Quantcast
Channel: Özgün – denizlihaber.com
Viewing all 548 articles
Browse latest View live

Ünlülerin mücevhercisi Denizli’de

$
0
0

denizli-kahve-sohbetlri-engin-unal-suha-guler-mucevher-h

denizli-kahve-sohbetlri-engin-unal-suha-guler-mucevher-h

Birçok ünlü isme mücevherler tasarlayan Süha Güler, mesleğini artık baba memleketi Denizli’de sürdürüyor. Süha Usta’nın çalışma alanı olarak seçtiği yer ise mesleği gibi eski olan Kaleiçi Çarşısı.

Hani dillere pelesenk olan bir deyim vardır, “unutulmaya yüz tutan meslek” diye… Süha Usta’nın mesleği de onlardan birisi. Hem “sadekar” (taşlı ya da taşsız mücevherleri, altın, platin gibi değerli madenlerden yapılmış olan kısımlarını üreten kimse), hem “mıhlamacı” (kuyumculuk sektöründe montörlere taş takan kişi)… Denizli’de ikisini yapan tek usta o.

 Peki, altın ve mücevher piyasasının kalbi İstanbul’da atarken, onun Denizli’de işi ne? Hemen anlatalım. 1958 İzmir doğumlu. İstanbul’da büyümüş, mesleğini de orada öğrenmiş ve 40’lı yaşlarda da zorunluluktan dolayı baba memleketi Denizli’ye gelmiş. İstanbul içinde yanan bir ateş olsa da artık baba ocağına ısınmış. Tek şikayeti doğrudan bu lafı söylemiyor ama kuyumculuk sektöründeki kıskançlık.

Birçok ünlü isme mücevher yapan Süha Usta, aynı zamanda eğitimi önemseyenlerden. “Okumanın yaşı yoktur” diyerek, 56 yaşında üniversiteye başlayan Denizli’nin tek mücevhercisi, mesleğini yapabilecek ustalar yetiştirmeyi de çok istiyor. Beklediği ise destek.

denizli-kahve-sohbetlri-engin-unal-suha-guler-mucevher-ic-2

USTALARI KAPALI ÇARŞI’NIN ÜSTATLARI

İsterseniz sohbetimize sizi tanıyarak başlayalım…

1958 İzmir doğumluyum. İstanbul Kadıköy’de büyüdüm. Meslek eğitimimi usta – çırak ilişkisiyle aldım. Kapalı Çarşı’nın üstatlarından öğrendim mesleği.

Kaç yıldır bu mesleği yapıyorsunuz?

Çıraklığa 1973’te başladım. Demek ki 42 yıl olmuş.

İşin ustasına soralım: “Mücevher” deyince aklımıza ne gelmeli?

“Elmas, pırlanta, zümrüt, safiri, yakut” dediğimiz değerli taş. Bu değerli taşları biz kullanılabilir takı haline getirebilmek için yine değerli metaller altın, platin ve gümüşü kullanıyoruz.

denizli-kahve-sohbetlri-engin-unal-suha-guler-mucevher-ic-6

DENİZLİ’YE NASIL GELDİ?
Bu sanat Denizli gibi illerden pek yaygın değil. İşin adresi İstanbul… Siz de İstanbul’da yetişmişsiniz. Sohbetimize “neden Denizli?” sorusuyla devam edelim isterseniz?

Burası baba memleketim. Annemin rahatsızlığı nedeniyle geldim. Yoksa bu mesleği yapmak için buraya gelmeyiz. Çünkü alanımız İstanbul ve orada da Kapalı Çarşı.

Kaç yıldır Denizli’desiniz?

2000 yılında geldim. 15’inci yıl bitiyor.

Denizli’de tek misiniz?

Tekim… “Sadekar” ve “mıhlamacı” olarak tekim. Ama kuyumcu tamircisi olarak faaliyet gösteren arkadaşlarımız var.

Tek olmanın avantajları ve dezavantajları neler?

Kapalı Çarşı’daki ustaların vereceği fiyatla mukayese edilmesi benim burada yaşadığım dezavantaj. Oysa öyle bir durum söz konusu değil. Avantajı var mı? Tek olmanın rahatlığı var. Rekabet yok.

Size özel tasarım talebiyle gelen müşterileriniz var mı?

Var tabi ki… Buradaki kuyumcu esnaf aracılığıyla da gelen oluyor, yaptığımız işi duyup gelenler de…

denizli-kahve-sohbetlri-engin-unal-suha-guler-mucevher-ic-5

TEK AMA YETERİNCE BİLİNMİYOR

Yaptığınız iş Denizli’de rağbet görüyor mu?

“Çok az” diyebilirim. Bu işle uğraşan esnaf arkadaşlarımız işi bana yaptırsalar bile, İstanbul’da yaptırmış gibi lanse ediyorlar müşterilerine.

Anlattığınıza bakılırsa Denizli’de sizin mesleğin icra edildiği geniş kitlelerce bilinmiyor

Evet, gerçekten bilinmiyor. Kuyumcu esnafı biliyor ama benim tanınmamam için müşterisine “İstanbul’da yaptırdım” gibi lanse ediyor işi. Bunu da hangi mantık ve düşünceyle yapıyorlar bilemiyorum.

İstanbul’a gidip tasarımcı bulmak, sipariş vermek ve işi yaptırmak uzun süreç. Oysa Denizli’de elinizin altında bir usta var. Bunun cazip olması gerekmiyor mu?

Hem benim verdiğim fiyat uygun hem Denizli için değerlendirilmesi gereken bir meslek. Neden burada sadekar ve mıhlamacılar yetiştirmeyelim? Ama bu konuda destek göremiyorum. Hem resmi kurumlardan hem de kuyumcu esnafından.

“Ben mesleğimi öğretmeye hazırım” diyorsunuz ama destek de bekliyorsunuz…

Tabi ki destek bekliyorum. Ekonomik olarak rahat olamadığım sürece başkalarına aktaramam. Önce kendi geçimimi sağlamalıyım.

Anlattıklarınıza bakarsak sizin mesleğinize karşı bir kıskançlık mı var?

Şöyle diyelim… “Senden mesleği öğrenelim ve saf dışı bırakalım. Seni fazla kişi tanımasın, senin sırtından biz de ekmek yiyelim” gibi bir yaklaşım söz konusu. 

denizli-kahve-sohbetlri-engin-unal-suha-guler-mucevher-ic-4

MÜCEVHER KİŞİYE ÖZELDİR

O halde mesleğinizi biraz daha detaylı anlatın ki sizin kitleler tarafından tanınmanıza katkıda bulunalım.

Mücevher özeldir… Kişiye özel üretimdir. Kendi anlayışına, zevkine göre takısı olsun isteyen gelir bize. Taktığı mücevherin başkasında olmasını istemez. Bu da özel tasarımla olur. Bunu yaptırabilecekler kimlerdir? Parası olanlar… Onlar da bugüne kadar bu mesleğin Denizli’de yapıldığını bilmediğinden İstanbul’un yolunu tutmuş ya da kuyumcu esnafının aracılığıyla mücevher yaptırmışlar. Bilseler arzu ettikleri ürünleri burada yaptırabilecekler. Çünkü kendileri oturup çizecek, ustayla birebir iletişim kurarak mücevherini ortaya çıkarabilecek. Ama buradaki esnaf bunu engellediği için bilinirlik az. Öyle ki sorduklarında adresimi bile söylemiyorlar. Bu da benim için bir handikap.

Tasarımları kendiniz mi yapıyorsunuz?

Ben de yapıyorum, hazır getirilene göre de yapıyorum. Bazen üzerinde ortak çalışma yaparak daha güzel bir ürün ortaya çıkarıyoruz.

Mücevher tasarımı da ayrı bir sanat değil mi?

Tabi ki… Benim tasarım konusunda bir eğitimim yok ama kendimi eğittim. Artık teknoloji var, internet var. Bu konuda üretilmiş programlar var. Bilgisayar ortamında üç boyutlu tasarımlarla mücevheri çizip istenilen şekilde üretim yapabilirsiniz.

Zaman zaman dizilerde mücevherler gösteriliyor. Muhteşem yüzyıl’ı buna örnek gösterebiliriz. Bunların sektörünüze katkısı oluyor mu?

Elbette oluyor. Mesleğimizin yaşaması ve bilinmesi adına olumlu. Hürrem karakteriyle büyük firmalar bazı tasarımlar hazırlayıp sattı. Bana gelenler de oluyor.

İl dışından sipariş geliyor mu?

Geliyor…

 Nerelerden?

Fethiye, Aydın, Burdur, İstanbul – Kadıköy’den siparişler geliyor.

denizli-kahve-sohbetlri-engin-unal-suha-guler-mucevher-ic-3

150 LİRAYA DA MÜCEVHER OLUR 10 BİN LİRAYA DA

Mücevher çok özel bir işçilik istiyor. Dolayısıyla fiyatı da çok özel olmalı. Bir mücevherin fiyatı nedir ortalama fiyat verebilir misiniz?

Bir sınır yok. Bütçesine göre çok özel tasarım yaptırabilir kişi. Limiti 150 liradır, ona göre yapılır. Altın olmaz da gümüş olur. Diğer taraftan değerli taşlarla bir şey istiyordur, bütçesi 10 bin liradır, ona da o rakama uygun bir şey yaparız. Yani bunun sınırını kişi belirler.

Mücevher tutkusu hangi boyutta Denizli’de?

Var, var… Bayanlar takıya düşkündür. Mücevheri andıran bir takıyı tahtadan da yapılmış olsa takar kadınlar.

Bir de bize yaptığınız işi özetler misiniz?

Ham altını alıyoruz. İstenilen bir modele göre çeşitli şekillendirmelerden geçerek takı yapıyoruz. Üstünün taşını takıp kullanıma sunuyoruz. Her şeyi ben elimle yapıyorum. Büyük firmalar ise fabrikasyon üretimiyle piyasaya sunuyor.

Seri üretim sizin mesleği sona doğru mu götürüyor? “Yoksa insanoğlu var oldukça bizim meslekte var olacaktır mı?” diyorsunuz?

Artık sanatkarların yerini teknoloji alıyor. Usta çırak ilişkisiyle yapılması gereken bir meslek ama giderek kayboluyor. Usta yetişmiyor artık.

Sizler bu mesleğin son temsilcileri gibisiniz?

Aynen öyle… Tamamen teknoloji kullanılıyor artık. Sanatkar sayısı azaldı.

denizli-kahve-sohbetlri-engin-unal-suha-guler-mucevher-ic-9

MÜCEVHER TASARLADIĞI ÜNLÜLER

Mücevher yaptığınız ünlü isimler var mı?

Ben, genelde Kadıköy’ün Bağdat Caddesi’nde yaşayan kesime çalışan bir ustaydım. Hemen aklıma gelenler İbrahim Tatlıses, organizatör Erkan Özerman, Nükhet Duru, Sibel Egemen, Güngör Bayrak, Semra Özal…

O zaman şunu da sorayım… İstanbul’un Bağdat Caddesi’nden çıkıp Denizli’ye gelmek… Kendinizi hapsolmuş gibi hissettiğiniz oluyor mu?

Olmaz mı? Alışıncaya kadar epey sıkıntı çektim. Buranın esnafı kuyumcu tamircisi anlayışıyla yaklaşıyor. Ben kuyumcu tamircisi imajını yıkmak istiyorum.  Elbette kuyumcu tamircisi de olmalı. Ama ben tamirci değilim. Ben işin tasarım kısmındayım. Bana gelecek olan da bu bilinçle gelsin istiyorum.

denizli-kahve-sohbetlri-engin-unal-suha-guler-mucevher-ic

PAÜ’DE ÖĞRENCİ

Siz mesleğinizi icra ederken aynı zamanda yüksek eğitim de yapıyorsunuz…

Pamukkale Üniversitesi Meslek Yüksekokulu’nda Geleneksel El Sanatları Bölümü öğrencisiyim. En azından akademik bir kariyerim de olsun istedim. Mesleğimi diplomalı usta olarak sürdürmek istedim. Bu yıl bitecek.

Size başarılar diliyoruz.

Teşekkür ederim…

 

 

 

 

 


GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ…

$
0
0

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-26-11-2015-h

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-26-11-2015-h

Bu hafta sizler için siyaset, iş ve sanat dünyasından kareler seçtik. İşte anılarda kalan o fotoğraflarla geçmiş zaman olur ki…

foto-50

BİRAZ KÜL BİRAZ DUMAN O BENİM İŞTE
Ümit Yaşar Oğuzcan’ın şiiri “Biraz kül biraz duman o benim işte”yi nihavent makamında besteleyip, dillerden düşmeyen şarkıya dönüştüren ve 100’ün üzerinde besteye imza atan Avni Anıl, Denizli’yi çok sevenlerden biriydi. Avni Anıl, eşiyle birlikte gerçekleştirdiği ziyaretlerin birisinde Denizli Belediyesi eski başkanlarından Ziya Tıkıroğlu ve eşi Binnur Hanım ile birlikte görülüyor.

foto-49
7 DEFA VERGİ REKORTMENİ OLDU

Nafiz Dirlik… Sağlığında yedi defa vergi rekortmeni olmuş, Denizli iş dünyasının duayen isimlerindendi. Son katıldığı ödül törenlerinin birisinde plaketini Denizli Sanayi Odası Meclisi eski Başkanı Süleyman İlgeri’nin elinde almıştı. Bu arada Dirlik’in kızı Nezihe Baltalı ve damadı Hürsan Havlu Üretim Sanayi ve Ticaret A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Derya Baltalı, merhum işadamının ismini yaptıracakları okulda yaşatacaklar.

gecmis-zaman-olur-ki-yeni-haber-arasi

foto-51

İŞADAMI – SANAYİCİ DOSTLUĞU
Siyasetçi ile iş dünyası temsilcilerinin yolu sıkça kesişir. Sohbetler bazen ayaküstü, bazen uzun toplantılar ve iş yemeklerinde olur. İşte bunlardan birisi… Eski milletvekilleri Kemal Aykurt (solda), tekstilci Salih Demirkan (ortada) ve Mehmet Gözlükaya (sağda) ile bir yemekte aynı masayı paylaştı. Bize de deklanşöre dokunmak kaldı.

foto-5

DOKTORLAR MASASI
Denizli Tabip Odası’nın epey eski tıp balolarından birisindeyiz. Aynı masayı paylaşanlar İsmail Çelik, Cengiz Baskan, Tahsin Kösemetin, Ali İhsan Kalaycıoğlu ve Mustafa Başöz… Keyifleri de hayli yerinde…

foto-1

UNVANLAR DEĞİŞTİ
Denizli’de bir açılış töreni… Ellerinde makas kurdelayı kesmeye hazırlananların o günkü unvanları ile bugünkü unvanları farklı. Örneğin Recep Tayyip Erdoğan, o dönem başbakan idi, şimdi cumhurbaşkanı. Recep Akdağ (solda) eski Sağlık Bakanı, şimdi kartvizitinde millletvekili yazıyor. Hemen yanında Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, o da kabineye giremeyenlerden. Gazi Şimşek, şimdilerde merkez valisi. Kartvizitinde eski bakan yazan bir başka siyasetçi Abdülkadir Aksu. Fotoğraf karesinin sağındakiler ise AK Parti eski Milletvekili Mehmet Yüksektepe ve Denizli Ticaret Borsası Başkanı İlter Panayır.

Müstafi bir müze vaadi

$
0
0

ic_kapak

ic_kapak

Giriş peşrevimizde bu haftanın konusu Pamukkale kuzey kapısında Valilik ilanıyla yapılacağını öğrendiğimiz giriş çıkış düzenlemesi. Bu düzenleme boyunca süreceği anlaşılan uygulama prosedürü. Ama önce eski bir habere geri gidip, analojik bir bağlantı kurarak devam edelim.

***

BAHÇELİ PAMUKKALE’YE GİREMEZ

Bundan dört yıl önce, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli Pamukkale örenyerine girememişti. Sebep, yeni yönetmelik gereği Bahçeli'nin aracına giriş izni verilemeyeceği idi. Bahçeli istiyorsa sade vatandaş gibi araçsız giriş yapabilirdi.

İlk bakışta adilane görünen bu uygulama, Pamukkale işletmesi gerçeklerini bilenler için pek adil sayılmasa gerekti. Nitekim bu olaydan bir-iki ay sonra, işletme müdürü görevden alındı. Dönemin İl Özel İdare Genel Sekreteri Adem Oklu her ne kadar “arkadaşımız mahcubiyetinden dolayı görevine devam edemeyeceğini bildirdi” dese de İşletme Müdürlüğü'ne vekaleten bakan Nevzat Sallıo gerçekte görevden alınmıştı.

5

Şimdi üzerinden 4 tam yıl geçmiş bir olay bu. Neden gündeme taşıdın derseniz; Pamukkale örenyeri işletme yöntemleri eskiden de pek tat vermezdi. Kısmen yumuşak kurallarla yönetildiği söylenebilir ama esasta çifte standart muameleye maruz kalmak her zaman mümkündü. Siz bırakın aracı, bisiklet bile sokamazken, birileri yönetim kademesinin en son halkası da olsa krallar-kraliçeler gibi bir muameleyle saltanat sürerdi. “Başkanım gelmiş, bakanım, valim, vali yardımcım teşrif etmiş, müdürüm gelmiş, şefin gelmiş…” Bu müsamahanın sonu olmazdı. Ama bazı durumlar olurdu ki, Bahçeli örneğindeki gibi burnundan fitil fitil getirirlerdi.

