alacağı kumaşa temas ederek almak bizim halkımızın geleneğinde olduğundan, isteğe göre de dokuma yapmanız ayrı bir hizmet…

İnternet üzerinden de satışlarımız var. Ben de alışverişimde interneti kullanırım ama. İş kumaşa geldiğinde, dokunmalıyım. Bir pantolon, gömlek alacaksam ona dokunmalıyım. Dolayısıyla sipariş ile dokuma yapmak da ayrı bir cazibe oluşturuyor.

denizli-mehmet-mustak-kahve-sohbetleri-ic-7

MAĞAZANIN ÜNLÜ MÜŞTERİLERİ
Mağaza Bodrum’da, satılan da Buldan dokumaları olunca ünlü müşterileriniz vardır. Kimler geldi alışverişe?

Çok gelen oldu. Hülya Avşar, Zuhal Olcay, Pınar Altuğ, Erdal Özyağcılar, Cüneyt Tanman, Cemil İpekçi, Tansu Çiller, Ataol Behramoğlu, Şenay Akay, Erdal Beşikçioğlu, Yıldız Tilbe, Orhan Gencebay ilk aklıma gelenler. Siyasetçiden iş dünyasına birçok ünlü mağazamızdan alışveriş yaptı.

denizli-mehmet-mustak-kahve-sohbetleri-ic-9Peki, ünlülerin tepkileri nasıl?

Mağazamızı açtığımız ilk günledi, Trabzonlu ünlü bir müteahhit geldi.  Mağazayı gezdi ve “Bu şiftahınız olsun” diyerek, tezgahın üzerine 200 lira bıraktı. “Mağazamızda size göre ürün yok. Ürünlerimiz bayanlara hitap ediyor” dedim. O da “Ben bir şey almak için vermedim, mağazayı çok beğendim ve siftahınız olması için bıraktım parayı” cevabını verdi ve çekip gitti.

Birkaç gün sonra eşiyle birlikte geldi. Beğendikleri ürünleri seçtiler. Verdiği 200 lira nedeniyle iskonto yapmak istedim. Bana cevabı “Yok öyle iskonto! Parayı bana iskonto yapmanız için vermedim. Siz, herkese iskonto yaparsanız seneye burada olmama ihtimaliniz var. Ben seneye de burada olmanızı istiyorum” şeklinde oldu. Bu unutulmayacak bir örnektir benim için.

Bodrum işinizin başlangıcı böyle oldu. Ama Buldan’ı da ihmal etmemeniz gerekiyor. Zor olmuyor mu?

Eşim var burada. Bana “Buraya bakarım” demeseydi ben Bodrum’a gitme cesaretini bulamazdım. Üretim, satış, paketleme bölümünü internet üzerinden görüyorum. Dolayısıyla illa ki burada bulunmam gerekmiyor.

denizli-mehmet-mustak-kahve-sohbetleri-ic-6

TÜRKİYE’DE BEĞENİLMEDİ, ABD’DE TREND OLDU
Koleksiyonunuzu yaratmada nasıl bir uygulamanız var?

Ben çok gezerim. Gördüklerimi gelir kendi üretimimizde denerim. Deneme yanılma yöntemiyle tutan bir ürün yaratıyorsunuz. Ha tutmuyorsa da üretim yapmıyoruz. Bir de bizim sektör çok farklı. Bu sezon tutmayan bir başka sezon trend olabiliyor. Bir örnek vereyim. ABD’de çok tutulan “Akasya” isimli bir peştemalimiz var. Yaptık, Türkiye pazarına sunduk ama tutmadı. Biz de üretimden çıkardık. Daha sonra ABD’den talep geldi. New Jersey’den bir müşterimiz, bizim reklam filmimizi aldı, kendi logosuyla tanıttı. Şu anda ABD’ye gönderdiğimiz ürünlerin yüzde 70’ini bu peştamal oluşturuyor.

denizli-mehmet-mustak-kahve-sohbetleri-ic-1

BERİN MENDERES’İN DOĞDUĞU SÖYLENEN KONAK
İçinde bulunduğumuz bu konak size mi ait, kiraladınız mı?

Evliyazade Konağı olarak biliniyor burası Adnan Menderes’in kayınpederine ait. Menderes’in eşi Berin Hanım’ın annesi Naciye Hanım, Buldanlı Evliyazade Hacı Mehmet Efendi'nin kızı. Evlendikten sonra İzmir’e yerleşiyorlar. Bu konağın böyle bir yanı da var. Anlatıldığına göre Berin Hanım bu konakta dünyaya geliyor.