***

KUZEY KAPISI TURİSTE KAPALI

Bunları neden konu ettiğimize gelince; son haftalarda, Valilik internet sitesinde de açıklandığı üzere Pamukkale örenyeri kuzey giriş-çıkış kapısında yeni bir düzenleme yapılıyor. İl Kültür Müdürü Mehmet Korkmaz’dan alınan ön bilgiye göre bazı satış büfelerinin de yer alacağı bir tür turistik giriş mekanı tasarlanıyor. Bu arada görüştüğümüz turist rehberleri ise, kapı giriş çıkışlarının tamamen kapatıldığını, turistlerin sıkıntı yaşadığını belirtiyor. “Benim turist grubumun yaş ortalaması neredeyse 70” diyen bir rehber, “bu nedenle kuzey kapısının tamamen kapatılmış olması, turistin gezi alanlarını ve ilgisini kısıtlıyor. Güney kapısından, kuzey kapısı civarındaki Nekropol’e kadar bir kaç kilometre yürüyen o yaştaki turistin hemen oradan çıkıp Karahayıt’taki oteline gitmek varken, yeniden güney kapısına yürümek zorunda kalmasını düşünebiliyor musunuz?” diye devam ediyor. “Oysa” diyor, “giriş olmasa da, çıkış için tek bir turnike ve kenardan ince bir patika yol verseler sorun çözülmüş olacak. Ne biz, ne de turist sıkıntı yaşamayacak” diye ilave ediyor.

***

“İDARE EDİVERSİNLER!”

Yukarıdaki iki olayın birbirinden ne farkı var? Devlet Bahçeli’yi sokmayan zihniyet, şimdi de turiste geçiş yolunu kapatıyor. Hiçbir zarureti olmayan, keyfiyete dayalı uygulamalar. Yönetimlerin o an için buldukları en kaba, en pratik çözüm yolu geçer akçe oluyor.

***

İl Kültür ve Turizm Müdürü Mehmet Korkmaz’a sorduk bu sıkıntıyı. “Olabilir” deyip arkadan ekledi, “ ne yapalım birkaç ay idare ediversinler.”

Müdür beyin yaklaşımı çözüm mü? Çözümsüzlüğü bir tür çözüm olarak düşünürseniz, evet. Ama orada müdürseniz böyle düşünme hakkınız pek yok. Çünkü siz birilerinin idari emirlerini yerine getiren sıradan bir bürokrat olmaktan kurtulamadıkça hiçbir şey çözülmez. Bulduğunuz en faydalı şey, kuzey kapısındaki problem için birkaç ay sabır tavsiye etmek olur. Bu profil ise bir ilin Kültür Bakanlığı birinci temsilcisi olmaya yakışmaz. Gündelik idari maslahatın peşine düşmüş bilmem kaçıncı sınıf bürokrat olmaktan öte gidemezsiniz.

MÜZE TARTIŞMALARINA GİRİŞ

“Son yıllarda Denizlili bir işadamının, önceki Kültür Bakanlarından biri ile Laodikeia’da yapılan şatafatlı törenlerle verdiği müze sözü biliniyor. Sonrasında yapılan çalışmalar şu anda kapanmış durumda. Hiçbir faaliyetin olmadığı söylenebilir. Oysa o tören esnasında dinlediğim işadamı 10 milyon TL gibi bir kaynak ayırdığını, Denizli Müzesini inşa edeceğini söylemişti. Hatta şevke gelip kendini tutamamış, ikinci bir müze sözü de vermişti.”

Geçtiğimiz haftaki yazımızı bu satırlarla noktalamıştık. Önce biraz geriye gidip o şatafatlı törene, törende neler söylendiği ya da vaat edildiğine kısaca göz atalım.

Aslına bakarsanız konu İstanbul’a, İstanbul’da bazı ilişkilere, iş dünyası-siyaset alanı yakınlığına uzanabilir. Ulusal, hatta küresel ölçekte bir Amerikan piyasa felsefesi olan kazan-kazan prensibine dayanabilir. Derinliğine gerek yok, yatay bir taramayla ilginç medya haberlerine ulaşılabilir.

Ama biz o noktaya kadar uzanmayacağız. Tanığı olduğumuz andan itibaren sürecin izini sürerek elimizdeki, belleğimizdeki, dağarcığımızdaki verileri değerlendirip Müze konusunu tartışmaya çalışacağız.

2

BAŞBAKAN ERDOĞAN: “YETMEZ AMA…”

Denizlihaber ve başkaca gazete ve haber portallarında yer alan 17 Eylül 2012 tarihli haber, “Kent Müzesini Zorlu Yapacak” anlamında başlıklar taşıyor. Dönemin Başbakanı Erdoğan’ın Denizli’ye sıkça yaptığı ziyaretlerin birinde düzenlenen törende Denizlili işadamlarına plaket verir. Konu orada gündeme gelir.

Tören esnasında işadamı Zorlu, Başbakan Erdoğan’ın kulağına eğilerek kent müzesini yaptırmak istediğini söyler. Bunun üzerine Erdoğan kürsüden dinleyicilere dönerek, Zorlu’nun kent müzesi yapmak istediğini belirtir ve “Zorlu ailesinden memleketleri için daha fazlasını bekliyoruz” der.

Bu talep bir dürtü müdür, yoksa zımni bir anlaşma mı, bilinmez. Belki de, Erdoğan törenin yarattığı atmosferin heyecanıyla, biraz emrivaki-teşvik olsun diye söyledi, kim bilir? Zorlu 3 gün sonra sözünde duracağını, en azından protokol imzalayacağını gösterir. Kent müzesi yapacağını açıklamak için kürsüye çıktığında belki de Başbakan’ın ‘yetmez ama evet’ cinsinden söylediklerine de uygun olsun diye, bir değil iki müze yapmak istediğini açıklayıverir. Tören Laodikeia’da yapılmaktadır.

LAODİKEİA DA PROTOKOL: 1 DEĞİL 2 MÜZE

Bu olayların yaşandığı zaman dilimi üzerinden çok geçmiş sayılmaz. Üç yıl öncesiydi. O gün Laodikeia’da Zorlu’nun söz verdiği, Zamanın Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın ise birkaç gün önce Afyon’daki törende sözünü ettiği müze için protokol imza töreni yapılacaktı.

Laodikeia Kazı Başkanı ve Ertuğrul Günay’ın gözde arkeologlarından Prof.Dr.Celal Şimşek tüm hazırlıklarını tamamlamış, kurulan platform, protokol konuklarının oturacağı kademeli ‘cavea’, konuşmacıların protokol sıralaması, sunucu, ikramlar… her şeyi kontrol etmişti. Eksik yok, her şey tamam.

Çoğunluğu bürokratlardan oluşan, özel olarak davet edilmiş eşrafın kalabalık oluşturduğu tören başladı. Celal Hoca, Belediye Başkanı Zolan, Milletvekili Zeybekci, Vali Demir ilk konuşmacılar olarak sıralarını savdılar. Ardından Zorlu ve Günay kürsüdeki yerlerini aldı. Zorlu işte o konuşmada bir değil, iki müze yapmak istediğini beyan etti. Birini Pamukkale’de, diğerini ise kent müzesi olarak şehir merkezinde inşa etmek için kaynak ayıracağı sözünü verdi. Ardından dinleyiciler ve Bakan Günay coşkulu alkışlarla Zorlu’yu kutladılar.

Son yirmi yıl içindeki müze tartışmalarının ulaştığı olumlu düzey oldukça imrendiriciydi. Ne güzel, bir işadamı çıkıyor, “ben” diyor “size müze yapacağım”, sonra coşkunun seline kapılıp aşka geliyor ve “yok yok” diyor, “bir değil, iki müze yapacağım.”

Düşünün, 60 yıldır bu kentte müze yok. Hierapolis’teki müze artık kifayetsizliği her yerinden akan bir mekana dönüşmüş. Zaten Roma dönemi hamam yapısı olması ve termal zenginliği değerlendirecek bir düzenleme için antik çağdaki hamam fonksiyonlarına geri dönmesi tartışılıyorken arkeologlar arasında!..

Hal böyleyken yeni, çağdaş, gereksinimleri karşılayacak, sergileme imkanları zengin, Pamukkale ve bölge turizminin ayağa kalkması için çok önemli bir işlev yüklenecek müze için kim alkış tutmaz?

4

SADECE MÜZE DEĞİL!

Müze dediğimiz zaman hem kent insanı, hem de kentli yönetici ve siyasilerin kafa karışıklığı bir türlü netleşmiyor. Bunda neyin payı var derseniz, en başta turizm imkanlarının kent içinde bir türlü değerlendirilemiyor oluşunun önemli payı var. Herkes pek haklı olarak Pamukkale turizm olanaklarının kent içine giderek yayılması veya taşınmasının formüllerini arıyor. Bu, kimilerince müze, kimilerince alışveriş mekanları düzenlemesi, kimilerince de tarihsel miras olarak değerlenebilecek olan Bayramyeri’nin  otantik yeniden restorasyonu olabilir.

Sadece müze değil ama müze ve tarihsel mimari örneklerin de içinde olduğu Bayramyeri, EML taş binaları, eski Ulucami, Babadağlılar İş Hanı, Atatürk Etnografya Müzesi, Germiyanoğulları Hamamı’nı içeren bölge geçmişte bir tür destinasyona bağlı alan olarak planlanmak istenmiş. Ama başarılı olunmamış.

Sonuçta 800 yıllık Selçuklu mirası Ulucami, zamanında Belediye Başkanı olup, (ironik biçimde) şimdinin Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na başkanlık yapan şahsın (Ali Aygören) marifetiyle, bir gece yarısı darbesi sonucu yıkıldı.

Endüstri Meslek Lisesi boşaltıldı ve kaderine terk edildi. (ilgili tartışmalara sonraki yazılarımızda yer vereceğiz.)

Bir Pazar, yazın sıcak mı sıcak bir gününde, henüz yasal süreci tamamlanmamış olduğu halde, zamanın Valisi Yavuz Erkmen’in üstü üste verdiği güvencelere rağmen (Kaynak: Önceki dönem Mimarlar Odası Şube Başkanı İbrahim Şenel) Kız Meslek Lisesi en vandal yöntemle adeta parçalandı.

Bayramyeri, hiçbir restorasyon kuralına riayet edilmeksizin, gösterişli olması amaçlanarak gelişigüzel bir arabesk düzenlemeye uğradı. Şadırvanları, bölümlemeleri ve kullanılan malzemesiyle kitch bir mekana dönüştü.

1

“MÜZE DE TURİZMİ GÖRECEK Mİ?”

Müze sorunu aslına bakarsanız, halıcılıktan sonra Denizli turizmine başlangıçta sağladığı faydayı fazlasıyla geri alacak bir konu gibi duruyor. Nasıl mı?

Halı sektörü ile ilgili söylediklerimizi, o sektörün herhangi bir temsilcisi bireysel olarak üzerine alınmasın. Ama bir sorun olduğunu da kabul etsin. Kısaca özetleyip geçelim.

Geçtiğimiz haftalarda turizm üzerine yaptığımız sohbetini yayınladığımız Halit Polat ne demişti, …Halı sektörü de bitti. Kontrolsüz bir büyüme yaşandı. Bu günlük turist hadisesi de yine o halı yüzünden kuruldu. Gelsin bir gece otelde konaklasın Pamukkale’yi görsün, otelde yatsın, sabahın köründe yolcu edilsin. Halıcılar yüzünden çok itibar kaybedildi. Hollanda’da, Belçika’da birebir duydum, ‘sakın gitmeyin Pamukkale’ye, sakın!’ diyorlardı” diyerek kendi sahasına acımasız bir eleştiri getirmişti. Bu satırlar sektörün içinde 30 yıla yakın zamandır profesyonelce yer alan biri tarafından söyleniyor.

Öte yandan, turizm yazılarımız çerçevesinde görüşmek için bağlantı kurmak istediğimiz halıcılardan şimdilik ses çıkmadı. Bu sessizlik neye delalet? Acaba ciddiye mi almıyorlar, konunun irdelenmesini mi istemiyorlar, yoksa onlar da bu işin geleceğinden umudu kesti de umursamıyorlar mı? Her halükarda ortada olan şey, turizmin kan kaybının ülkedeki siyasal-toplumsal durumun çalkantılarından fazlasıyla etkilendiği ve sektörün geleneksel sistem hatalarının bu kan kaybına tuz biber ektiği. Uzun vadeli baktığınızda bu açmazın nereye kadar gidebileceğini hayal etmek mümkün değil. Hayal ettiğimiz kadarıyla ise dehşet verici.

Ben ilk anda hatırlamadım ama dün bir arkadaşımız hatırlattı, Eski Kültür Bakanlarından Atilla Koç, Denizli Halı sektörü için zamanında hiç öyle iç açıcı şeyler söylemiyor. Bakan Koç açıkça “Denizlili halıcılar turistleri kazıklıyor” mealinden şeyler söylüyor. Hatta üzerinden on yıl geçmiş olan bu tartışmada, Bakan’a şiddetle karşı çıkanların yanı sıra destek veren halıcılar da çıkıyor. Şimdilik geçelim.

3MÜZEYE ESKİYİ KIRDIRMAK

Müze meselesi de öyle. Kent içinde müze, müzenin yeri, müze için eski mimari dokunun feda edilmek istenmesi gibi her şey, sanki bir tür karabasan gibi. Betondan yapılmış kocaman binaların soğuk duvarları içine hapsedilmiş eski çağlar uygarlık kültürlerinin istediği sanki böyle bir şeymiş gibi. Estetik dediğimiz, kültür dediğimiz, sanat dediğimiz mefhumlar, birilerinin cahiliye devri bilgisizliği üzerine kurulu görmemişliğin sembolü olmak zorundaymış gibi!

Bu gidişat turizmin oluşmasına, gelişmesine ve sürdürülmesine zarar verir. Müze ile zenginlik kazanacak olan kentlilik unsurları, kendi varlığının kurbanı haline gelir. O nedenle kendi çağının sembolü haline gelmiş olan doku unsurlarına atılacak her çentik, zamanla uykularınızı kaçıran tarihsel çığlıklara dönüşecektir. Yaptığınızdan çok, yıktığınız konuşulacaktır.

Örnek çok yakınımızda. 2010 yılında korumaya alınan EML taş binalarına 2013 yılında korunmasına gerek yok kararı verilirken hangi saiklerle bu sonuca varıldığı hala muamma. O dönem kurulda yer alan sanat tarihçisi ile mimarın tarih, sanat ve mimari estetik ölçülerinin neler olduğunu hala merak eder dururum. Neyse haftaya ilgili belgelere birlikte göz atar, merakımızı gideririz. Ama sebepleri ne olursa olsun, akılda kalacak olan onların verdiği karar ve kararın olası sonuçları üzerine kaybedilen onca yıl olacak.

Müze konusunu yazmaya kaldığımız yerden, haftaya devam edeceğiz.

 

DENİZLİ’NİN “KOMÜNİST” BAKANI!

$
0
0

denizli-seval-uysal-denizli-nin-kominist-bakani-isin-asli-h

Malum; şehir, şu sıralar bakanlara kilitlenmiş durumda. Hemen hemen herkes bakanları merak ediyor. Nihat Zeybekci’nin yeni kabineye girememesini, Selma Aliye Kavaf’tan sonra kız kardeşi Sema Ramazanoğlu’nun aynı bakanlığa getirilmesi kulislerin baş malzemesi. 64’ncü hükümette Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı olan Sema Hanım Denizli’nin 10’ncu bakanı. Arada 9 bakan var. En sondan başlarsak; Nihat Zeybekci, Selma Aliye Kavaf, Mehmet Kocabatmaz, Adnan Keskin, Muzaffer Arıcı, Hüdai Oral, Mustafa Cahit Akyar, Haluk Cillov ve Hakkı Behiç Bey! 9 bakandan Zeybekci, Kavaf, Kocabatmaz, Keskin, Arıcı, Akyar ve Cillov’u tanıyorsunuz, hepsi Denizlili. Peki; Hakkı Behiç Bey kim? Denizli’yle ne ilgisi var? Daha önemlisi nasıl komünist oldu?

Gelin hep beraber öğrenelim:

beyic-1ATATÜRK TARAFINDAN DENİZLİ DELEGESİ YAPILDI
Hakkı Behiç Bey; 1886’da İstanbul’da Çerkez bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Mülkiye’yi bitirdikten sonra Maliye Nezarit Muhasebe Kalemi'nde çalıştı, çeşitli yerlerde tahrirat müdürlüğü, vilayet mektupçuluğu ve mutasarrıflık yaptı. 1917'de mutasarrıf olarak bulunduğu Akka'nın İngilizler tarafından işgal edilmesi üzerine İstanbul'a döndü ve 1919’da Anadolu’ya geçti.

İzmir’in işgalinin ardından ilk direniş hareketinin başladığı yerlerden biri olan Denizli’ye geldi. Müftü Ahmet Hulusi Efendi’nin İzmir’in işgali üzerine halkı direnişe çağırmasıyla birlikte bir grup yurtsever, 29 Mayıs 1919’da “Denizli Müdafaa-i Hukuk-u Redd-i İlhak Cemiyeti”ni kurdular. Kısa bir süre sonra da işgale karşı “Denizli Heyet-i Milliyesi”nde gönüllü olarak yer aldı. Sivas Kongresi’ne; Başağazade Yusuf Bey (Başkaya) Küçükağazade Necip Ali Bey (Küçüka) Dalamanlızade Mehmet Şükrü Bey ile birlikte Denizli delegesi olarak katıldı. Hakkı Behiç Bey’in delegeliği konusunda çeşitli görüşlerden biri Gazi Üniversitesi Araştırma Görevlisi Mustafa Müjdeci’ye ait, şöyle diyor:

“Hakkı Behiç Bey yayınlanmış listelerde "Denizli Delegesi" olarak gösterilmişse de, Denizli Delegesi Yusuf Bey'in özel listesinde kayıtlı değildir. Anıları yayımlanan Denizli Delegesi Necip Ali Bey de kendisinden hiç söz etmez. Çünkü Denizli'den üç delege istenmiş, üç delege gelmiştir ve bu üç delegenin arasında Hakkı Behiç Bey yoktur. Bu sebeple Hakkı Behiç Bey'in nasıl Denizli Delegesi olduğu anlaşılamamakla birlikte muhtemelen Mustafa Kemal Paşa tarafından atanmış olduğu söylenebilir.”

ataturk-ekibi-ic

RESMİ TKP’Yİ KURDU
Mustafa Kemal Paşa tarafından atanan Hakkı Behiç Bey’in yükselişi başlıyor ama çok uzun sürmüyor!
Denizli milletvekili olarak meclise giriyor ve 24 Nisan 1920’de Mustafa Kemal başkanlığında kurulan 6 kişilik kabinede maliye bakanı oluyor. 22 gün sonra 17 Temmuz’da İçişleri bakanı olarak görevlendiriliyor. 7 Eylül 1920'de hakkında 8 sözlü soru ve 4 gensoru önergesi verilmesi üzerine görevinden ayrılıyor. Nedeni sol eğilimli olması. Yani

Bolşevik sempatizanı!