Bu konak kaç yıllık?

200 yılın üzerinde bir geçmişi var.

Buldan’da ilk restore edilen evlerden birisi bu konak sanıyorum.

Doğrudur… İlçede restorasyonu yapılan ilk konak burası.

Bu tür yerlerin sayısı da giderek artıyor. Buldan’da yapılması gereken de bu değil mi?

Restorasyonlar yapılıyor… İyi de oluyor. Bir de biz buraya eşimle birlikte ruh koyduk. Gelenlere müşteri gibi değil, misafir gözüyle baktık. Sıcak davrandık. Gelip de mutsuz ayrılan bir misafirimiz olmadı.

“Ruh” dediğiniz şey çok önemli. En iyi hizmeti verirsiniz tamam ama bir de müşteriyi cezbeden yanı vardır. Sanıyorum eşiniz ve çalışanlarınızla o sıcaklığı katıyorsunuz işinize?

Çalışan arkadaşlarımız da bizim gibi. Mesela bir arkadaşımız askere gitmek üzere ayrılıyor. Yerine gelen sıkıntı çekmiyor. İşe hemen adapte oluyor.

Buldan’da sizin gibi faaliyet gösteren kaç işyeri var?

Bu işi yapan 4-5 firmayız. Ama konak tarzında hizmet veren tek işletmeyiz.

Üretimleri sadece ahşap tezgahla mı yapıyorsunuz?

Şöyle… Ahşap tezgah var. Bir üstü “yuvalı” dediğimiz kara tezgah ve daha üst modeli var. Ahşap tezgahlarla siparişleri karşılamamız mümkün değil. Bazen öyle sipariş geliyor ki, onları üretmeye ömrümüz yetmez.

Buldan işini daha çok sevdiren de el tezgahları değil mi? Bir dönem teknolojiye yenik düşüp kenara bırakılan bu tezgahlarda sizin gibi firmalar devreye girmesiyle yeniden üretim artırılabilir mi?

Olmuyor… Yeni nesil o tezgahlarda çalışmak istemiyor. Oğlumdan örnek vereyim. İlk açtığımızda ustalara bakıp çalışmaya başladı. Ama şimdi istemediğini söylüyor.

denizli-mehmet-mustak-kahve-sohbetleri-ic-3

BULDANLI ORTAKLIĞI SEVMİYOR
Buldan işi dokumalar asırlardır bilinir. Saraylara giderken Denizli pazarına sıkışıp kaldı. Ne oldu da sıkışıp kaldı?

Bir dönem teknoloji olarak yenilenmemiz gerekiyordu. Orada geç kalındı. Herkes çekindi. Fakat Babadağlılar bu işi yakaladı. Ortak olup çalıştılar. Biz, Buldanlılar ortaklık yapamadık.

Artık o yıllar geride kaldı değil mi?

Tabi ki… Japonya, Yeni Zelanda, Meksika, onlarca ülkeden sipariş mailleri geliyor. Yetişemiyoruz artık.

Alışverişe nerelerden geliyorlar?

O kadar çok ki… Her yerden geliyorlar. Cuma, cumartesi ve pazar günleri yoğunluk olur Buldan’da. Tur rehberleri de getirir. Konağımızda iki otobüs dolusu müşteriyi ağırlayabiliriz.

Burada hem satış hem yemek veriyorsunuz sanıyorum?

Yemek işini bu yıl kaldırdık. Sadece sabah kahvaltısı veriyoruz.

denizli-mehmet-mustak-kahve-sohbetleri-ic

BULDAN’DA SORUN KONAKLAMA
Buldan’a gelenler oluyor da kalmak istese insanlar nerede konaklayacak?

En büyük sıkıntımız o işte bizim. Colossae Otel yatırım yapacaktı, çok sevinmiştik. Ama olmadı sanıyorum. Öyle bir yatırım Buldan’ın önünü açar. Bir de “İpek Yolu” diye bilinen Pamukkale – Buldan arasındaki güzergahın açılacağı hep konuşulur. Bugüne kadar gerçekleşmedi. Hierapolis ile Tripolis’in buluşması çok şey katar Buldan’a. Yayla turizmi için de Buldan çok uygun.

Tabii doğayı unutmamak gerek.

Süleymanlı Yayla Gölü müthiş güzel bir yer. Endemik bitkilerin bulunduğu, kuşların barınağı konumundaki bir yer.

Konaklamayla ilgili sıkıntı eski Buldan evleri restore ettirilerek, butik otel tarzında düzenlemeyle giderilemez mi?

Buldan Ticaret Odası Başkanı, bizi bir otobüse bindirip Beypazarı ve Safranbolu’ya götürdü. Dönüşte toplantılar düzenlendi. Her zaman olduğu gibi, ilk heyecanla “yapalım” denildi. Sonra unutulup gitti. Yapamadık…

Niye yapılamıyor?

Herkes “ben” deyince olmuyor.

Benim soracaklarım bitti. Sizin ilave etmek istedikleriniz varsa alıp, sohbeti noktalayalım isterseniz.

Yaptığım iş çok zevkli. Konuklarla sohbeti seviyorum. Zuhal Yorgancıoğlu, Cemil İpekçi, Barbaros Şansal gibi modanın ünlü isimleri geliyor. Onlarla sohbetimiz yapacağımız işlerde bize feyz katıyor. Kendi ustalığımız da harmanlayıp yeni ürünler sunuyoruz.

GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ…

$
0
0

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-18-11-2015-h

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-18-11-2015-h

Tıp Balosu, açılış töreni, gezi dönüşü ayaküstü alışveriş ve biraz da eğlenceyle Cengiz Akhisar’ın objektifinden bu hafta da geçmişe yolculuğu sürdürüyoruz.

foto-4

SUNUCUYU TERLETTİLER
Meslek odaları ve derneklerin etkinliklerinde en zor görevlerden birisi de sunuculuktur. Çünkü sunucu o gecenin tüm yükünü omuzlayandır. Dolayısıyla herkes eğlenir, sunucu yorulur. Denizli Tabip Odası’nın Tıp Balosu’nda da bu gelenek bozulmadı. Dr. Tuğrul Erkan, buram buram terlerken, meslektaşları Yılmaz Aydın, Mustafa Kutluk ve Halil Mert ise gecenin keyfini çıkaranlardandı.

foto-38

KONUKLAR ENİŞTE-KAYINBİRADER KISKACINDA
Yıllar öncesine ait bu fotoğraf bir otomotiv firmasının açılış töreninden. Kimler yok ki? Sol başta Yılmaz Ailesi’nin damadı Mustafa Özcan… Hemen yanında dönemin milletvekilleri Mehmet Gözlükaya, Beyhan Aslan ve Kemal Aykurt var. Dönemin Denizli Belediye Başkanı Ali Aygören, işadamları Ali Aslan, Oktay Mersin de törene katılan konuklar arasında bulunuyor. En sağdaki isim ise Sadullah Yılmaz.

gecmis-zaman-olur-ki-yeni-haber-arasi

foto-42

ÖDEMELER İBRAHİM CİNKAYA’DAN
Denizlili işadamları bir geziden dönüyor. Mola verilen yerde bir üretici, lahanaları sıralamış müşteri bekliyor. Eve dönüşte lahana sarmasından kapuskaya farklı yemekleri yemeyi düşleyen Esat Sivri ile Sanko Holding’in Denizli Temsilcisi Masum Demirel, lahanaları seçip elden ele otobüse gönderiyor. Ücreti ödemek ise İbrahim Cinkaya’ya düştü…

foto-47
HALEF-SELEFLERİN POZU
Bu fotoğrafın çekildiğinde, politikada hızlı yükselen isimlerden Nihat Zeybekci, Denizli Belediye Başkanı’ydı. Birlikte poz verdiği isim ise kendisinden önceki Belediye Başkanı Ali Aygören. O dönem partileri farklıydı. Zeybekci AK Parti’de, Aygören ise DYP saflarındaydı. Şimdi mi? Artık partileri aynı… İkisi de AK Partili.

foto-48

GEÇİP GİDEN YILLAR
Kömürcüoğlu Mermer’in patronu Nihat Kömürcüoğlu, hemen yanında arkadaşı Güven Demir. Eşleri ile birlikte bir davette eğleniyorlar. Hemen arkalarında ise müziğin ritmine uyup oynayanlar var. Bu fotoğraf karesini gördüklerinde hepsinin “geçip giden yıllar” diye düşüneceğinden hiç şüphemiz yok.