Selem-Reklam

Hakkı Behiç Bey’in asıl macerası bundan sonra başlıyor!

18 Ekim 1920'de Mustafa Kemal’in talimatıyla Resmi TKP’yi (Türkiye Komünist Fırkası) kuruyor. Tevfik Rüştü Aras, Mahmut Esat Bozkurt, Celal Bayar, Yunus Nadi, Kılıç Ali, İhsan Eryavuz, Refik Koraltan, Eyüp Sabri Akgöl ve Süreyya Yiğit’in parti yöneticisi, Hakkı Behiç bey’in genel sekter olduğu partiye Mustafa Kemal Atatürk, Fevzi Çakmak, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele, İsmet İnönü ve Kazım Karabekir de üyeler arasında.

mustafa-suphi-ethem-neja-ic

AMAÇ; BOLŞEVİK HÜKÜMETİYLE YAKINLAŞMA
Mustafa Kemal’in Türkiye Komünist Fırkası’nı kurdurma amacı; Sovyet Hükümeti ile aralarında başlayan yakınlaşmayla birlikte, Mustafa Suphi tarafından Bakü’de kurulan Türkiye Komünist Partisi’nin de önünü kesmekti. Resmi Türkiye Komünist Fırkası’nın yayın organı Yeni Gün gazetesiydi. Hakkı Behiç Bey’de başyazardı. Komitern’e üyelik başvurusu da yaptılar ancak, kabul edilmedi. Kuruluşundan 3 ay sonra da kapatıldı.
Atatürk 1923’te Cumhuriyeti ilan etti.

Hakkı Behiç Bey’e gelince; 1923'e kadar Denizli milletvekilliği yaptıktan sonra o tarihten sonra siyaset sahnesinden çekildi. Kimine göre de hayal kırıklıkları nedeniyle dünyaya küstü. 12 Ekim 1943'de Ankara'da öldü. Kafkas Araştırma Kültür Dayanışma Vakfı Başkanı Muhittin Ünal’a göre Hakkı Behiç Bey’in ölüm nedeni “asabiyetten” di.
Yani delirme!

beyic-icGEÇMİŞİ UNUTTURULAN ADAM
Denizli’nin ilk bakanı hakkı Behiç Bey’in hikayesi ilginç olduğu kadar trajik. Kimine göre delirme, kimine göre küsme, kimine göre de susturulma. Biz en iyisi son sözü Hakkı Behiç'in yeğeni Belma Ötüş Baskett’e bırakalım. Ayşegül Baykan’la birlikte kaleme aldığı “Geçmişi Unutturulan Adam: Hakkı Behiç” kitabında şunlar yazıyor:
“Kurtuluş Savaşı sona ermiş, Ankara hükümeti kurulmuştur. Bozkırın ortasında gözlerini ufka dikip ülkesi ve halkı için güzel günleri çağıran Hakkı Behiç (Bayiç), çok geçmeden düşlerinin Ankara'nın o sert ayazında parçalandığını, büyük bir inançla kurduğu Türkiye Komünist Partisi'nin bir mizansene dönüştürüldüğünü görüp çekilecektir "İzzet ü ikbal ile bab-ı hükümetten." Türkiye, düşünen, üreten, inanan bir evladını dilsiz kılmaya hazırdır. Hakkı Behiç köşesine çekilirken, el konulan arşiviyle birlikte ülkenin tarihi, belleği bir kez daha yaralanacaktır.”

Yıkılan Berlin Duvarı yolunu açtı

$
0
0

denizli-kahve-sohbetleri-huseyin-memisoglu-hh

denizli-kahve-sohbetleri-huseyin-memisoglu-hh

Babasının yanında çalışmak için Akşam Lisesi’ne gitti. Üniversite eğitimine gazeteci olmak için başladı. Ama iş tarafı ağır basınca Denizli’ye dönüp tekstilci olan Hüseyin Memişoğlu, bugün ihracat yapan Makroteks Tekstil Sanayi Ticaret Limitet Şirketi’nin Yönetim Kurulu Başkanı koltuğunda oturuyor.

İkinci Dünya Savaşı sonrası Almanya ikiye bölündü. Biri Batı, diğeri Doğu Almanya adını aldı. Batı Almanya (Federal Almanya) NATO, Doğu Almanya (Alman Demokratik Cumhuriyeti)  Varşova Paktı üyesiydi. Aynı ulus, iki devlet ve ortada Doğu’dan Batı’ya kaçışları önlemek için 1961’de bir gecede inşa edilen 46 kilometrelik Berlin Duvarı. O duvar 13 Haziran 1990’da da yıkıldı. Yıkılan duvar iki ulusu birleştirirken, ihracat hamlesi başlatan Türkiye için Almanya daha da büyük pazar haline gelmiş, birçok Denizlili işadamına fırsat kapısı açmıştı. İşte o kapıdan geçip, fırsatı değerlendirenler arasında Celal ve Hüseyin Memişoğlu da bulunuyordu.

Kaleiçi Çarşısı’nda dokuma ürünleri satan, Suudi Arabistan’a namaz örtüsü ihraç eden baba-oğul, yıkılan duvarı altın fırsat olarak değerlendirip Almanya pazarına nevresimle adım attı. 1993 yılında da Makroteks Tekstil Sanayi Ticaret Limitet Şirketi’ni kurdular. Akhan Mahallesi’ndeki fabrikada bugün havlu, bornoz, ev tekstili, otel tekstili ve fantezi kumaş üretimi yapılıyor.

Şirketin başında da gazeteci olma hayaliyle Ege Üniversitesi’ne giren, ancak daha sonra tercihini ailenin işinden yana kullanıp eğitimini tamamlamadan Denizli’ye dönen Hüseyin Memişoğlu bulunuyor. Bir yandan kahvemizi yudumladık, bir yandan sohbetimizi yaptık. İşte küçük yaşlarda başlayan iş hayatının öyküsü.

denizli-kahve-sohbetleri-huseyin-memisoglu-ic-5

İLKOKULDAN İTİBAREN ÇALIŞMAYA BAŞLADI
Hüseyin Bey, sohbetimize sizi tanıyarak başlayalım. Bize kendinizden söz eder misiniz biraz?

1964 Denizli doğumluyum. Anne ve babam Babadağlı. Doğal olarak ben de yüzde 100 Babadağlıyım. Gazi İlkokulu’nun ardından Pamukkale Ortaokulu’nu bitirdim. Akşam Lisesi mezuniyetimden sonra Ege Üniversitesi Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Bölümü’ne girdim. Ancak aile işi nedeniyle bir tercihle karşı karşıya kaldım. Ya okula devam edecektim ya da aile işini tercih edecektim. Aile işini tercih ederek, üniversite eğitimimi bıraktım.

Bırakmasanız meslektaş olacakmışız…

Ben şöyle baktım konuya… Üniversite diploması iş garantisi değil. Tamam; üniversite insana bir vizyon katıyor, dünya görüşünü farklılaştırıyor, olaylara bakış yeteneği kazandırıyor, çevre kazandırıyor. Ama o gün bir karar vermem gerekiyordu, verdiğim karardan pişman değilim.

Denizli’ye baba işini sürdürmek üzere döndünüz. Ne iş yapıyordu babanız?

Biz aileden tekstilciyiz. Dedem, Babadağ’da bakkaldı. Her evde bir dokuma tezgahı mutlaka vardı Babadağ’da. Babam da askerlik sonrası Babadağ’dan çıkmış ve Denizli’de amcasının yanında çalışmaya başlamış. 1969’dan sonra da kendi işyeri açmış. Biz gözümüzü açtığımızda Kaleiçi’nde bir dükkanımız vardı. Çocukluğum Kaleiçi’nde geçti. İşyerimiz bugünkü adıyla ev tekstili ürünleri satıyordu. O dönemdeki ismi “Yerli Dokuma Ticarethanesi”ydi. Hatta o levha hala durur, “Celal Memişoğlu Yerli Dokuma Ticarethanesi” diye yazar üzerinde.

Çalışmaya küçük yaşlarda başladınız bu durumda…

İlkokuldayken sabahçı olduğumda öğleden sonraları, öğleci olduğumda ise sabahları Kaleiçi’ndeydim. Benim yaşamımda ticaret ile tahsil aynı gitti. Akşam lisesi okumamın sebebi de gündüz dükkanda çalışabilmek içindi.

Hep işi düşünmenize bakarsak ailenin tek erkek çocuğu musunuz?

Ben, bizim ailenin tek oğluyum.

denizli-kahve-sohbetleri-huseyin-memisoglu-ic-2

ÜRETİM YAPACAĞI MAKİNEYİ GÖRMEK İÇİN İŞE GİRDİ

Yani “işi benim düşünmem” diyerek hareket ettiniz hep?

Öyle oldu… 1980’lerde ihracat gündeme geldi. Biz de Suudi Arabistan’a namaz örtüsü satmaya başladık. Sonra Berlin Duvarı yıkıldı, Almanya’ya nevresim satmaya başladık. İhracatla tanışmamız böyle oldu. O zaman ki işimiz imalattan çok fason üretimle satıştı.

İlginç bir anımı paylaşayım sizinle. Namaz örtüsünü pres ütü tarzında bir şeyle basıyoruz. Bunun bir yerde rotatif şeklinde basıldığını duyduk. Ama kimseye göstermiyorlar makineyi. Ne yapacağız? Çalışmak üzere başvuru yaptım, kabul edildi. Orada bir gün çalıştım. Gün boyu makineyi inceledim, nasıl bir şey olduğunu kafamda not ettim. Ertesi gün de istifa edip sanayinin yolunu tuttum ve makineyi kendimiz yaptık.

Ancak kullanımda bir takım sıkıntılarla karşılaştık. Bu kez “daha kullanışlı hale nasıl getirebiliriz?” sorusunun cevabını bulabilmek için İstanbul’a gittim. Bazı sistemlerini değiştirerek makineyi yeniledik. Üretimimizde 2,5 katına çıktı. Elektrik tasarrufu sağladık, arızalar azaldı.

Bu makineyi biraz daha detaylı anlatır mısınız?

Kağıttaki desenler, yaklaşık 200 derecelik bir ısıda kumaşa transfer olur. Böylece kumaşa baskı yapmış olursunuz. İhracata bu üretimle başlamış olduk. İki yıl sürdü ve bir anda bitti namaz örtüsü işi. Bir yandan ne yapalım diye düşünürken, dükkanda da nevresim satıyoruz. Sovyetler Birliği’nin başındaki Gorbaçov’un “glasnost” söylemi konuşuluyor. Berlin Duvarı yıkılıp, Batı ve Doğu Almanya birleşiyor. Böyle bir rüzgar esiyor dünyada. Almanya’da bir anda nevresim satışı arttı. Ayda bir Almanya’ya gidip gelmeye başladık. İhracatımız böylece yoğunlaştı.

denizli-kahve-sohbetleri-huseyin-memisoglu-ic

İŞ HAYATINDA KALFALIĞA DEVAM

O zaman “İhracatta Suudi Arabistan çıraklık, Almanya kalfalık, sonrası ise ustalık dönemi” diyelim mi?

Hayat bir okul, sürekli bir şeyler öğreniyorsunuz. İnsan “Tamam, ben oldum” dememeli. “Oldum” dediğinde işiniz bitmiştir. O nedenle daima öğrenmek lazım. Ben de öyle yapıyorum. Usta değil de kalfa olarak yola devam ediyoruz.

Babadağlılar hep dokumacı mıdır?

Babadağ’ın coğrafi yapısı malum. Babadağ’da birinin evi, komşunun balkonudur. Alan olmadığından evler üst üstedir. Tarım ve hayvancılık yapamazsınız. Doğal olarak dokuma kültürü gelişmiş. Zaten Çürüksu Vadisi’nde bu kültür var yüzyıllar öncesine giden. Laodikya’daki kazılarda Roma’ya 36 defa kumaş satmaya giden tüccara dair bilgiler ortaya çıktı.

denizli-kahve-sohbetleri-huseyin-memisoglu-ic-1

TEKSTİLDE HAREKET GÜNEŞİN TERSİNE

Denizli’de tekstil var ama eski karlılık marjları yok. Tekstil ne sıkıntı yaşadı da böyle oldu?

Bana göre tekstil güneşin tersine hareket ediyor, batıdan doğuya doğru gidiyor. Dünyanın her yerinde insan örtünmek zorunda. Ancak normal, günlük ihtiyaç ile bir şeyin sinai haline gelmesini birbirinden ayırmak gerek. Afrika’nın herhangi bir ülkesinde de kumaş ya da halı dokunuyor, Kafkaslar’da dokunuyor, ABD’de, Brezilya’da dokunuyor. Ama sınai anlamda üretilip diğer ülkelere pazarlanması İngiltere’den başlıyor. Sonra yavaş yavaş Avrupa’nın doğusuna, sonra bize geldi. Bizden de daha doğudaki ülkelere gidiyor.

Tekstil emek yoğun bir sektör olduğu için işçiliğin ucuz olduğu yerlerde en kolay istihdam kaynağı. Geçenlerde ABD’de bir mağazayı gezerken gözüme tişört ilişti. Baktım made in Lesotho yazıyor üzerinde. İsmini ilk defa duyduğumdan merak edip internetten araştırdım, Afrika’da bir ülke. Adam Afrika’nın bir ülkesinde tişört üretip, üzerine etiketini koyup ABD’de satışa sunmuş. Bunu neyle yapıyor? Ucuz işgücüyle yapıyor. Aynısını Bengladeş’de, Vietnam’da, Endonazya’da görüyorsunuz.

Türkiye’de de 1980’li yılların sonları, 19990’lı yılların başlarında bir fırsat yakalandı. Avrupa artan maliyetler karşısında dokumacılık kültürü olan ve dünyaya açılan Türkiye, ortaya çıkıp yakaladığı fırsatı değerlendirdi. Devletin de ihracat teşvikleriyle gelişti. Almanya’ya gittiğinizde sıkıntı çekmiyordunuz, size yardımcı olan Türkler vardı.

Avrupa’da 25 marklık bir bornozu burada 18 marka satmaya başladık. Biz o günlere yetişemedik ama maliyetinin 10-12 mark olduğu söyleniyordu. Yüksek kar şehirde bahar havası estirdi. Havlu alıp satan Denizli’yi biliyor. Denizli havlu ve bornozu dünyada bilinen bir ürün artık.

Buna bir örnek vereyim: Solingen sizin için ne ifade ediyor? Çatal ve bıçak… Denizli’de tekstili ifade ediyor. Artık kullanıcılarda bu hissi uyandırmamız lazım. Onun için İhracatçılar Birliği yoğun bir şekilde “Türkish Towels” için çalışma yürütüyor, marka haline getirmeye çalışıyor. Mesela şu anda ABD’de Türk havlusu diye bir trend var. Daha önce Türk havlusu satmayan firmalar artık bu satışı yapmak istiyor.

denizli-kahve-sohbetleri-huseyin-memisoglu-ic-4

TEKSTİLDE DENİZLİ MARKASI NEDEN OLMADI

Madem buraya geldik, şunu sormak istiyorum: Söylediniz Denizli bir marka diye. Denizli’de böyle bir markaya üretim yapıp, bu isimle dış pazara yönelseniz olmaz mı?

Şöyle bir şey var. Bir anıyla anlatayım. 1992 ya da 1993’te Almanya’ya gittim. Orada yaşayan dayım var yanımda. Otoyolda ilerliyoruz ve sürekli Solingen levhaları görüyorum. “Ne büyük fabrikaymış, otoyolda bile çıkışlar var” dedim. Dayım da “fabrika değil şehir adı o” cevabını verdi. Bu şehrin çelik endüstrisiyle meşhur olduğunu, çatal-bıçak ve mutfak eşyaları üretildiği, ancak herkesin ürün üzerine “Solingen” yazdığını anlattı. Siz de “havlu üretilsin, üzerinde marka olarak Denizli yazsın” diyorsunuz. Bu güzel, fakat bu biraz da ölçek ekonomisiyle ilgili. Standardı belirlemeniz lazım. Kim kullanacak? Hangi standartlarda üretim yapılacak? Havlunun gramaj ve özellikleri ne olacak?

Denizli’nin tekstilde ana ihracat kalemi havlu, bornoz, nevresim değil midir? Bu üç üründe Denizli markası kullanılamaz mı? Zaten bur kente herkes Denizli havlusu, bornozu, nevresimi almak için gelmiyor mu?

Ben sizin ne demek istediğinizi anlıyorum. Biz bunları daha önce kendi aramızda konuştuk. Yine bir örnekle ifade etmeye çalışayım. Babadağ’da dokumacı kooperatifleri vardır. Üretim yapanlar oraya malını götürür, eni-boyu tam mı kontrol edilir ve mühür vurulurdu. Bunlar kare, yuvarlak ve oval olurdu. Babadağ’a geldiniz, mal alacaksınız; üzerindeki mühre göre hangi kalite skalasında olduğunu anlarsınız.