KÜLTÜREL BİR MARAZ: MÜZESİZLİK

$
0
0

ic_kapak

ic_kapak

Denizli’de müzelerin iç karartan tablosunu Denizli Haber geçen hafta sütunlarına taşıdı.

Habere göre kentte hepi topu 2 tane müze var. Birisi Atatürk Etnografya Müzesi, diğeri ise Hierapolis antik Roma hamamındaki Arkeoloji müzesi.

“Bu neyin İstatistiği” başlığıyla yayınlanan haberin kaynağı TÜİK Denizli Bölge Müdürlüğü. Yayınladıkları TÜİK verileri, antik kentleri ve tarihi mekanları ile tam bir açık hava müzesi olan Denizli’de müze bakımından durumun hiç de iç açıcı olmadığını ortaya koydu. Verilerine göre Aydın’da 14, Muğla’da ise 11 olan müze sayısı Denizli’de yalnızca 2 tane.

TÜİK’in resmi internet sitesinde yayınlanan bilgiye göre 2014 yılında Denizli’deki 2 adet müzeyi ve ören yerini ziyaret eden sayısı 2 milyon 412 bin 361 iken, Aydın’da bulunan 14 müzeyi 499 bin 478 kişi, Muğla’daki müzeleri ise 759 bin 470 kişi gezdi.

Müze fakiri Denizli, müze kart satışlarında ise Aydın ve Muğla’nın çok önünde. Denizli’de 2014 yılında 43 bin 67 müze kartı satışı yapılırken, Aydın’da 5 bin 64, Muğla’da ise 13 bin 782 kişi müze kart sahibi oldu. Müze ve ören yeri ziyaretlerinden Denizli 40 milyon 149 bin 309 lira, Aydın 3 milyon 526 bin 670 lira, Muğla ise 7 milyon 314 bin 54 lira gelir sağladı.

TÜİK’in, “2014 yılında müze sayısı 2’ye ulaştı” şeklinde duyurduğu müzelerin ilkini Denizli Müze Müdürlüğü’ne bağlı Hierapolis’teki Pamukkale Arkeloji Müzesi, diğerini ise Atatürk Evi Etnografya Müzesi oluşturuyor.”

AZ MÜZE ÇOK GELİR ALDATMACASI

Habere konu olan verilerin birkaç detayı var.

En dikkat çekeni, müze ziyaretçi sayısı. Denizli’de müze sayısı neredeyse yok denecek kadar azken, ziyaretçi sayısı ve gelir miktarı, istatistikte karşılaştırmalı olarak yer alan Muğla ve Aydın’dan birkaç kat fazla.

Bu bir övünç vesilesi olabilir mi? Gelirin yüksek olması, diğer kentlerdeki müze sayıları ile orantının gelir tablosu üzerinden bakıldığında ‘biz iki adet müze ile harikalar yaratıyoruz’ şeklinde övünç payına kolayca dönüşmesi mümkün. Acaba öyle mi olmalı?

Önce müze sayısı ne demek, ona bakalım. Müzeler modern toplumların kültürel kimlikleridir. Bir kent ya da ülkede ne kadar müze varsa, o topluluklar, çağdaş dünyanın o ölçüde bilincinde, varoluşlarının aynı biçimde farkında olurlar. Çünkü müze, adı üstünde sergileme aşamasına gelmiş bir mirasın korunmasını temsil eder. İnsan, doğa, nesne, hayvan, bitki, uzay gibi akla gelebilecek her türden nesne ve varlığın kültürel olarak temsil aşamasındaki bir tür kimliğidir. Ondandır, yok olmasına kıyamadığımız bir kültürü her zaman ‘müzelik’ tanımıyla ifade ederiz. Gerçekten müzeliktir çoğu zaman. Çünkü var olan hiçbir şey köksüz değildir. Neden-sonuç ilişkisi bağlamındaki tüm gelişme süreci, başka bir zamana transfer edilebilir, o başka zaman diliminde yeni varoluşlar için kültür mayasına dönüşebilir, bilginin birikip deneyimleneceği bir tür kristalize embriyo olarak işlev üstlenebilir.

Müzeler bunun için vardır. Müzelerin çok olması, kültür çeşitliliğindendir, toplumsal yaşamın kültürel zenginliğindendir.

Ne kadar para, o kadar etki mekanizması doğru değil. ‘Müze sayısı az ama onların birkaç katı geliri var!’ Varsa ne olmuş? Parayı kasasına koyan için müzenin ne ifade ettiği çok önemli mi acaba? Sorun burada.

Müze ve örenyeri gelirlerinin önemli bir kısmı yasa gereği yine aynı bölgelerin bakımı, kazısı, restorasyon ve konservasyonu, imarı, şusu-busu için harcanmak zorunda. Gerçekte ne kadarı harcanıyor dersiniz? Kültür Bakanlığının 2015 yılı örenyeri gelirlerinden yasanın emrettiği payı ayırıp ayırmadığını merak ediyorum doğrusu. Bir de Müze vb. gibi daha doğrudan kültüre hizmet edecek yatırım paylarının ne olduğunun merakındayım.

Sözün kısası: Ölçünün para değil, mekan sayısı ve mekânsal çeşitlilik olduğunu belirtmek istiyoruz. Müze sayısı hantal bir rakam değildir. Aksine zenginliğin aslı odur. Pamukkale örenyerini tüketerek bunu müze geliri gibi göstermek, sadece Denizli’nin müze konusundaki trajik yoksulluğunun üstünü örter.

MÜZE GELİRİ DENİZLİ’NİN GELİRİ Mİ?

İkincisi sadece sanırım benim dikkatimi çekiyor. Haberin burada yer alan metnindeki ikinci paragrafta “Müze ve ören yeri ziyaretlerinden Denizli 40 milyon 149 bin 309 lira, Aydın 3 milyon 526 bin 670 lira, Muğla ise 7 milyon 314 bin 54 lira gelir sağladı” ibaresi yer alıyor.

 “Denizli … gelir sağladı” ibaresi istatistik bilgilerini gönderen TÜİK açıklamasında da aynı biçimde yer almasa da, haberi okuyan için böyle bir algı kolayca oluşabilir.

Önce bunun bir Denizli kazancı değil, Denizli örenyeri bölgelerinden TÜRSAB ve Kültür Bakanlığı kazancı olduğunu belirtelim. Nedenine daha önce defalarca değindik, bir kez daha derli toplu açıklayalım. Daha önce Denizli İl Özel İdaresi uhdesinde olan Pamukkale örenyeri işletme hakkı, hiçbir neden gösterilmeden, tamamen keyfi ve yasal olduğu şüpheli bir biçimde TÜRSAB’a devredildi. O nedenle kazanç Denizli’nin kasasına giren bir akar değil. Yerel yöneticiler, bürokratlar ya da kurumsal temsilciler için Denizli kazancı ibaresi pek çekici ve kazanç hanesine yazılacak prestij gibi durabilir ama ne yazık ki işin doğrusu ortada ve açık.

Bu devir işlemi için yasal olduğu şüpheli diyoruz, çünkü aynı kurumun 2010 yılında, aynı yöntemle işletmesini ele geçirdiği 48 örenyeri ile ilgili olarak, bu yılın bahar aylarında Ankara 3.İdare Mahkemesi, Danıştay’a uyarak ihaleyi iptal kararı verdi. Yani şu anda, sadece ‘kamu yararı’ gibi oldukça muğlak ve tartışmalı bir gerekçenin ardına sığınarak, mahkeme kararını hiçe sayan Bakanlık o örenyerlerini hala TÜRSAB’ın işletmesine izin veriyor. Hukukçular Danıştay görüşü ve mahkeme kararının emsal olduğunu belirtiyor. Bu durumda, Pamukkale işletmesi için açılacak bir dava, daha ilk celsede ihale iptal kararı ile sonuçlanabilir.

İptal işlemi neyi değiştirir?

Her şey bir yana, gelirin, akarın ‘Denizli geliri’ olmasını sağlar. Kentin yerel yönetiminin kasasına girmesini ve böylece kent için üretilecek hizmete dönüştürülmesini sağlar.

Çünkü, 2013 yılında çıkan Yerel Yönetimler Yasası gerektiği gibi uygulansaydı, şu anda Pamukkale Örenyeri işletmesi Denizli Büyükşehir Belediyesi’nde olacaktı. Hem de orada bu gün TÜRSAB’ın kullandığı özel idare taşınmazlarına da sahip olacaktı. Eğer hakkıyla bir yasal uygulama olsaydı, 2013’ünün son ayına doğru, yangından mal kaçırırcasına, bir tür oldu-bittiyle orası kapanın elinde kalmamış olacaktı.