Bu örnekte olduğu gibi, İhtacatçılar Birliği bünyesinde bir komisyon oluşturalım gibi bir şeyler düşündük. Fakat uygulanabilirliği çok kolay gelmedi bize. Ama bunun da mutlaka yapılması lazım. Denizli markasını kullanmak istiyorsam malı getirip heyete sunmalıyım. Heyet o mala bakıp kaliteyi teyit ederse o markayı kullanabilmeliyim. Ancak şehri buna çok hazır hissetmiyorum şu anda. Ama bu uygulama birgün olacaktır. Fikir doğru ama uygulama esaslarının iyi belirlenmesi lazım.

denizli-kahve-sohbetleri-huseyin-memisoglu-ic-3

SİYASET ÖNCELİĞİ Mİ?

Aynı zaman siyasetin içindesiniz. Siyasette bir hedef var mı?

Ben sivil toplumda çalışmayı seven birisiyim. Zafer Gökşin ile beraber MÜSİAD’ın kurulması için İstanbul’a gidip temas yapan ilk kişilerdenim. 2003’te Şahin Tin’in davetiyle siyasete girdik. 2007’de bıraktım. İl Başkanlığına yeniden gelince bizi bir kere daha davet etti, gene geldik. Ticaret Odası Başkan Yardımcılığı var, üç dönemdir devam eden meclis üyeliği var. İhracatçılar Birliği’nde Başkan Yardımcılığı ve rahmetli Raşit Güntaş’ın istifasıyla 4-5 ay başkanlık görevini sürdürdüm. Beş yıl BASİAD Başkanlığı yaptım. Şunu söyleyebilirim. Sivil toplum yoluyla insanlara hizmetten hoşlanıyorum. Ama aktif siyasetin içinde olmaktan çok zevk almıyorum. Çünkü o zaman bir yere kategorize oluyorsunuz, belli bir grupla hizmet etme şansınız oluyor.

Bir büyüğüm bana cemiyet işi üç şöyle olur; 1- heves, 2- zaman, 3- para harcayarak olur demişti. Biz de bugüne kadar çok şükür cemiyet işlerinde bulunduk. Para kaybettik, para harcadık, hizmet ettik. Hevesimiz var. Sevdalısıyız bu ülke ve şehrin. Bugüne kadar 47 ülkeye gittim. Soruyorlar bana en çok nereyi beğendin diye. İnanın bizim ülkemiz gibisi yok.

Denizli, deniz kıyısında değil ama denize uzak da değil. 160-170 kilometre gittiniz mi deniz kıyısındasınız. Çok sayıda arkadaşımızın teknesi var. 60-70 kilometre mesafede kayak yapabileceğiniz Bozdağ var. Uçakla her yere gidebilirsiniz. Son olarak şunu söyleyebilirim sorunuzla ilgili. İnsanların yarın bizi nerede görmek isterse, ne görev verirse; o günkü şartlarda, kendi pozisyonumuza ve faydalı olup olamayacağımıza bakar, ona göre karar veririz. Ama şunu net söyleyebilirim, siyaset benim çok önceliğim değil.

 

 

GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ…

$
0
0

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-02-12-2015-h

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-02-12-2015-h

Geçmiş zamana fotoğraf kareleriyle yolculuğumuzda iş dünyasının yanı sıra, uluslararası alanda başarı grafiği hızla yükselen bir Denizliliyi de tanıtıyoruz sizlere.

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-02-12-2015-ic-1

AYAKÜSTÜ SOHBET
Denizli iş dünyasının duayen isimleri, bir davette buluşmuş sohbet ediyor. Denizli Sanayi Odası’na uzun yıllar başkan olarak hizmet veren, Organize Sanayi Bölgesi’nin kurulmasına öncülük eden Feridun Alpat ve Emsan’ın kurucularından Çetin Demircioğlu, dostlarıyla bir arada.



BÜYÜDÜ, ULUSLARARASI SANATÇI OLDU
Fotoğraf karesinde kendi resim sergisinin açılış kurdelasını kesen küçük kız, tam bir “adam olacak çocuk” dedirtenlerden. Henüz ilkokula başlama çağında ama resim sergisi açıyor. Serginin kurdelasını da kendisi kesiyor. İlkokul, ortaokul, lise derken ODTÜ Mimarlık Bölümü’nden mezun oldu. Bilgi Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi ve University of California’da yüksek lisans yaptı.denizli-gecmis-zaman-olur-ki-02-12-2015-ic-3
Disiplinlerarası çalışan bir sanatçı/araştırmacı olan; tasarım, sanat ve bilim alanlarında faaliyet gösteren Yoldaş, 2013’te Transmediale Villem Flusser Artistic Research Residency ödülünü kazandı. Yine aynı yıl Amerikan Bilim Estitüsü National Evolutionary Synthesis Center tarafından evrim bilimini ve sanatı bir araya getiren eserleri için ödüllendirildi. VCCA, MacDowell Colony, UCross gibi ABD’nin prestijli sanatçı kolektiflerine kabul edilen Yoldaş, Avrupa’da ve ABD’de pek çok sergiye katıldı, konferanslar verdi.

gecmis-zaman-olur-ki-yeni-haber-arasi

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-02-12-2015-ic

SOHBETTE GÜZEL TATLI DA
İşadamı Mehmet Gökçe ve Akça Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Ali Akça, sıkı bir dosttur. Zaman zaman bir araya gelip sohbeti ihmal etmezler. Eşlerin de katılımıyla gerçekleşen bu sohbetlerin birisine tatlılar yenilirken yetişebildik ve deklanşöre basıp o anı ölümsüzleştirdik.

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-02-12-2015-ic-2

DOKTORLAR VE DİŞ HEKİMLERİ BULUŞMASI
Fotoğraf doktorlar ile diş hekimlerinin dost meclisinden. Karede yer alanlar Dr. Faik Özdemir, Dr. Orhan Turan, Diş Hekimi Bilge Öncel, Diş Hekimi Okyar Gereli ve eşleri.

DENİZLİ VALİLERİN TERMAL KENT HAYALİ

$
0
0

denizli-valililerinin-termal-kent-hayali-h

Duyduk ki; Karahayıt bölgesindeki pansiyon ve motel sahiplerinin 5 yıldır merakla beklediği “Kentsel Dönüşüm Projesi”nin ilk etabındaki konutlarının 258’i satışa çıkmış. Başvurular 14 Aralık 2105 – 15 Ocak 2016 tarihleri arasında kabul edilecekmiş. 2009 yılında Vali Yavuz Erkmen tarafından faylar gerekçe gösterilerek başlatılan “Karahayıt Kentsel Dönüşüm Projesi”ni hatırlarsınız, ilk etabında 258 konut, 4 işyeri ve 10 termal pansiyon bulunuyor. İkinci etapta ise 20 pansiyon ve otel yapılacak. Böylelikle TOKİ, ilk kez bir turizm bölgesinde 660 odalı toplam 40 termal pansiyon inşa edecek. Bunlar bölgeye nasıl bir canlılık kazandırır, hak sahipleri mutlu olur mu? Şimdilik bunların cevabını bilmiyoruz ama bildiğimiz bir şey Denizli valilerinin yıllarca yerin kilometrelerce altından gelen, sıcacık şifalı suyun değerlendirilmesi, turizme kazandırılması için harcadıkları çabadır. Bunlardan kimi girişim olarak kaldı, kimi yol kazasına uğradı. Bazı valilere Prag’daki Karlovy Vary, bazılarına da Almanya’daki Bad Orb’dan ilham verdi.

YUSUF ZİYA GÖKSU
“Jeotermal kaynakların değerlendirilmesi” lafzı Denizli için oldukça eski de olsa, 1996-2003 yılları arasında görev yapan Vali Yusuf Ziya Göksu zamanında daha bir fazla dillendirilmeye başlandı. Bu 8 yıl içinde bir kaç kez de olsa jeotermal enerjinin kullanımı konusunda toplantı ve paneller yapılarak bilim adamlarının görüşleri alındı. Daha çok kent ısınmasıyla sınırlanan bu girişimler, adı üzerinde girişim olarak kaldı.

RECEP YAZICIOĞLU
Denizli’de sadece 8 ay görev yapabilen Vali Recep Yazıcıoğlu Denizli’ye dosyalar dolusu bilgiyle geldi. 1989-1991 yılları arasında Aydın’da görev yaptığı süre içinde, jeotermal konusunda donanımlı olan ve daha o yıllarda kaplıca kür merkezlerinden söz eden Yazıcıoğlu, 2003 yılında Denizli’de görev yaparken salt kentin ısınmasından söz etmekle kalmıyor, hedef olarak sağlık turizmini ve seracılığı koyuyordu. Rahmetli işe kent ısınmasından başladı ama talihsiz kaza sonucu hayatını yitirdi. Geride kalan Denizli’nin jeotermalle ısınması projesi de aynı onun gibi bir yol kazasına uğradı. Sonradan Denizli Belediyesi’ni çok uğraştırdı.

denizli-yusuf-ziya-goksu-recep-yazicioglu

GAZİ ŞİMŞEK
Yazıcıoğlu gibi bir efsanenin ardından Denizli’ye atanan Vali Gazi Şimşek, 2003-2006 yılları arasında 3 yıl görev yaptı. Sürekli Yazıcıoğlu ile kıyaslanmak zorunda kalan Şimşek, jeotermal projesine sahip çıktı ama bu yükü taşımakta bir hayli zorlandı. 2004 yılında Denizli Platformu’nun davetlisi olarak gittiği Çek Cumhuriyeti’nin Bohemya Bölgesi’ndeki “Kralın Banyosu” anlamına gelen termal kent Karlovy Vary’den etkilenerek, bu modeli Karahayıt’ta hayata geçirmek için harekete geçti. Ancak sonradan “Fransız hükümetiyle” işbirliği yapmayı tercih etti. Termal şehir projesi ortaya çıktı ve Vali Şimşek “Yıllardır boşa akan ve değerlendirilemeyen termal su kaynaklarımız var. Biz de bölgede oluşturacağımız Termal Şehir Projesi ile insanların gelip kaldığı, eğlendiği ve tedavi olduğu bir mekan oluşturmaya çalışıyoruz. Fransa hükümeti projeyi ücretsiz olarak hazırladı. Biz yatırımcı bekliyoruz. Uzun zamandır hayal ettiğimiz termal kür merkezinin yanı sıra bölgede oluşturacağımız golf sahaları ile bölgedeki turizm çeşitlenecek ve günü birlikten kurtulacaktır" açıklaması yaptı. Ancak bu proje hayata geçmedi ve adı üstünde proje olarak kaldı.

VALİ CANPOLAT
Denizli’de 2006-2008 yılları arasında görev yapan Dr. Vali Hasan Canpolat akademik kimliği nedeniyle geçmişten devralınan projelerden çok, kendi tarzında çalışmayı tercih etti. Ancak onun gündeminin büyük bölümünü de yine Pamukkale, termal sular, jeotermal enerji ve antik kent işgal etti. Denizli’de “Pamukkale Valisi” olarak adlandırılan Pamukkale’den sorumlu vali yardımcısı uygulamasını başlattı. Milletvekilleri, otel sahipleriyle birlikte Pamukkale kasabasında sık sık turizmcilerle toplantılar düzenledi ve ortaya bir yol haritası çıkardı. Ancak termal kent çalışmalarında çok mesafe alamadı.

simsek-karlov-canpolat

Vali ERKMEN
2006-2011 yılları arasında görev yapan Vali Yavuz Erkmen, geldiği gibi Vali Gazi Şimşek döneminde gündeme gelen ve yap-işlet-devret modeliyle hayata geçirilmesi planlanan golf sahası ve termal kür merkezi bölgesinde incelemelerde bulundu. Erkmen ile birlikte konu yeniden gündeme taşındı. Termal kent, termal kasaba olarak dillendirilmeye başlandı. Vali Erkmen yaptığı açıklamalarda “Termal anlamda bir kasaba kurmak istiyoruz. Bunu başardığımız takdirde insanların sağlık turizminden gelip yararlanabildiği daha düzgün bir çevre oluşturmuş oluruz” derken, tanınmış birçok firmanın şehir merkezinde ve termal sahalarda otel yapımı için belediyeye müracaat ettiklerini de söylüyordu. Erkmen zamanında Sarayköy’deki Umut Termal Otel ile PAÜ işbirliği protokolü yaptı ve hastalıkların tedavisinde termal suyun kullanım dönemi de başlamış oldu. 2009 yılında ise Valilik olarak diri faylar gerekçe gösterilerek, belediye meclisinden karar çıkartıldı ve Karahayıt “Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Alanı” ilan edildi. 2010 yılında bölgedeki konut, pansiyon ve otellerin yapımı TOKİ’ye devredildi. Böylece beş yıl süren tartışmalı bir süreç de başlamış oldu. Bölgedeki hak sahipleri yapılacak konutlara ilişkin görüşlerinin alınmadığı ve satış fiyatlarının belirmediği gerekçesiyle itiraz etti. Mimarlar Odası’da bu konuda bir panel düzenledi. Ancak bu konu çözüme kavuşmadı. 18 Mayıs 2011’de Vali Erkmen verdiği bir röportaja göre; Denizlili bir yatırımcı Güney Koreliler ile birlikte iki termal otel yatırımı yapacaktı. turizmcilerin bölgeye yönelerek, dünya çapında zincir oteller Denizli ye ilgi göstermeye başladı.

Selem-Reklam

VALİ DEMİR
2011 yılında Denizli’de göreve başlayan Vali Abdülkadir Demir’de, termal kent hayalini gerçekleştirmek için çalışarak kendisinden öncekiler gibi hep aynı projenin peşinden gittiğini gösterdi. Heimtextile Fuarı’na katılmak için gittiği Almanya’da iki termal kenti Denizli Belediye Başkanı Osman Zolan ve Denizli Ticaret Odası Başkanı Necdet Özer ile birlikte gezen ve bu kentlerden birinin Karahayıt’a çok benzediğini belirten Vali dönüşte şu açıklamayı yaptı: “Biz Karahayıt’ta bu kentlerden Badorb’u model almak istiyoruz. Bad Orb çok şirin 10 bin nüfuslu küçük bir termal kent. Tam Karahayıt’ı andırıyor. Karahayıt’a kür merkezi yapmak için çok mesafe kat ettik. Daha yapacak çok işimiz var. 2013’te Karahayıt’ı kür merkezi olarak faaliyete geçirmek istiyoruz. Türkiye'ye model olabilecek, özellikle sağlık turizm kentinin modelini burada birlikte oluşturacağız. Bu modelin içerisinde, özellikle kür merkezleri olacak. Kür merkezlerinin etrafında oluşturulmuş oteller olacak. Şimdiye kadar her otel kendi bünyesinde bu tür hizmetleri vermeye çalışıyordu. Biz bu konsepti değiştiriyoruz. Tespit ettiğimiz alanlarda 4-5 adet kür merkezi olacak. Bir tanesini Pamukkale Üniversitesi, diğerlerini özel sektör yapacak”

demir-erkmen-ic

VALİ KOCATEPE
Ne yazık ki Vali’nin dedikleri olmadı. Karahayıt projesi 2013’te de, Vali’nin Denizli’den ayrıldığı 2014 yılında da hayata geçmedi. Demir’den sonra gelen Vali Şükrü Kocatepe’nin konu hakkındaki tecrübesi Kütahya’ya uzanıyor. Kütahya Valisi iken, bölgedeki sıcak su kaynaklarının turizme kazandırılması için oldukça çaba harcayan Kocatepe, Karahayıt konusunda da ciddi mesai veriyor. Pam Otel’in kür merkezine Azerbaycan Sağlık Bakanlığı ile yapılan protokol kapsamında ilk hastalar geldi. TOKİ tarafından Karahayıt’ta 2010 yılında başlatılan“Kentsel Dönüşüm Projesi”nin ilk etabı onun zamanında tamamlanarak, 258 konut satışa çıkarıldı. Konutlarla birlikte 5 büyük pansiyon, 5 küçük pansiyon, 24 derslikli ilköğretim okulu ve 4 iş yeri de tamamlandı. Pamukkale ve Karahayıt bölgesindeki çalışmalar hızlanırken öyle görünüyor ki bu gidişle kendisinden önceki valililerin hayalini gerçekleştirmek Vali Kocatepe’ye nasip olacak!

kocatepe-toki-evler

SHOPPİNG TURİZMİNE DUACIYIZ!

$
0
0

ic_kapak

ic_kapak

Türkiye turizminin sorunlarının en fazla ağırlaştığı bir dönemde, turizmin en önemli kuruluşu olan TÜRSAB genel kongresini gerçekleştiriyor. 5-7 Aralık 2015 tarihlerinde yapılmakta olan kongre, bu yazının kaleme alındığı saatlerde yeni başkanını seçmek üzere sandık başına gidiyordu. Sonucun ne olduğu ve yeni başkanın ne gibi vaatlerle seçimden başarıyla çıktığını gelecek yazımızda ele alacağız.

Şimdilik Denizli’yi yakından ilgilendiren TÜRSAB seçim sonuçlarına kafa yormayı bir kenara bırakıp, güncel turizm sorunlarının Pamukkale üzerindeki etkisine bakalım.

TURİZM ÜZERİNDE KARA BULUTLAR
Denizli turizminin farklı boyutlarını gündeme taşıyıp sorunlarını tartıştığımız bu dönem, bir tür ‘askeri suikast’ sonucu felce uğradı.

Türkiye’nin sınır ihlali gerekçesiyle bir Rus uçağını düşürmesinden sonraki gelişmeler, zaten kör topla devam eden turizmin kalbine bir hançer gibi saplandı. Ağırlıklı olarak Antalya’nın amiral gemisi olarak yürüttüğü incoming turizm taşımacılığının bir tür koltuk değneği olan Pamukkale turizmi, en büyük darbeyi yiyen bölgelerden biri oldu. Bu doğal ve kaçınılmaz bir sonuçtu. Darbe, klasik yayılma etkisi kuramına uygun olarak bir tür bölgesel turizmin periferisi diyebileceğimiz Pamukkale’yi katlayarak etkiledi. Paris saldırıları ve sonrasında IŞİD bağlantılı Türkiye haberleri, olumsuz imajı perçinledi.

Aslında yaz sonu itibariyle ülkede ve bölgede yaşanan olaylar turizmdeki sorunlu dönemi tetikleyen ilk işaretlerdi. IŞİD’in Japonları katletmeleri, Türkiye’de Uygur özerk bölgesi nedeniyle Çinli avına çıkan sokak çetelerinin Korelilere saldırıları, kendimizi seçim atmosferine kaptırdığımız bir dönemde sonuçları üzerine yeterince kafa yormadığımız olaylardı.

Son olarak yaşanan çatışma politikaları ile birlikte, bunca zaman biriken kuşku ve soru işaretleri hızla tepkiye dönüştü. Önce var olan turist kafileleri azaldı, ardından rezervasyon iptalleri geldi ve şimdi de gelecek yılın programları üzerinde kara bulutlar dolaşmaya başladı.

SHOPPİNG TURİZMİNE DUACIYIZ!
Konuyu turizmin Denizli’de etkili sayılan isimlerine sorduk. Hemen hemen birbirinin aynısı yanıtlarla karşılaştık.

Sorularımıza verilen yanıtları kısaca özetlersek:

-Klasik batılı ve Avrupalı turist için zaten 2015 turizm sezonu bitmişti. Onlar, paskalya, christmas tarihi yaklaştıkça turizm hareketliliğinden çekilirler. Asıl kayıp Rus ve Japon turizminde gözleniyor. Özellikle uçağın düşürülüşü ve ardından Paris saldırıları Türkiye turizmini derinden etkiledi. Güvenlik sorunu nedeniyle hem kendi ülkelerindeki ilgili kurumlar hem de Uluslararası operatörleri Türkiye konusunda çok hassas uyarılarda bulunuyorlar.

3

- Şu anda Pamukkale’de Rus turist kalmadı. 2016 yılı için de bir tane rezervasyon yok. Benim eşimin ailesi, “Rusya’ya gelmeyin, Türklerle evli olan Ruslara bile hoşgörülü bakılmıyor” diyor. Bu şartlarda kim gelir Pamukkale’ye? Doğrusu ben umutsuzum.

- Pamukkale turizmi zaten yerleşik turizm değil. Shopping kalksın, oteller boş kalır. Şimdi de yaşanan durumun sıkıntıları var. En önemli kaybımız Japon turistlerden oldu. IŞİD’in iki Japon gazeteciyi öldürmesinden sonra rezervasyonlar iptal oldu, yeni rezervasyon da yok sayılır. Korelilere Çinli sanılıp saldırılmış olması da Kore’den gelen turisti etkiledi. Rusların sezonu aslında bitmişti. Onların yeni sezonda gelip gelmeyeceği Mayıs ayı itibariyle açılan sezonda belli olur. Ama bizim asıl sıkıntımız, turisti etkileyecek, eğlendirecek, onu bağlayacak güçlü bir altyapımızın olmayışı.

- Bölge kötü, rezalet! Şu anda 5000 yataklı bölgede 500 yatak ancak doluyor. O da günübirlik. Rus uçağının düşürülmesi, Korelilere saldırılması gibi olaylar turistleri çok etkiledi. Savaş havası bunun en büyük sebebi. Turistler için Türkiye’ye gelmelerinin anlamı yok artık. Onlar bir istikrar görmüyorlar.

2YUNANİSTAN’DA YATIRIM TÜRKİYE’DE MUHAFAZA
Yukarıda kısaca maddeleştirdiğimiz yanıtları dolaylı biçimde teyit eden bir açıklamayı, uluslararası turizm sektörünün Hollanda ve Belçikalı temsilcisinin direktörü Ufuk Mestan yaptı. Belçika'nın en büyük turizm dergisi 'Travel Magazine' tarafından 'Yılın Adamı' ödülüne layık görülen Ufuk Mestan, törende yaptığı konuşmada “2016’da Yunanistan ve İspanya’daki destinasyonlarımıza 5 tane daha ekliyoruz. Bu sebeple Belçika’da Corendon Airlines olarak base ettiğimiz uçak sayısını 2’ye çıkarıyoruz. Bu destinasyonlarda büyüme hedeflerken, Türkiye gündemindeki son gelişmelere bağlı olarak mevcut kapasitemizi korumak üzerine yoğunlaşacağızdiyerek, Türkiye açısından yeni yatırım ve girişimlerinin olmayacağı, mevcut durumun elverdiği ölçüde konumlarını muhafaza etmeye çalışacaklarını söyledi. Ufuk Mestan, bir bakıma Türkiye turizminin 2016 yılında zor geçecek sezon istatistiklerinin profiline ilişkin ilk işaret vermiş oldu. (İlgili haber, 04.12.2015 tarihinde turizmgazetesi.com adresinde yer aldı.)

TURİZM ŞURASI KURULSUN, KONGRE TOPLANSIN
Bu yanıtları verenlerden biri de, Karahayıt Colossae Otel Müdürü Şeref Karakan’dı. Karakan verdiği yanıta ek olarak çözüme dönük bir çalışma yöntemini dile getirdi. Sadece bölgesel değil, ulusal düzeyde önerdiği çözüm, genel olarak tüm sektör temsilcileri ve ilgili kamu kurumlarının üzerinde mutabakat sağlayabileceği bir yaklaşım.

“Yazınızın içeriğine uygun olacaksa konunun çözümü için benim bir önerim var” diye başladı Karakan. “Türkiye hükümeti güven oyu almış ve yeni bir Bakan turizmin başına gelmişken, köklü ve geniş çaplı bir çözüm çalışmasına girişmelidir” diye devam eden kısa açıklamayı şöyle sürdürdü: “Bu çalışma ulusal bir şura olabilir veya daha kapsamlı, haftaya yayılan kongre şeklinde toplanabilir. Turizm sektöründe yer alan tüm tarafların temsil edildiği, sorunların masaya yatırıldığı, bilim insanlarının bildiri ve tartışmalarla katkı verdiği ve Turizm Bakanlığı’nın ev sahipliğini üstlendiği, çıkan sonuçlara bakılarak yakın, orta ve uzun vadeli olmak üzere kategorik yol haritalarının hazırlanmasına alt yapının oluşturulacağı bir çalışma diyebiliriz. Türkiye ekonomisinin geleceğine 1923 yılındaki İzmir İktisat Kongresi nasıl yön verdiyse, işte o türden bir şura ve kongre olması gerekir. Her şey eski tas eski hamam giderse önümüzü görmek zor olacak. Bölgesel ya da konjonktürel çözümler sözünü ettiğimiz planlama ile sağlanacak genel bir destekten mahrum kalacakları için geleceğe dönük olarak kalıcı sonuçlar vermeyecektir.”

Şeref Karakan’ın bu önerisini biz de lokal ölçekte değerlendirmek üzere yetkililere duyuruyoruz. Pamukkale’de turizmin alışılmış shopping kıskacını aşarak daha kalıcı, kurumsal ve güncel olaylara dayanıklı hale gelmesi gerekiyor. Genişletilmiş, katılımlı sempozyumlar organize edilmesi, bilim insanlarının sürece dahil olması ve sektörün ciddiyetine saygı duyulan temsilcilerinin desteğinin alınması sayesinde önemli bir adım atılabileceğine inanıyoruz.

YENİ BAKAN NASIL BİR ÇÖZÜM İSTİYOR?
Bu arada, yeni göreve başlayan Kültür ve Turizm Bakanı Mahir Ünal, ayağının tozuyla katıldığı “Turizm Sektör Buluşmaları” toplantısında turizmcileri 2.5 saat dinlemiş. www.milliyet.com.tr’de yer alan haberde, Antalya’da yapılan toplantının ana konusunun ‘turizm sektörünün Rusya krizinden etkilenmemesi için alınması gereken tedbirler’ olduğu açıklanıyor. Haber, “Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından düzenlenen,’ Turizm Sektör Buluşmaları’ Antalya Akra Barut Otel’de, Kültür ve Turizm Bakanı Mahir Ünal ve sektör temsilcilerinin katılımıyla gerçekleşti” açıklamasıyla veriliyor. Devamında Bakan Ünal’ın yaklaşık 2 saat basına kapalı olarak turizmcilerle görüştüğünü belirtilen haberde, çiçeği burnunda Bakan’ın toplantıdan sonra gazetecilere değerlendirmede bulunduğu belirtiliyor.

Bakan, basına yaptığı açıklamaya, “öncelikli olarak turizmcilerle Rusya Federasyonu’na ait uçağın Suriye sınırında angajman kuralları gereği düşürülmesinden sonra başlayan süreçte, 24 Kasım’dan itibaren sektör temsilcileri ile bakanlık olarak görüşme halinde oldukları” sözleriyle başlıyor. Haberin devamı şöyle:

6

2.5 SAAT DİNLEMİŞ
“25 Kasım günü bakanlık bünyesinde bir kriz masası üzerinden meseleyi çok yakın takip ettiklerini aktaran Bakan Ünal, “Konu Bakanlar Kurulu, Ekonomi Koordinasyon Kurulu’nda ele alındı. Sadece turizm açısından hem enerji, hem gümrük ve ticaret, hem tarım bakanlığı birçok alanda bu sürecin doğru şekilde yönetilmesi için hükümetimiz çalışma yaptı. Biz de bakanlık olarak kendi alanımızda çalışma sürecimizde bu süreçten en fazla etkilenen şehir turizmin başkenti Antalya’da sektör temsilcilerinin bu süreçten etkilenmemeleri yönünde yaptığımız çalışmalara ilişkin sektör temsilcilerle bir araya geldik. Yaklaşık 2.5 saat süren toplantıda daha çok temsilcilerin ve daha çok onların sorunlarını meseleye ilişkin önerileri ve beklentilerini görüştük” dedi.

5

3 ANA BAŞLIK
Sektör temsilcileri tarafından gündeme getirilen konuların 3 ana başlık etrafında toplandığını aktaran Bakan Ünal, “Tanıtım, pazarlama ve halkla ilişkilere ilişkin sorunlar, havalimanı taşımacılığına yönelik imkanlar ve kolaylıklar, turizm destinasyonlarının yönetimi ve mevzuat düzenlemeleri başlıklarında görüşmeler yaptık. Kısa, orta ve uzun vadede yapılması gerekenlerle fikir alışverişinde bulunduk. Daha önce 2015 yılında sağlanan yakıt desteğinin devamına ilişkin açıklamamız olmuştu. Şimdi yakıt desteğinin kapsamının genişletilmesi yönünde bir çalışmamız olacak. 2016 yılının Ocak, Şubat ve Mart aylarını kapsayacak şekilde. Temsilcilerin hem destek hem öneriler, hem de talepleri oldu. Bu talepleri pazartesi Bakanlar Kurulu gündeminde ele alacağız. Ardından Ekonomik Koordinasyon Kurulu’nda görüşeceğiz. Öncelikle ve acil sektör temsilcilerinin bazı sorunları var. Onların çözünme ilişkin hızlı bir hareket içinde olacağız. O nedenle sektör temsilcilerine teşekkür ediyorum” diye konuştu.

4

“RUSYA PAZARINDA ZATEN DARALMA VARDI”
Bakan Ünal şöyle devam etti: “
bugün artık 35 milyar dolarlara yaklaşan turizm sektörünün hacmi bizim için kıymetlidir. Şuanda turizm alt yapımız adeta bütün dünyada örnek gösterilen ve diğer ülkelerden incelemeye gelen örnek almaya gelen birçok sektör temsilcisi var. O yüzden biz sektörün sorunlarını öncelikli olarak görüyor ve sektörün bu süreçten etkilenmemesi için gerekli tedbirleri alacağız. Rusya Federasyonu pazarı ile ilgili olarak son 1.5 yıldan pazarda bir daralma vardı. Rusya’nın yaşadığı ekonomik sorunlar ve içe kapanma nedeniyle pazarda bir daralma söz konusuydu. Sektörün bu alanda etkilenmemesi gerekenleri yapacağız. Burada daha öncelikli olan sektöre ilişkin yapısal tedbirlerle ilgili sadece Antalya değil Türkiye geneli bir toplantı ile hem 2007 strateji vizyon belgesini yenilemek ve hem de yapısal tedbirleri konuşmak için tekrardan bir araya geleceğiz.”

Haberi uzunca tutmamızın sebebi tam olarak anlama, anladığımızı bizzat Bakan’ın ağzından anlatma çabası. Çünkü bu sorunların yaşandığı süreçler, belki de ülke turizminin geleceğine etki edecek çözüm yöntemlerinin, sorunlara köklü biçimde neşter vurmanın süreçleri olacak! Kim bilir?

Bu haftanın konusu yine müzeydi ama biz yine pusulanın işaret ettiği güncel sorunlara değinmek zorunda kaldık. Zorunda kaldık diyorum, çünkü bu dönem turizmin içinden geçmekte olduğu çevrim, a bad dream (kötü bir rüya) gibi.

Turizm yatırımcıları açısından bakarsak tam bir karabasan. Çözümü günlük değil, belki de sezonu ya da sezonları içermesi gereken bir dönem. Turizme yapılmış onca insan, eğitim, kültür, hizmet, tanıtım ve mali yatırımın feda edilmek zorunda kalınacağı bir dönem. Geri dönüşü olacak mı, şimdilik sadece bir muamma olan çetrefilli bir dönem!

İşte böyle bir dönemi sıcağı sıcağına, yaşanan gelişmeleri izleyip paylaşarak sayfalarımızda aktarmak istedik. Gecikmeden!

1

MÜZEYE GERİ DÖNERSEK;
Kısaca Müze meselesi olarak adlandırdığımız, Denizli’de müze kurulmasına ilişkin tartışmaların, mahkemelerin, yıkımların ve kararların içinden geçen süreç konusunda yazmaya devam edeceğiz.

 Özellikle Endüstri Meslek Lisesi taş yapılarının yıkımını dolaylı olarak öngören Koruma Kurulu kararlarının mahkemeye taşındığı dönemin olaylarına mercek tutacak, tarafların görüşlerini değerlendireceğiz.

Bu arada ‘bir değil iki müze’ diyerek Denizli halkının olmasa da bürokratları ve yönetici elitinin yüreğine su serpen Zorlu’nun, nasıl bir plan hazırladığı/ hazırlattığı, bu planın görüşüldüğü toplantılara kimlerin katıldığı, karar verici olarak rol üstlenenlerin bu kararlarının mahkemelerden nasıl döndüğünü hikaye edeceğiz.

Kimilerimizin haberdar olduğu ancak çok da adının öne çıkmadığını bildiğim Denizli Kent Müzesi Girişimcileri Derneği’nin yıllar önce hazırlayıp birkaç bin adet bastırarak dağıttığı 4 sayfalık A5 boyutlarındaki broşürüne yer vereceğiz. Derneğin dönem başkanlarının (benim hatırladıklarım Mehmet Acar, Atilla Sezener, Süleyman Boz…) görüşlerine yer vereceğiz.

Tüm bunları bir yazıya sığdırmak mümkün olmayacak, biz de birkaç haftaya yayacağız. Sizlerin okuma keyfini fazla zorlamadan, kısa kısa, hikaye ederek, bazen mizahla, bazen gerçeğe teğet geçen uçuk-kaçık konuşmalarla anlatma yolunu seçeceğiz. Keyif alalım diye, sıkılmadan takip edelim diye…

 


TURİZM YOLUNDA BABADAĞ

$
0
0

denizli-selim-kasapoglu-kahve-sohbetleri-h

denizli-selim-kasapoglu-kahve-sohbetleri-h

BASİAD Başkanı Selim Kasapoğlu, ismini aldığı dağa yaslanan Babadağ’ı turizm merkezine dönüştürmek hedefiyle yola çıktıklarını, “Turizm Yolunda Babadağ” projesine GEKA’nın destek sağladığını söyledi.

Babadağ, ilçe merkezi olarak son durak o bölgede. Ötesi ise, yüksekliği 2 bin 308 metre olan ve zirvesi yılın yarısında karla kaplı kalan Babadağ… Dağlık bir alan, dolayısıyla tarım yapılacak arazi sınırlı. Coğrafi koşul nedeniyle evler üst üste yapılmış gibi görünür uzaktan.

 Evet, tarım arazisi sınırlıdır ama yaylası eşsiz bir doğal güzellik olarak sarar Babadağ’ı. Yaz aylarında kent merkezi bunaltıcı sıcağa esir düşerken, kestane ve çam ağaçlarıyla süslü yaylalardan gelen esinti, doğal klimasıdır Babadağ’ın.

 Sonra Denizli’nin pek bilinmeyen antik kentlerinden Attuda (Hisar Mahallesi) bu ilçenin sınırları içerisindedir. İlin diğer antik kentleri Laodikya, Hierapolis ve Tripolis ile beyaz gerdanlık gibi duran Pamukkale’ye tepeden bakarsınız Attuda’ya geldiğinizde.

 Bir de dokuması vardır bu şirin ilçenin. Yüzyıllarca gelir kapısı olmuştur o yörenin. Buradan kopup Denizli’ye gelen, başka illere göç eden dokumacıların çoğu tekstil fabrikalarının sahibidir artık. Ama hiçbiri doğup büyüdüğü Babadağ’ı unutmamıştır. Bunlardan birisi de Babadağlı Sanayici ve İşadamları Derneği’nin (BASİAD) Başkanı Selim Kasapoğlu’dur.

 Nüfus cüzdanında doğum yeri Denizli yazsa da o Babadağlı bir ailenin çocuğu olduğunu, baba memleketine hizmet borcu bulunduğunu unutmayanlardandır. İlçeyi bir adım daha ileriye taşıyacak çalışmalara kafa yorarken, “Turizm Yolunda Babadağ” projesi için kolları sıvadı başkanı olduğu BASİAD’ın yönetim kurulu üyeleriyle birlikte. Babadağlı sanayici ve işadamlarının da desteğiyle toplantılar düzenleniyor. Bu hafta Selim Kasapoğlu ile kahvelerimizi yudumlarken, Babadağ’ın geleceğine yön verecek bu projeyi konuştuk.

denizli-selim-kasapoglu-kahve-sohbetleri-4

STK’LARDA ÇALIŞMAYI SEVİYOR
Sohbetimize sizi tanıyarak başlayalım isterseniz?