Kent insanı elini ayağını çektiği Pamukkale’ye hala gidiyor olacaktı.

Çağdaş bir uygulama ile hiç olmazsa haftanın bir günü kent insanına giriş kolaylığı sağlanacaktı.

Gelirlerin önemli bir kısmı Büyükşehir kültür giderlerine ayrılabilecekti.

Kazı ve örenyerleri için ödenek desteği yapılabilecekti.

Pamukkale’de tüketilen hiçbir şey Denizli’den alınmıyor. Her şey merkezi olarak TÜRSAB’ın Ankara, İstanbul gibi temin noktalarından geliyor. İçtiğimiz su, bir bardak bira ya da kola gibi gündelik içecekler dahi kent dışından temin ediliyor.

Büyükşehir hakkı olan işletmeyi alabilmiş olsaydı, tüm bu mali girdiler kent içinde kalmış olacaktı.

Daha da sayabiliriz. Şimdilik bu kadarı bile durumun hiç de adil olmadığını yeterince anlatıyor sanıyorum.

ARTIK MÜZEYİ TARTIŞALIM

Müze konusunu ele alan uzunca bir yazı hazırlığımız var. Denizli’de müzeciliğin tarihi, müze kurmak için verilen mücadeleyi, müze derneklerini ele alacağız.

Son yıllarda Denizlili bir iş adamının, önceki Kültür Bakanlarından biri ile Laodikeia’da yapılan şatafatlı törenlerle verdiği müze sözü biliniyor. Sonrasında yapılan çalışmalar şu anda kapanmış durumda. Hiçbir faaliyetin olmadığı söylenebilir. Oysa o tören esnasında dinlediğim iş adamı 10 milyon TL gibi bir kaynak ayırdığını, Denizli Müzesini inşa edeceğini söylemişti. Hatta aşka gelip kendini tutamamış, ikinci bir müze sözü de vermişti.

Sonra bu konuda yapılan proje çalışmasından birkaç kez haberdar olduk. Valilikten mi kaynaklandı yoksa başka sebepler mi bilemiyoruz, projenin tüm hatları hiç bir zaman kamuoyu önünde tartışılmadı.

Sonunda Eski Endüstri Meslek Lisesi taş binaları üzerinde çelişkili koruma kurul kararları ortaya çıkınca müze projesinin mahiyeti de belirmiş oldu. Oluşan kamuoyu baskısı, sonrasında mahkeme süreci ve idare mahkemesinin kesin olarak yapıların korunmasına dönük olarak verdiği karar… Müze meselesi, alanın mahkeme kararı ile korumaya alınmasıyla şimdilik uykuya yatmış gibi görünüyor.

Ne kadar, bilinmez. Yine de ehven-i şer bir durum olduğunun altını çizmeliyiz.

Müze meselesi hazır açılmışken tartışmayı sürdürelim.

Haftaya Denizli’de müze tartışmalarının hikayesinin bir bölümünü yazarak devam edelim.

 

DENİZLİ’NİN SİMGESİ NEDEN HOROZDUR!

$
0
0

denizli-seval-uysal-denizli-nin-simgesi-neden-horozdur-h

Duyduk ki, Kömürcüoğlu Mermer’in sponsorluğunda gerçekleştirilen heykel kolonisinde bir horoz heykeli yapılmış. Sanatçısının hünerli elleriyle şekillenen horozun haberi bile heyecan yaratmaya yetti. Bu da gösteriyor ki horoz heykeli, bunca yıldır koloni de üretilen eşsiz güzellikteki heykelleri gölgesinde bırakacak ve kent meydanlarından birine daimi olarak yerleşip bir güzel kuruluverecek!
Çünkü Denizli’de heykel deyince akla ilk geliveren horozdur.
“Neden horoz?” diye sormak abesle iştigal olur. Çünkü horoz, bu kentin simgesidir.
Ne zamandan beri simgedir derseniz, bu yazının konusu biraz da budur.

denizli-seval-uysal-denizli-nin-simgesi-neden-horozdur-2

Efendim…
Hatırlayacaksınız, Denizli belediyesi alt yapı çalışmaları nedeniyle Delikliçınar Meydanı’ndaki horoz heykelini kaldırınca, “yerine yenisi yapılacak” denmesine rağmen büyük bir olay olmuştu.

Hatırlayınız: Bu güne kadar ne yol, ne kavşak, ne kamu binası için referandum veya plebisit yapmayan belediye, horoz için halk oylaması yapmış “horoz heykeli nasıl olsun?” diye anketle sormuştu. Büyük çoğunluk da cam olsun istemişti.
Meydan bir buçuk yıl horozsuz kaldıktan sonra 4.5 metrelik cam horoz 21 Ağustos 2013’te kaidesine yerleştirildi de, herkes bir derin soluk aldı. Açılışın ardından horozun önünde fotoğraf çektirmek için sıraya girenler ise bildik bir geleneğin devamcısıydılar. Lafı çok uzatmadan kabul edelim ki, kendine horozu simge seçen bu kent, horozu, ama daha çok “horozlanmayı” sevmektedir.
Bakınız: Valilik, Denizli Belediyesi ve Denizlispor’un amblemleri horozdur!
Özel sektörde de birçok firma kendine “horoz” adını koymuştur.
Peki, bu figür bu kadar baskınsa kentteki horoz heykeli sayısı ne kadar?
Bildiğim kadarıyla Delikliçınar ve Demokrasi Meydanı olmak üzere kent merkezinde iki adet horoz heykeli vardı.
Buna Pamukkale’de kaçak olduğu gerekçesiyle kaldırılanı eklersek horoz sayısı üç edecek. 11 bin 692 kilometre yüz ölçüme sahip, 18 ilçesi ve yüzlerce köyü bulunan Denizli için bu sayı yeterli mi?
“Yetmez Ama EVET!” dediğinizi duyar gibiyim. İsterseniz bu konuyu en yetkili kurumlara bırakalım ve önce yakın tarihimize bir göz atıp horozun simge seçilmesine, sonra da horozun kadim yolculuğuna bakalım:

denizli-seval-uysal-denizli-nin-simgesi-neden-horozdur-4

VALİ MÜNİR GÜNEY ZAMANINDA YARIŞMA AÇILDI
Yıl:1974
Eldeki veriler horozun resmi kurum amblemlerine ilk kez 1974 yılında girdiği gösteriyor. Denizli Valisi Münir Güney ve Belediye Başkanı Hasan Gönüllü’dür.
O yıl valilik ve belediye ortak bir yarışma açar. Katılım yüksek olur, çeşitli amblemler yarışır. Jüri birçok eser arasından horozu seçer. Her iki kurumda da aynı amblemi kullanma kararı alır ve o tarihten sonra horoz, hem vilayetin hem de belediyenin resmi simgesi olur.

Selem-Reklam

2005 yılında Denizli Belediyesi Belediye Başkanı Nihat Zeybekci’nin talimatıyla amblemde değişiklik yapar yapmasına da yeni amblemde de başat figür horoz olarak kalır.
2006 yılında valilik, Vali Hasan Canpolat’ın emriyle amblemde ufak tefek değişiklikler yaptırsa da horoz figürü aynen kullanılır.
Denizlispor’a gelince; horoz amblemini 1980 yılından itibaren kullanmaya başlar. Başlarda rengi kırmızı olan horoz, daha sonraki yıllarda yeşil siyaha dönüşür.

denizli-seval-uysal-denizli-nin-simgesi-neden-horozdur-logo

DENİZLİ HOROZUNUN GENLERİ LAODİKYA’DAN MI GELİYOR?
Buraya kadar anlattıklarımız horozun kurumsal ilişkisi, Denizli’nin horozla ilgisi elbette 1974’lerde başlamıyor, çok daha öncesine uzanıyor.
Geçtiğimiz yıllarda yapılan kazılarda Laodikya’da hem öten, hem de dövüşen horoz kabartmalarının bulunması horozun binlerce yıldır Denizli ile iç içe olduğunu ve önemsendiğinin bir göstergesi.
Kabartmalara dayanarak soralım:
Laodikya’da horoz dövüşleri yaptırılıyor muydu?
Büyük ihtimalle evet!
Ancak konumuz bu değil. Bu yazıda dövüşten çok horozun kadim anlamına yoğunlaşacağız. Çünkü bu aynı zamanda horozun neden simgeleştirildiğinin de ipuçlarını verecek.