1977 Denizli doğumlu, Babadağlı bir ailenin çocuğuyum. İlkokul, ortaokul ve liseyi Denizli’de okudum. Yükseköğrenimi de İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi’nde yaptım. Daha sonra ABD’de Boston Üniversitesi’nde İngilizce eğitimi aldım. 2000 yılında eğitim sürecini tamamlayıp, aile şirketimizde çalışmaya başladım. Şirkette genel müdür olarak görev yapıyorum. Sivil toplum kuruluşlarında görevler aldım. Üç dönem DEGİAD, daha sonra BASİAD yönetimlerinde Başkan Yardımcısı olarak çalıştım. Halen BASİAD Başkanı olarak görevimi sürdürüyorum. Denizli Sanayi Odası Meclis Üyesiyim. TOBB’un yürüttüğü Genç Girişimciler Kurulu’nun Denizli’deki kurucuları arasındayım.

denizli-selim-kasapoglu-kahve-sohbetleri-8

 

BABADAĞ’DA SOSYOEKONOMİK ALAN DARALIYOR
O halde BASİAD üzerinden sohbetimize devam edelim. Babadağ iklimi, coğrafi koşulları ve yerleşim yeriyle çok farklı bir ilçe. Siz de bu farklı ilçenin farkını ortaya koyabilmek için yola çıktınız, bir çalışma başlattınız. Bu projeyi anlatır mısınız?

BASİAD’ın iki misyonu var; birincisi Babadağ’ın fiziksel şartlarının iyileşmesine, sosyoekonomik hayatına katkı sağlamak. İkincisi de Babadağ’da nesiller arası iletişimi sağlayıp, ticari kültür ve mirasın gelecek kuşaklara aktarılması gerçekleştirmek.

Bana başkanlık görevi verildikten sonra dedik ki Babadağ’ın turizm potansiyeliyle ilgili bir şeyler yapalım. Bu amaçla da GEKA destekli bir proje gerçekleştirdik. Babadağ çok uzun yıllardır göç veren bir ilçe. Bu nedenle de sosyoekonomik alan giderek daralıyor.

BASİAD olarak bunun önüne geçmek istiyoruz. Ne yaptık bundan önce? Ahmet Nazif Zorlu’nun yaptırdığı okulun yanına bir öğrenci yurdu yapılması sağlandı. Ege Bölgesi’nde yapılacak Geriatri Merkezi’nin Babadağ’da olması için girişimlerimiz oldu. Dönemin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Selma Aliye Kavaf’ın desteğiyle bunu başardık. İlçedeki sosyal hayata hep bir dokunuş, hep katkı sağlamaya çalıştık bugüne kadar.

denizli-selim-kasapoglu-kahve-sohbetleri-9

BABADAĞ’DA TURİZM HERKESİN HAYALİ
Bundan sonrası için önümüze GEKA’nın böyle bir desteği çıkınca değerlendirelim istedik ve Babadağ’da bir turizm projesi gerçekleştirmeye karar verdik. Çünkü Babadağ’da herkesin bir turizm hayali var. Bu nasıl olmalı? Doğa mı, yayla mı, kent turizmi mi, yeme içmeye dayalı bir turizm mi olmalı? Bunları nasıl yapmalıyız? Tamam, hayal ediyoruz ama kimsenin bir bilgi ve tecrübesi yok. “Bunu nasıl sağlarız, nasıl bir yol haritası çıkarabiliriz” dedik ve öyle başladı bu iş.

Mekansal planlama atölyeleri hazırladık. Bununla ilgili de iki toplantı düzenledik. Akademisyenleri, turizmcileri, şehir plancılarını davet ettik. Konuyla ilgili belediyeden arkadaşlar vardı. İki toplantının sonunda aslında neler yapmamız gerektiği konusunda bir noktaya geldik. Şimdi rapor haline getiriyoruz. Paydaşlarımızla tartışacağız ve bundan sonraki kısmında Babadağ’da söz sahibi olan, Babadağ’ın geleceğini kendisine dert edinen insanlarla oturup diyeceğiz ki: İşte proje bu, yapılması gerekenler şunlar.

Bunun yanı sıra önümüzdeki dönem üç tane mekansal çizim yapmamız lazım. Bir sokak, bir meydan ve bir cadde olacak şekilde, ilçenin doğal dokusuna uygun bir revizyon projesi hazırlanması gerekiyor. Bunlar için kaynağa ihtiyacımız olacak. Bunu da Babadağ’da turizm olmasını isteyen taraflarla değerlendireceğiz.

denizli-selim-kasapoglu-kahve-sohbetleri-6

YOL HARİTASI ÇIKIYOR
Projenin tam ismi nedir?

“Turizm Yolunda Babadağ” projenin tam adı bu.

Paydaşınız kimler?

Babadağ Kaymakamlığı, GEKA ve Babadağ Belediyesi.

Yol haritası çizildikten sonra yapılması gereken ne olacak? Yol nereye evrilecek?

Bu proje önümüze turizmle ilgili bir yol haritası çizecek bizlere. Projenin kaynağı belli. Burada neler yapılması gerektiğini ortaya koyduktan sonra, belediye ve ilçenin ileri gelenleriyle bir araya gelip konuşacağız. Çünkü buraya bir kaynak aktarılması gerekiyor. Bir müteşebbis ayağı, belediye ayağı olmalı. Bunları organize etmeye çalışacağız.

Babadağ’da bir müteşebbis güç olması lazım. Bu işi para kazanmak için yapanlar olmalı. Örneğin bir restoran, ardından bir otel… Bunları yapacak müteşebbisler olmalı. Buradan aynı zamanda para kazanmalı. Bu nedenle toplantılarımıza Babadağ’da yaşayanları da dahil ettik. Neden? Çünkü bu turizm işi sadece restoran, otel, bir yemek meselesi değil; bir anlayış ve kültür meselesi. Babadağ’da başarılı olabilmek için öncelikle bunu oturtmamız lazım. Babadağ’da yaşayan insanların da turizmin nasıl yapılacağı konusunda bir şeyler ortaya koyması gerekir. İşin nasıl yapılacağını bilmesi lazım, onu söylemeye çalışıyorum.

denizli-selim-kasapoglu-kahve-sohbetleri-1

BABADAĞ’DA BİR İSTEK VAR
Siz bir yol haritası çizeceksiniz ama o haritayı hayata geçirecek olan orada yaşayanlar olacak. Belki dışarıdan müteşebbisler de gelecek. Ama onların gelmesini sağlamak için öncelikle Babadağ’ın kendi müteşebbis gücünü harekete geçirmesi gerekiyor. Bu konuda istekli mi Babadağlılar?

İstek var... Mesela bu proje heyecan yarattı. Konuştuklarımız bu işi sahiplenecek gibi duruyor. Hatta şöyle bir teklif yaptık. Gelelim 5-10 kişi, orada bir restoran, cafe açalım, bunu biz deneyelim… Bir eski evi restore ettirelim, orada Babadağ’ın yerel tatlarını sunalım.denizli-selim-kasapoglu-kahve-sohbetleri-10

Bizim sunduğumuz proje çok uzun soluklu. 2-3 yılda sonuç alınabilecek bir şey değil. On yıllar sürecek uzun bir yolculuk bu çıktığımız. Hatta bana bir arkadaşım, “Bu projeyi gerçekleştirmeye senin ömrün yetmez” dedi. Ben de kendisine karınca hikayesini anlattım. Karıncaya sormuşlar nereye gidiyorsun diye. Oda Kabe’ye cevabını vermiş. “Yahu senin ömrün yeter mi oraya ulaşmaya” demişler. Bunun üzerine de cevabı “ulaşamasam da en azından yolunda öldü derler” olmuş. Bizim mesele de o biraz. Babadağ’ın böyle bir şeye ihtiyacı var. Babadağ her geçen gün kan kaybediyor. Diğer yandan ilçede ciddi bir turizm hammaddesi var. Biz bunu kullanmak durumundayız. Kullandık, kullandık… Kullanamazsak Babadağ’ı çok sıkıntılı günler bekler.

Babadağ’a gelenler, özellikle mimari yapısı, o sokaklarında etkileniyor. İnsanların görmek istediği bir yerleşim düzeni. Ayrıca Karadeniz’i aratmayacak yaylası var. Dereler, şelaleler çok güzel. Bir şeyler yapılarak, Babadağ’a hayat verilebilir.

Evet, Babadağ’da bir potansiyel var ama önemli olan onu değerlendirebilmek. BASİAD ve GEKA öncülü olarak çalışıyor. Bundan sonraki aşama ne olacak?

Herkesin üzerine bir şey düşüyor. Mesela sokak çalışması, altyapı… Bunu kim yapacak? Orijinal haliyle ve taş döşemesiyle bir sokak olacaksa bunu belediye yapacak. Ama belediyeye otel, restoran işlettiremezsiniz, onu da özel sektör yapacak.

denizli-selim-kasapoglu-kahve-sohbetleri-ic

DOKUMACILIK PROJENİN BİR PARÇASI
Bu projenin içinde dokuma ne kadar yer tutuyor?

Dokuma önemli, turizm hareketinin içine yerleştirmek lazım. Toplantıda konuşulanlardan birisi de son dönemde öne çıkan “deneyimsel turizm” olgusu. Çalışan bir atölyede, bir tezgahı, sadece elle dokuma yapmak için turistlere kullandırabiliriz.

Babadağ’a insanlar gelecekse, gelme nedenlerinden birisi de dokumacılığı olacaktır elbette…

Bunları toplantılarda ortaya koyduk. Bir turist Babadağ’a neden gelir ya da neden gelmeli diye sorduk. Bunun cevaplarından birisi de dokumaydı.

denizli-selim-kasapoglu-kahve-sohbetleri-2

İNSANLAR BABADAĞ’A NEDEN GELECEK?
Biz de size soralım: İnsanlar, Babadağ’a neden gelmeli?

Bir dokuma kültürü var, mimari özgünlüğü var, yaylaları var. Bunların hepsi önemli bir yere insanların gelmesi için. Toplantılarımızda da bunları ortaya koyduk, konuştuk, tartıştık. Daha sonra da rapor haline getireceğiz yapılacakları.

Aslında Babadağ’ın tanıtım diye bir kaygısı da olmamalı. Türkiye’de söz sahibi olmuş işadamları var…

Özellikle Babadağ’da doğup büyüyen jenerasyon, Babadağ’ın kaybolup gitmesini istemiyor. Babadağ’ın değerleriyle beraber yaşamasını istiyor. Onun için bu projeye onlar da yardımcı olur. Kaldı ki ben onları da heyecanlı görüyorum bu çalışma için.

Denizli dışında yaşayan Babadağlı işadamı ve bürokratlar, onlar ilçeye nasıl bakıyor?

İlişki kuran, çok sık gelip giden de var, Babadağ ile fiziksel ilişkisini kaybedenler de var. Mesela Ahmet Nazif Zorlu, belki benden daha fazla, daha sık Babadağ’a gelip gidiyor. Sosyal hayatın içinde. Babadağ’ın sıkıntılarını bilen, çözümü için kafa yoran birisi Ahmet Bey,

 denizli-selim-kasapoglu-kahve-sohbetleri-3

DENİZLİ TURİZMİ İÇİN KOLEKTİF ÇALIŞMA ŞART
Sizden bir sonraki durak Karacasu ve oradaki Afrodisias. O bağlantı için çok da dikkatli olmak gerekiyor, çünkü doğanın içinden geçip gidecek açılacak yol. Bu yol nasıl olmalı?

Onlar bir detay… Aslında Denizli’nin toplam bir turizm propagandasına ihtiyaç var. Buldan, Babadağ, Hierapolis, Laodikya’nın içinde olduğu bir alanın tanıtımı şart. Biz, Babadağ olarak bunun her noktasında oluruz. Ama bunun için kolektif bir çalışma şart.

Şu anda çalıştığınız projenin bir finansal tutarı belli mi?

Turizm Yolunda Babadağ projesine GEKA’nın desteği 60 bin lira civarında.

BASİAD’ın da katkısı oluyordur herhalde?

60 bin lira bizim GEKA’dan alacağımız destek.

Bu 60 bin lirayla gerçekleşecek bir proje değil tabii ki…

Elbette öyle… 60 bin lirayla ancak projeler çizdirebilirsiniz.

Finansa ihtiyaç ondan sonraki aşamalar. Bunu sağlamak için nasıl bir yol izleyeceksiniz?

TKDK var, AB fonları var. Bunun dışında müteşebbisler katkı koymalı. Belediyeler de olmazsa olmazlardandır.

denizli-selim-kasapoglu-kahve-sohbetleri-8

DENİZLİ TURİZME DÖRT ELLE SARILMALI
Babadağlı değilim ama ortaya koyduğunuz proje bir Denizlili olarak beni heyecanlandırıyor. Dilerim aynı heyecan artarak Babadağ’ı sarar.

Ben de açıkçası bu işe girerken ilgi uyandırır mı diye düşünmüştüm. İki toplantı yaptık, ikisine de katılım beklediğimizden fazla oldu. Katılan herkese ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Akademisyenler, turizmciler, mimarlar, İstanbul’dan gelenler oldu. Babadağ sokaklarını gezdik. Eksimiz, artımız ne onları ele aldık. Neleri ön plana çıkarmalıyız sorusundan yola çıkıp düşünce egzersizleri yaptık. Bunu uzun bir yol olarak düşünürsek, ilk adım hayli iyi atıldı diyebiliriz.

Artık günümüzde sanayi zorlaşıyor. Denizli’nin turizm potansiyeliyle öne çıkması gerektiğini düşünüyorum. Babadağ bunun bir parçası. Denizli turizme dört elle sarılmalı, çünkü bu ilde çok önemli turizm değerleri var. Bunları tanıtıp, satmamız gerekiyor.

O halde size kolay gelsin…

Sağ olun…

NOT: Babadağ fotoğrafları ile kahve sohbetlerine katkı veren Uğur Sertkaya’ya teşekkür ediyoruz.

GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ…

$
0
0

denizli-gecmes-zaman-olur-ki-08-12-2015-h

denizli-gecmes-zaman-olur-ki-08-12-2015-h

Bu hafta sizleri 1960’lı yıllara dek uzanan bir geçmiş zaman yolculuğuna çıkarıyoruz. Fotoğraf karelerinde kimler yok ki…

denizli-gecmes-zaman-olur-ki-08-12-2015-1DUAYENLER BİR ARADA
Bu fotoğraf karesinde, Denizli’ye kendi alanlarında hizmet etmiş duayenleri buluşturduk. Doğan Demircioğlu (solda), kurduğu Emsan’ı kısa sürede Türkiye’nin mutfak eşyası sektöründe devler arasına soktu. Denizli’ye istihdam sağladı, ihracatla döviz kazandırdı. Feridun Alpat (ortada), uzun yıllar Denizli Sanayi Odası Başkanlığı yaptı, Organize Sanayi Bölgesi’nin kuruluşunu sağladı. Orhan Koru (sağda), Pamukkale’de uygulanan koruma amaçlı imar planı kapsamında yıkılan Koru Motel ile Denizli turizmine katkı koyanlardan oldu. Demircioğlu’nu rahmetle, Alpat ve Koru’yu şükranla anıyoruz.

denizli-gecmes-zaman-olur-ki-08-12-2015-6

USLU DÖKTÜRÜYOR…
Arşivi karıştırırken bu fotoğraf geçti elimize. Gaziantepli ünlü işadamı Sanko’nun sahibi Abdülkadir Konukoğlu (oturuyor), Denizli’ye çok sık gelir, geldiğinde de adaşı Abdülkadir Uslu’yu görmeden dönmezdi. İşte böyle anlardan birisinde objektifimize yakalandılar. Keyifler yerinde ve Uslu deyim yerindeyse döktürüyor.

gecmis-zaman-olur-ki-yeni-haber-arasi

denizli-gecmes-zaman-olur-ki-08-12-2015-9

BAŞKAN CANDOĞAN’LI DEĞERLENDİRME
Fotoğraf hayli eski, 1960’lı yıllardan. Elimize geçtiğinde hayli şaşırdık. Çünkü 1963 – 1968 yılları arasında Denizli’ye Belediye Başkanı olarak hizmet veren Mehmet Candoğan’ın ender fotoğraflarından birisiydi bu. Masanın etrafındaki diğer isimler Gençlik ve Spor eski Müdürü Yakup Ünel, eğitimci Ali Tokdemir ve işadamı Fuat Dağdeviren ile Candoğan’ın çalışma arkadaşları. Çekildiği yer ise İncilipınar.

denizli-gecmes-zaman-olur-ki-08-12-2015-7
BAYRAM BULUŞMASI
Bozbay Ailesi’nin fertleri bir arada. Bir bayram buluşmasında aileyi bir arada görünce hemen deklanşöre dokunduk. (soldan sağa) Ali Ulvi Akdoğan, Ahmet Bozbay, Fatih Bozbay, Kasım Bozbay, Murat Bozbayoğlu, Faruk Uzunoğlu ve Fazıl Bozbay.

KARAHAYIT KENTSEL DÖNÜŞÜM PROJESİ İPTAL OLDUYSA

$
0
0

denizli-isin-asli-karahayit-kentsel-donusum-seval-uysal-h

O KONUTLAR KİME SATILACAK?

Meğer;
“Karahayıt kentsel dönüşüm projesi” iptal edilmiş de bizim haberimiz olmamış!

Bu konuda bir açıklama olmadığı için gerekçe konusunda detaylı bilgimiz yok. Ancak bize aktarılan iddia şu: Pamukkale Belediyesi ve Büyükşehir Belediyesi,“Karahayıt kentsel dönüşüm projesi” kapsamında yapılan inşaatlara ilişkin bazı itirazda bulunmuş ve TOKİ’ye şartlar öne sürmüşler. Projenin birinci etabını neredeyse tamamlayan TOKİ ise mimari özellikler ve pansiyonların durumlarına ilişkinöne sürülen bu şartları kabul etmeyerek protokolü iptal etmiş. Proje kapsamındaki 2. Etap protokolü de yapılmamış.

Bu arada; Pamukkale Belediyesi’nin GEKA destekli Termal Sağlıkta Marka Kent Pamukkale-Karahayıt Projesi’ni, Başkan Hüseyin Gürlesin’in bir ekiple birlikte ÇEK Cumhuriyeti ve Almanya'ya bir inceleme gezisini ve sonrasında 3 Kasım 2014’te Termal Sağlıkta Marka Kent Pamukkale-KarahayıtÇalıştayı yaptıklarını aklımızın bir kenarında tutalım.

denizli-isin-asli-karahayit-kentsel-donusum-seval-uysal-gurlesin-ekibi

TOKİ KONUTLARINI KİM ALACAK?

Şimdi soru şu:

TOKİ Karahayıt’tatamamlayıpsatışa çıkardığı 258 konutu ve pansiyonlarıkime satacak?

Malum; 2009 yılında Denizli Valiliği’nin ruhsatsız, plansız olduğu ve bölgedeki depremi gerekçe göstererek talep ettiği kentsel dönüşüm projesi, Karahayıt Belediye Meclisi’nde kabul edilerek 2010 yılında TOKİ ile Karahayıt Belediyesi arasında imzalanmış bir protokole dayanıyor.Projeye göre; 160 hak sahibine ait konut, işyeri ve pansiyonların bulunduğu 27 hektarlık alanda 42'si 1+1, 90'ı 2+1 ve 126'sı 3+1 olmak üzere 258 konut ile birlikte 24 derslikli ilköğretim okulu, 4 işyeri ile 20 termal pansiyon yapılacaktı. İkinci etapta da 20 pansiyon ile 16 işyeri tamamlanacaktı. Böylece Karahayıt, Türkiye’nin ilk turizm eksenli kentsel dönüşüm projesi olacaktı. Gel gör ki, projenin eksiklikleri fazlalıklarından fazlaydı. Gerisinin gelip gelmeyeceği bilmiyor ama Karahayıt’ta pansiyon sahipleriyle geçen problemli bir süreçten sonra bölge TOKİ tarafından yeniden inşaa edildi ve geride akibetini bilmeyen onlarca insan kaldı. Buradaki sorun şu: Yerel halk, proje onayında görüşlerinin alınmamasından ve nasıl bir maliyetle karşılaşacaklarını bilmemekten şikayetçiydi. Çünkü proje başladığında önlerine konmuş bir hesap olmadığı gibi, görüşleri de alınmamıştı. Pansiyonu yıkılan işletmeci kendisine verilecek yeni pansiyonun kaça mal olacağını, ne kadar borçlanacağını bilmezken, Valilik bunu TOKİ’nin belirleyeceğini söyleyip aradan çekildi. Çıkabilecek yüksek maliyetler nedeniyle evlerini, pansiyonlarını ellerinden çıkarma ihtimaliyle karşı karşıya kalacakları düşüncesiyle pansiyoncular aralarında imza toplayarak projeye itiraz ettiler.

Selem-Reklam

Ancak proje durmadı! Ruhsatsız, plansız ve fay hatları gerekçe gösterilerek başlatılan kentsel dönüşüm projesi, ne ilginçtir ki, “dönüştüreceği” bir yer olmadan, eski pansiyonların bulunduğu yerden 500 metre uzaktayapıldı.

denizli-isin-asli-karahayit-kentsel-donusum-seval-uysal-toki

ORTADA KENTSEL DÖNÜŞÜM YOK, SAĞDAN GEÇ!
4 Mart 2012’de Vali Demir durumu şöyle özetliyordu: “Karahayıt’a yakışmayan yapı stokları kaldırılacak. Kentsel dönüşüm çerçevesinde yeni yapılanmaya gidilecek. Yüzde 90’ı ruhsat olan Yüzde 90’ı ruhsatsız olan belde merkezindeki pansiyonların ağırlıklı olduğu bölgenin düzenlenmesi için ön protokolü yapıldı. TOKİ tarafından ihalesi gerçekleştirildi ve yer teslimi yapıldı. Karahayıt’a özel bir durum oluşturacağız.”
O özel durum oluştu. Hak sahipleri imza atmamasına rağmen proje devam etti. TOKİ 2010 yılında başladığı ve 2013 sonu 2014 başında tamamlayacağını duyurduğu “Karahayıt kentsel dönüşüm projesi”nin ilk etabını tamamladı.
24 Şubat 2015’te Denizli’ye gelerek bir dizi temasta bulunan ve Karahayıt’ta incelemeler yapan Toplu Konut İdaresi (TOKİ) Başkanı M. Ergün Turan, gazetecilere; Karahayıt’ta farklı versiyonda bir kentsel dönüşüm yaptıklarını söylemiş ve konutlarla birlikte inşa edilen pansiyonların, bölgenin termal turizm açısından cazibe merkezi haline gelmesine önemli katkı sağlayacağını söylemişti.

denizli-isin-asli-karahayit-kentsel-donusum-seval-uysal-toki-vali

TOKİ EV YAPMIŞ SATIYOR!
TOKİ 4 Aralık’ta 258 konutu satışa çıkardığını duyurdu. 258 konutla birlikte 5 büyük pansiyon, 5 küçük pansiyon, 24 derslikli ilköğretim okulu ve 4 işyeri yapmıştı. Konutların satış fiyatları da şöyleydi;
1+1’lerin taksit ödemeleri 534 lira, 2+1’lerin 628 lira, 3+1’ler 886 lira, 4+1’lerin de bin 342 liradan başlıyordu.Ayrıca proje kapsamında 3+1 ve 4+1 planında dubleks konutlar bin 207 lira ile bin 494 liradan başlayan taksitlerle satışa çıkarılmıştı. Konutlar, yüzde 10 peşinat 96 ay vade, yüzde 15 peşinat 108 ay vade, yüzde 25 peşinat 120 ay vade seçenekleriyle satılacaktı. Ve üstelik bunu kentsel dönüşüm projesi olarak pazarlıyordu. İnşaat Mühendisleri Odası Eski Başkanı Hayri Ün’e göreyse ortada bir kentsel dönüşüm projesi yoktu. Ün’e göre “TOKİ ev yapmış satıyor” diyor ve ekliyor: “Bugün baktığımızda her şey eskisi gibi yer duruyor, TOKİ yeni bir yere konutlar ve pansiyonlar yapmış, bunları satılığa çıkarıyor.”

denizli-isin-asli-karahayit-kentsel-donusum-seval-uysal-karahayıt-konutlari

İyi de bu konutları pansiyoncularalmayacaksa kim alacak?
Cevabı Mimarlar Odası Başkanı Cüneyt Zeytinci veriyor: “Konut satış fiyatlarından görüyoruz ki, yöre insanın gelir durumunun çok üzerinde fiyatlarla satılan bu konutlara farklı yaşama grubuna sahip insanlar gelecek. Oysa başlangıçta Karahayıt’ta da fay hatlarının üzerinde yerleşmiş insanların uygun koşullarda o bölgede yaşamasını sağlamak gibi bir amaç sunulmuştu. Bugün geldiğimiz noktada bu bölgede yaşayan insanların buraya yerleşme şansı olmadığına göre, farklı gelir grubuna uygun insanlar gelecek. Nasıl Sulukule’de olduysa, tamamen bir kent soylulaştırma olacak. TOKİ’ler hükümetin inşaat sektörü üzerinden büyümesinin bir modeli bu örnekten de bunu görüyoruz.”

Ve bu konuda son sözü rahmetli Oktay Ekinci’ye vermek isterim. Çünkü; İki yıl önce 28 Mart 2013’te Cumhuriyet’teki köşesinde bu günleri görüp şöyle yazmıştı:
“Ne var ki başlatılan “kentsel dönüşüm”, adeta “Karahayıt’ınpazarlanması”nı amaçlıyor! TOKİ’nin “dönüşüm binaları”, belde halkının ödeyemeyeceği yüksek fiyatlar yüzünden “yabancılara satış”a çıkarılırken “tip proje”lerden oluşan karaktersiz mimariyle “kasaba” kimliği de tarihe gömülüyor.”

denizli-isin-asli-karahayit-kentsel-donusum-seval-uysal-hayri-un-cuneyt-zeytinci-h

 

OLMAYAN MÜZENİN BİTMEYEN ARSA DAVASI

$
0
0

ic_kapak

ic_kapak

Turizmin olmazsa olmazlarından saymamız gereken müze meselesi Denizli’nin on yıllardır kanayan yarası. Son yıllarda gerek yerel yönetimler ve gerekse kentin atanmışları tarafından üzerinde durulan bir konu olmasına karşın, henüz bir arpa boyu yol alınmış değil. Özellikle yeni Valilik binası yanındaki eski Endüstri Meslek Lisesi(EML) taş binalarının bulunduğu bölgeye inşa edilmesi tasarlanan Denizli kent müzesi girişiminin yargıya takılmasıyla konu hepten unutuldu. Şimdilerde müze konusunu dillendiren yok, tartışan yok, sanırım bizden başka aklına getirip gündeme taşımayı isteyen de yok. Bildiğimiz kadarıyla Denizli Lisesi(Koca mektep)’nin şiddetle tercih edilen Büyükşehir Belediyesi’ne devri de şimdilik suya düştü. Böylece dönemsel mirası temsil eden mimari yapılar üzerine sürdürülen fantastik arzulardan biri daha yerini şimdilik idari sessizliğe terk etti.

Biz müze konusunda Denizli’de 60-70 yıla yayılan tartışmalara uzanacağız. Ama önce henüz soğumamış olan ve EML taş yapıları üzerine birkaç yıldır devam eden tartışmanın hikayesine mercek düşürmek istiyoruz. Çünkü kamuoyunda sivil inisiyatifleri ve meslek örgütlerini de kapsayan bu tartışmalar, dayatmayla başlamış olmasına karşın, sonrasında hukuki bir süreç olarak devam etti. Eş zamanlı olarak Cumhurbaşkanı’nın “talimat verdim, Denizli Lisesi binası kısa zamanda Belediyeye devredilecek” açıklamasıyla farklı bir boyuta taşınarak tepki toplamayı sürdürdü. Kent belleği ve mimari miras sorunu gündemden düşmedi. Denizli kökenli, ulusal ve uluslararası düzeyde bilinen, Türkiye’nin önde gelen mimarlarının katılmasıyla ulusal çapta bir tartışmaya dönüştü.

Peki neydi bu müze tartışması? Ne zaman başlamıştı, kim başlatmıştı, nasıl bir projeydi, mali kaynakları nereden sağlanacaktı, kim yapacak/yaptıracaktı, nerede inşa edilecekti, büyüklüğü/kapasitesi neydi; hepsinden önemlisi nasıl bir müze öngörülüyordu?

Önce son müze projesinin inşa edileceği arsa olarak düşünülen, bu amaçla yıkımı için çeşitli yöntemler denenen Endüstri Meslek Lisesi eski binaları ile ilgili yaşanan son beş yıllık sürece göz atıp belleğimizi tazeleyelim.

***

Öğretmen Yusuf Batur’un adının verildiği eski Endüstri Meslek Lisesi’nin şimdiki adı Orhan Abalıoğlu Meslek ve Teknik Anadolu Lisesi. Tarihçesine kısaca göz gezdirdiğinizde ilginç bilgiler çıkıyor karşınıza.

Okulun önceki binasında, 1943 yılında başlayan tarihi, özet olarak şöyle verilmiş:

“Okulumuz 1943 yılında Demir, Marangoz, Tesviye bölümleri ile Denizli Sanat Okulu adıyla eğitime başlamıştır.

Daha sonraki gelişim ve değişimlerle okulumuzun adı; Denizli Sanat Enstitüsü, Denizli Teknik ve Endüstri Meslek, Denizli Şehit Öğretmen Yusuf Batur Anadolu Teknik Lisesi - Teknik  ve Endüstri Meslek Lisesi olarak değişmiştir. Okulumuza belirli aralıklarla yeni bölümler eklenmiştir. 1953 - 1954 eğitim - öğretim yılında motor bölümü açılmış, 1965 - 1966 eğitim - öğretim yılında 20 dershaneli öğretim binası yapılmıştır. 1966´da Elektrik, 1973´de Mermer teknolojisi bölümleri açılmıştır. 1997 - 1998 yıllarında Mermer teknolojisi bölümü kapatılmıştır. 1995 - 1996 yıllarında Elektronik ve Endüstriyel Elektronik bölümleri açılmıştır. 1999 - 2000 yıllarında da Bilgisayar bölümü açılmıştır. 2006-2007 eğitim-öğretim yılında Harita Tapu Kadastro alanında eğitime başlanmıştır. Şuanda okulumuzda 9 meslek alanında eğitim yapılmaktadır. 2011 - 2012 eğitim - öğretim yılında da Gıda Teknolojisi alanında eğitime başlanacaktır.  

2010 - 2011 Eğitim - Öğretim yılında Şehit Öğretmen Yusuf Batur Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi, Denizli Belediyesi´nin kentsel dönüşüm projesi çerçevesinde yıkılarak, hayırsever sanayici ve işadamımız Orhan Abalıoğlu tarafından yaptırılan okulumuz 20 Eylül 2010 tarihinden itibaren yeni binasında Orhan Abalıoğlu Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi adıyla eğitime başlamıştır.”

Burada bir es verelim. Soluklanıp devam etmeden önce analojik bir hatırlatma yapalım. 2000’li yılların başında, o dönemdeki adı Özay Gönlüm Güzel Sanatlar Lisesi olan okulun adı, yeni bina yapan işadamının yakınlarının adını almıştı. Aynı şey burada da tezahür etti. Öğretmen Yusuf Batur adı belleklerden silindi, yerine bir işadamının adı verildi. Bir başka hatırlatma Hürriyet Ortaokulu için. Bu yıl başlayan okulun isim değişikliği girişimi, kamuoyunun sert tepkisi sonucu geri adım atmak zorunda kaldı. Ama bu işin bir boyutu, şimdilik geçelim.

Başka bir boyut tarihçe özetinde yer alan bilgi. Bilerek mi yapıldı, yoksa standart bir yazım olarak mı veriliyor anlamaya çalıştım, anlaşılır değil. “2010 - 2011 Eğitim - Öğretim yılında Şehit Öğretmen Yusuf Batur Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi, Denizli Belediyesi´nin kentsel dönüşüm projesi çerçevesinde yıkılarak…” diye devam edip önceki okul binasının ‘yıkıldığı’ bilgisine yer veriliyor. Oysa okulun eski, Cumhuriyet dönemi mimari özelliklere sahip ana binaları yıkılmadı! Bu önemli.

Kafa karıştırıcı olan, Koruma Kurulunun çelişkili iki ayrı kararına rağmen mahkeme tarafından kesin biçimde korunmasına karar verilen yapıların, okul tarihçesinde bu kadar değersizleştirilip “yıkıldı” diyerek işin içinden çıkılması. Acı ve üzüntü verici. İnsanın aklına ne geliyor biliyor musunuz? Zaten yıkma amacı biliniyor. Yerine yapılmak istenen müze için proje hazırlıkları ve toplantıları da yapılmıştı zamanında. Kamuoyunda öyle bir algı oluşsun isteniyor ki, o binalar bir şekilde yıkılacak. Bunun önüne geçemezsiniz. Şimdilik kent belleği falan diye itiraz sesi yükseltenler de günü gelir zorunlu bir yıkım karşısında bir iki cılız itirazla buna son verirler. O nedenle her alanda psikolojik bir ‘yıkım’ savaşına girişilsin.  Yapıların tarihi değiştirilsin, geçmişi, giderek belleklerde bir sis perdesi ardında kaybolup gitsin. Okul tarihçesi ile yapılmak istenen bu mu acaba diye düşünmüyor değilim doğrusu. Size paranoyakça geliyor olabilir. Ama 20 yıl önce Ulu Caminin bir gece yarısı ‘uçuvereceğini’, 10 yıl önce, yasal olarak mümkün olmamasına karşın Kız Meslek Lisesi’nin göz önünde bir gün içinde parçalanıvereceğini hanginiz hayal ederdi? Uykularınıza girse ‘karabasan’ deyip geçerdiniz. Ama öyle olmadığını gördük. Neyse, İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün bu detaydan haberi var mı, merak ediyorum ama bu konu üzerinde başka bir zamanda ve başka bir yazıda durmak üzere şimdilik hatırlatıp geçmiş olalım.

Endüstri Meslek Lisesi eski taş yapıları, turizm yazılarımız açısından önemli. Önemli, çünkü üzerine inşa edilmek istenen müze, turizm kültürü açısından vazgeçilmez bir olgu. Yıkılması istenen taş binalar ise uzmanlara göre ünik(tekil, eşsiz, örneği olmayan) mimari özelliklere sahip. Dolayısıyla aynı mimari örnekleri de içinde değerlendiren bir kompleks üzerine neden kafa yorulmaz anlayamam.

Konuya vakıf olmadıkça da anlayacağımızı sanmıyorum. O halde gelin şu işin yakın yıllarda nasıl bir tartışma seyri izlediğine bakalım.

Önce birkaç soru.

  1. EML taş yapıları üzerindeki emeller hangi saiklerle oluşturuldu?
  2. Koruma kurlu kararları neden çelişkiliydi?
  3. Aynı alan üzerine yapılması planlanan müze projesi nasıl bir şeydi?
  4. Yıkılmak istenen yapılar hakkında uzmanlar ne dedi?
  5. Koruma kurulunun çelişkili kararlarının gerekçesi neydi?
  6. Bilirkişiler görüşü ne diyordu?
  7. Mahkeme süreci neden başladı, nasıl bir kararla sonuçlandı?