denizli-seval-uysal-denizli-nin-simgesi-neden-horozdur-3

HOROZ=IŞIK- AYDINLANMA
Güneş doğarken öterek güneşi müjdeleyen horoz, kadim dönemlerde güneşin, ışığın, aydınlanmanın sembolüdür. “Horus”, “hor”, “hur”, “horizon” gibi kelimeler bizi doğrudan güneşe götürür. Horus, eski Mısır tanrılarından güneş, ışık tanrısıdır. Horoz’da ışığın ve aydınlanmanın habercisidir. Horoz, İslam ve Türk geleneklerinde de önemli bir semboldür. Mevlevi dergâhlarında horozun olduğu yere uğur geleceğine inanılırmış. Aynı şekilde inananlara namaz vaktini duyurduğu için de horozun ötüşü mübarek kabul edilirmiş. İranlılar horoza, güneşin doğumunu müjdelediği için, sabah müezzini derlermiş. Erken Hıristiyanlık dönemlerinde Portekiz’de horoz güneşin simgesi olarak görev başındadır. Horoz kurban etme törenleri (ki Anadolu’da horoz kurban etme görülen bir gelenektir halen) gün dönümlerinde yakılan bir ateşin çevresinde yapılırmış. Ermeni halk inanışında da, semavi horozun kutsal bir yeri var; bu horoz, yeryüzü horozunun ötüşünden önce tanrı’nın övgüsü için melekler korosunu topluyor. Horoz sembolünün Avrupa’da, özellikle orta çağda, inanç ve ümidin simgesi olarak sıklıkla kullanıldığı biliniyor. Anadolu’da halen insanlar küçük dileklerinin yerine gelmesinde horoz adarlar ve keserler. Aydınlanma, ışık anlamı taşıyan horoz aynı zamanda ayağa kalkma ve diklenmeyi de temsil eder. Rönesansla birlikte Fransızların sembolü olan horoz, krallık armasında ve hatta paraların üzerinde de kullanıldı. Daha sonra devrimle birlikte ulusal bir sembol haline geldi. Napolyon Horozu yeterince yırtıcı ve güçlü bulmamış olacak ki, Fransız imparatorluğunun sembolünü kartalla değiştiriverdi. Şimdi günümüze dönelim ve Delikliçınar Meydanı’ndaki camdan horozla devam edelim:

LONDRA NİRE, DELİKİÇINAR NİRE?
21 Ağustos’ta Delikliçınar’da açılışı yapılan devasa cam heykelin kaidesinde sanatçısının adı yazılı değil ama ben burada emeğe duyduğum saygıdan dolayı onu sanatçı bir çiftin, Ömür ve Fatih Durek’in yarattığını yazmalıyım. Bir buçuk yıl süren çalışma sonunda çiftin heykele harcadığı emeğini anlatmak için, el işi 7 bin parçadan oluştuğunu söylemem yeterli sanırım.2 metre 60 santim boyuyla Türkiye’nin en büyük cam heykeli unvanını kapan horoz iki saatte bir de ötecek demişlerdi. Son olarak yazıyı noktalamadan önce size Londra nire, Denizli nire? Dedirtecek bir haber vereyim:

denizli-seval-uysal-denizli-nin-simgesi-neden-horozdur-1
26 Temmuz’da İngiltere’nin Trafalgar Meydanı’na 4.5 metre boyunda dev bir mavi horoz dikildi. Heykeli Alman sanatçı Katharina Fritsch yapmış. Sanatçı eserini bakın nasıl tanımlıyor: “Yenilikçi, uyanık kalmayı ve gücü simgeliyor” Meydana yukarıdan bakan hali ve 4.5 metre boyuyla gücü simgelediği ortada, birinci gelmesinin nedeni de bu büyüklük olmalı. Denizli horozunu yapan sanatçılar Ömür ve Fatih Duruerk ise “Denizli horozunun birebir aynısını tasarladık, yorum katmadık” diyorlar. Şimdi diyeceksiniz ki; Denizli nire? Londra nire? Doğru. Arada binlerce kilometre uzaklık olsa da, ikisinin de en önemli meydanlarına devasa horoz heykelleri yerleştirmesi hangi gerekçeyle açıklanabilir?
Bir:Yenilikçilik
İki:Güç
Üç:Aydınlanma
Öyle ya da böyle
Mavi horoz Trafalgar Meydanı’nda,
Denizli horozu her yerde öter!

Viewing all 548 articles
Browse latest View live