Soruları çoğaltılabilirim elbette. Ancak burada sayfa doldurmaya değil, tartışmanın turizm yazılarımızla ilişkisini ortaya koymaya çalışıyoruz. O nedenle belli başlı sorular üzerinden yapacağımız toparlamadan sonra müze ile turizm arasındaki ilişkiyi hangi çerçevede değerlendirmemiz gerektiğine bakacağız.

2010 YILI KORUMA KURULU KARARI NE DİYOR?

Müze, Denizli kamuoyu gündemini işgal eden ama bir türlü sonuç alınamayan az sayıda olgudan biri. Yaklaşık 60 yıldır tartışılmasına karşın, emarelerine 1930’lu yıllardan beri rastlanan bir konu. Anlaşılan, yerel yöneticilerin kendi dönemlerinde kurulmasına önem verdikleri ama arpa boyu yol alamadıkları bir sorun.

Bu konuda tarihin eski yıllarında ne olmuş, nasıl tartışılmış bölümünü geçelim, son müze tartışması olan ve mahkeme kararı ile sessizliğe bürünen dönemi özetleyelim.

1

Yukarıda konu ettiğimiz, okulun isim değiştirilip yeni binasına taşınmasından sonra, EML taş yapıları adeta kaderine terk edildi. Kapı penceresi indi, iç mekanları kullanılmaz hale geldi, korumaya dönük hiçbir önlem alınmadı, yakılmak istendi, evsiz sokak bağımlılarının mekanına dönüştü.

O günlerde yeni “Hükümet Konağı Uygulama Projesi” nedeniyle Aydın Kültür Varlıkları Koruma Kurulu’na başvuru yapılarak, taş yapıların değerlendirmesi istenir. Başvuruyu yapan, 18. Madde uygulamasını gerekçe göstererek Denizli Belediyesi İmar ve Şehircilik Müdürlüğü.

Kurul Başkanlığını PAÜ Fen Edebiyat Fakültesi’nde Sanat Tarihi Ana Bilim Dalı(ABD) Başkanı olan Prof.Dr. Kadir Pektaş yapmaktadır. Kurul üyelerinin bazıları da tanıdık isimler. Mesela Prof.Dr. Vedat İdil, Aydın Sultanhisar’a 3 km uzaklıktaki NYSA antik kentinin kazı başkanı. Yine üye olarak kurulda bulunan Prof.Dr. Celal Şimşek, Laodikeia antik kazılarının neredeyse 10 yıldan beri kazı başkanlığını yapmakta. Bu isimlerin dışında Müjgan Kara Tosun Başkan Yardımcılığıni, Deniz Özkut, Necati Uyar, Selim Uşan üyelik görevini, Muhammet Ürkmez ise Denizli Belediye Başkanlığı adına üyelik görevini yürütmekte.

Kurulun o kararı şu cümle ile biter: “Kurulumuzun 30/07/2010 tarih ve 2771 sayılı kararı ile uygun bulunan Yeni Hükümet Konağı Uygulama Projesinin vaziyet planındaki şekliyle, Endüstri Meslek Lisesi binalarının korunması gerektiğine karar verildi.” Nokta!

Buradaki bir-iki detay şunlar; Yeni Hükümet Konağı(Valilik) Uygulama Projesi kararını veren de, Endüstri Meslek Lisesi binalarının korunması kararını veren de aynı kurul üyeleri. Bir de, kurul üyesi olarak adı geçen Necati Uyar’ın bu kararda imzası yok.

DENİZLİ İÇİN ‘ZORLU’ MÜZESİ PROJESİ

Konu kapanmıştır aslında. Kurul kararını vermiş, son sözü söylemiştir. Acaba öyle mi?

Dönemin Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, Ahmet Nazif Zorlu ile 2012 Eylül ayında müze protokolü yapar, ardından müze tartışmaları alevlenir. Daha doğrusu müzenin yeri konusunda farklı görüşler öne sürülür.

Bu arada adı geçmeyen bir başka müze alanı, şimdiki Pamukkale köy yerleşiminin girişindedir. Önceki turizm yazılarımızda müze için ayrıldığı bilgisini verdiğimiz arsa-arazi, bu zaman içinde dillendirilmez. Ya da nasıl bir kullanım öngörüldüğüne ilişkin bilgi kamuoyuna verilmez.

A.Nazif Zorlu grubunun yapılan protokole ve gösterilen yere uygun hazırladıkları projenin, 2013 yazına doğru (25 Mayıs) çok özel davetlilere bir sunumu yapılır. Proje için öngörülen arsa, EML taş binalarının bulunduğu arsadır. Projede taş yapılar yok sayılmakta, yani yıkımı öngörülmektedir. Toplantıya sunumu yapan proje müellifi ve şirket yetkilileri dışında Denizli adına yetkililer katılır. Denizli Milletvekili Nihat Zeybekci, Denizli Valisi Abdülkadir Demir, Vali Yardımcısı İsmail Soykan, Belediye Başkanlığına atanan Osman Zolan, İl Özel İdare Genel Sekreteri Adem Oklu, Müze Müdürü Hasan Hüseyin Baysal, İl Kültür Müdürü Mehmet Korkmaz, Aydın Koruma Kurul Başkanı Celal Şimşek, dönemin Özel İdaresinden Hüseyin Gürlesin, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü Uygulamalar Daire Başkan Vekili Yakup Harmanda toplantıya katılan isimlerden bazılarıdır.

‘Toplantı biraz yangından mal kaçırır gibi mi oldu’ türünden sorular sormaya çalışır ve proje mahiyetini öğrenmeye uğraşırken, Aralık ayı başında, Aydın Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’nun EML taş binaları ile ilgili yeni kararı gündeme bomba gibi düşer.

2013 YILI KORUMA KURULU YENİ KARARI

Aydın Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun yeni kararında, Denizli İli, Merkez ilçesinde bulunan ve tescilli eski Hükümet Konağı ve Etnografya Müzesinin koruma alanında kalan… Endüstri Meslek Lisesi Atölye Binalarının… taşıyıcı sistemi betonarme karkas olan ve dış duvarların dışta kaba yontu taş, içte dolu tuğla ve sıva olan yapıların… kültür varlığı özelliği göstermediği anlaşıldığından tescilinin uygun olmadığına…” diyerek EML binaları üzerindeki koruma kalkanı kaldırılır.

Aslında karar şaka gibidir. Çünkü önceki karar henüz 3 yıl önce verilmiştir. Ne gerek vardı yeni bir karara diye düşünmeye gerek kalmaz. Çünkü aynı paragrafın devam eden kısmında niyet açıkça belirtilmiştir. bu nedenle…” diye devam eden metin, “…koruma alanında… Denizli (Zorlu) Arkeoloji Müzesine ilişkin hazırlanan mimari avan projesinin uygun olduğuna…” diye devam eder. Öyle ki, projeyi hazırlayan Zorlu grubunun doğal olarak müzeye adını vereceği varsayılarak, parantez içinde de olsa “Denizli (Zorlu) Arkeoloji Müzesi” ifadesi, araya sıkıştırılıp tescillenir!

Kurulda bu kez Celal Şimşek Başkandır. Onun dışındaki üyeler tümüyle farklı isimlerden oluşur. Başkan Yardımcısına açılan bölümde ismin olmadığı kararda, Üye Yrd. Doç. Dr. Saim Cirtil sanat tarihçisi, Üye Dr. Levent Ünverdi, şehir planlamacı-mimar sıfatıyla kurul imzacı üyesidirler. Kararda imzası olan diğer üyeler, Hasan Yavuz, Bahadır Dikmen, Şükran Tezel ve Denizli Belediye Başkanlığı adına Rabia Kadıoğlu Keysan’dır.

5

KURUL KARARINA KAMUOYU TEPKİSİ

Oysa o okulun 1940’lı yıllardan beri, yaklaşık 6o yıldır verdiği mezunları hayattadır ve onlar için o yapılar kent belleğinden öte, kendi yaşamlarına yön veren hayat ağacını sembolize etmektedir.

Mimarlar Odası Denizli Şubesi tarafından yapılan protesto çağrısına kamuoyu çok hızlı tepki verir. Ertesi günü, iç mekanları adeta mezbelelik haline gelmiş, pencere camları kırılmış olan okulun önünde yapılan basın açıklamasına 100 civarında insan katılır. Eylemler böylece başlar. Ardından binaların sembolik temizliği yapılır. Eski belediye başkanları, milletvekilleri ve avukatlar, mimarlar, mühendisler ve sivil kent gönüllüleri eylemlerin gediklisidir.

Basın yaşanan gelişmelere kayıtsız kalmaz. Mimarlar Odası karara ilişkin dava hazırlıklarına başlar, uzmanlar yaptıkları açıklamalarla kamuoyu tepkisine destek veririler.

Kararın ertesinde Koruma Kurulu Başkanı sıfatıyla Prof.Dr. Celal Şimşek’le telefonda bir görüşmemiz oldu. Arayan bendim. Hoca önce yanıt vermeyip sonraki saatlerde kendisi döndü. “Ankara’dayım, Yüksek Koruma Kurulu’ndaki görüşmeden yeni çıktım” dedi. Konuyu sorduk. “Yazdıklarınızı takip ediyorum Yaşar Bey” diyerek söze girdi. “Bu kararı ben almadım biliyorsunuz. Kurul’un kararıdır. Kuruldaki sanat tarihçisi ve mimarın görüşlerine uygun bir karardır” diyerek özetlenebilecek sözlerini tamamladı. Doğrusu ben bu kararın Hoca’nın tercihine çok uygun olduğunu düşünmeme karşın, yine de Denizli’deki bürokratik ilişkilerin baskısı da var mı sorusunu sormadan edemiyordum. Bu sorunun yanıtını bir yıl sonra aldım. Celal Şimşek Hoca ile Laodikeia’da, “Ölmeye Yatan Nehir” belgesel yazıları için Lycus vadisini konuşuyorduk. Sohbet arası konuşmalarına Koruma Kurulu kararını sıkıştırdım. O gün yaptığımız konuşmada Celal Hoca’nın Müze konusunda yapılan çalışmaları tartışmasız desteklediğinden ve Zorlu grubunca hazırlanan projenin uygulanmasını ne kadar önemsediğinden emin oldum.

8

UZMANLARIN KURUL KARARINA TEPKİSİ

O günlerde, tüm yerel ve bölgesel basın gibi biz de yazdık. Uzman görüşlerine yer verdik. Yaptığımız görüşme ve üstüne yazdığımız yazıların birinde, Mimar Necati İnceoğlu ve Mimar Cengiz Bektaş’ın görüşlerini paylaştık. O görüşme notlarından kısa bir bölüme yer verelim.

Aralık 2013’ün ilk haftalarında konuya ilişkin 4 yazı kaleme aldık. Son yayınladığımız yazı “Burada Bir Mimarlık Cinayeti İşleniyor” başlığını taşıyordu. Cengiz Bektaş ve Necati İnceoğlu ile yaptığımız telefon görüşmelerinde tuttuğumuz notlara yer vermiştik. Her iki mimarın Denizli kökenli olduklarını göz önüne alırsanız, ne kadar duyarlı davranabileceklerini de kavrayabilirsiniz.

Sorularımıza heyecanlı biçimde yanıt veren deneyimli mimarların yanıtları neredeyse aynı bilgileri ve aynı ortak anlayışı yansıtıyordu.  Kısaltarak vermek gerekirse, Necati İnceoğlu, “Bu yapılar mimarlık kültürünün çok özel örnekleri. Sadece Denizli değil, Türkiye, hatta Avrupa mimarlık kültürünün bir döneminin örnekleri. 1940’larda Alman Mimar Paul Bonatz’ın mimari üslubudur. Projeye kendisi nezaret etmiş, mimar Selçuk Minar imzalamıştır. Dönemin mimarisini yansıtan Türkiye’deki en önemli ve düzgün yapılardır. Estetik yapılardır, sağlam yapılardır. Yıkılırsa bu bir mimarlık cinayetidir. Bu yapılar da giderse, kent sanki 1970’lerde doğmuş bir bebek gibi kalacak” diyerek düşündüklerini romantik bir tepkiyle tamamlıyordu.

Cengiz Bektaş’ın tepkisi de farklı olmamıştı. “Henüz proje aşamasında Anadolu mimari geleneğinde yararlanmış, uygulamada ise taş yapı geleneğinden faydalanmıştır. Yapılarda hem taş, hem betonarmenin kullanılmış olması aslında öncü bir uygulamadır, mimari bir yol göstermiştir. Bu nedenle bile dört dörtlük bir yapı olduğu söylenebilir. Bu yapılar ansiklopedilere geçmiş örnek yapılardır. O binada kullanılan taşlar Denizli taşıdır ve böyle bir otantik yanı da vardır” açıklamasıyla yapıların uluslararası mimari değerine vurgu yapmıştı.

2

Bu arada, Mimarlar Odası Denizli Şubesi, bizim de yazılarımızda ısrarla önerdiğimiz bir panel-forum düzenledi. Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu’nda 25 yıl mesai harcamış olan Prof.Dr. Mete Tapan ve Mimar Cengiz Bektaş’ın yanı sıra DEGİAD dönem Başkanı Sadık Emre Çaputçu, Mimarlar Odası Şube Başkanı Cüneyt Zeytinci ve Denizli Baro Başkanı Müjdat İlhan panele konuşmacı olarak katıldılar. Panelden çıkan ortak görüş, yapıların özenle ve kentin belleği olarak korunması düşüncesi oldu.

MİMARLAR ODASI DAVASI

Aynı günlerde Mimarlar Odası Denizli Şube Başkanı Mimar Cüneyt Zeytinci ile yaptığımız kısa röportaja da yazılarımızda yer vermiş, bazı sorular sormuş ve şöyle bir çağrı yapmıştık; Bu soruların yanıtı ancak bir panelde alınabilir. Böyle bir paneli yapması gereken ise Mimarlar Odası ve Şehir plancıları öncülüğünde sivil ya da mesleki örgütlerdir. Örgütse işte budur o örgütün işlevi. Bu girişimi ilgili tüzel kişiliğe haiz meslek örgütlerinden beklemeye sonuna kadar hakkı var kent insanının.”

Böyle bir toplantı yapıldı sonunda. Ardından sıkça temenni ederek adeta baskıya dönüştürdüğümüz dava açma talebine de duyarsız kalmadı Mimarlar Odası. Denizli İdare Mahkemesi’nde önce yürütmeyi durdurma kararı aldırdı.

6

BİLİRKİŞİ(LER) GÖRÜŞÜ

Sonrasında dava süreci başladı ve konu bilirkişiye intikal etti.

Bilirkişi İzmir’den, Ege ve Dokuz Eylül Üniversitelerinden üç kişilik akademisyen grubuydu. Bilirkişi ekibinin en kıdemli üyesi, Ege Üniversitesi Sanat tarihi ABD Başkanı olan Prof.Dr. Bozkurt Ersoy Denizli’ye yabancı değildi. 2007 yılından beri Kale-Tabae antik kentini kazan ekibin başıydı ve son sekiz yıldır her yıl neredeyse üç ay Denizli’de kalıyor, diğer zamanlar sıkça gelip gidiyordu. Denizli’yi iyi tanıyordu. O nedenle hazırladıkları rapor, taş yapıların korunmasına yönelik oldu.

“Gerekçeleri ile dava konusu parselde yer alan taşınmazların "kültür varlığı" niteliği taşıdığı kanaatine varılmıştır” denilen bilirkişi raporunun sonuç bölümünde, bir de öneri yer almaktadır. “Yapılması planlanan müze projesi bağlamında, yapıların yeniden işlevlendirilerek müze yapıları ile birlikte kullanılmalarının olumlu olacağı… bu bağlamda da bu durumun gerek yapıların geleceğe aktarılmasında gerekse kentsel belleğin sürekliliğinin, devamlılığının sağlanmasında bir fırsat ve olanak olacağı görüşüne varılmıştır” denilmekteydi. Öneri adeta Denizli Müzesi yapmak istiyorsanız, bu yapılardan daha iyi müze bulmazsınız demekteydi. 

Kültür Bakanlığı tarafı olaya müdahil olarak bilirkişiye itiraz edip, yeni bir bilirkişi raporu istedi. Yeni rapor, eskisinden daha kesin ve net biçimde korunması gerektiğini öngörüyordu.

Ankara ve Gazi Üniversitelerinden öğretim üyesi olan Sanat tarihçisi, Yüksek Mimar ve Restoratörden oluşan üç kişilik yeni kurul, raporun sonuç bölümüne 3 madde ile kanaatini özetlemişti: “20.yy mimarlık mirası olarak söz konusu yapının 1. Tarih ve Temsiliyet değeri, 2. Kent Belleği Değeri, 3. Ender Bulunma ve Özgünlük Değeri taşıdığı ve dolayısıyla “kültür varlığı niteliği taşıdığı ve Endüstri Meslek Lisesi binalarının korunması gerektiği kanaatine varılmıştır.”

7

MAHKEME NİHAİ KARARI

Sonunda mahkeme, 4 sayfalık kararla sonucu açıkladı. İdare Mahkemesi kararı, Başkan ve iki üye tarafından imza altına alınmıştı. Kararda, “… uyuşmazlığa konu Endüstri Meslek Lisesi Atölyelerinin, tarih ve temsiliyet değeri, kent belleği değeri ve ender bulunma ve özgünlük değeri taşıdığı, bu itibarla korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı özelliği gösterdiği anlaşıldığından, davacı oda tarafından yapılan başvurunun kabul edilerek anılan yapıların taşınmaz kültür varlığı olarak tescil edilmesi ve buna bağlı olarak Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nce Denizli (Zorlu) Arkeoloji Müzesi yapılmasına yönelik olarak hazırlanan mimari avan projenin değerlendirilmesi talebiyle yapılan başvurunun uygun görülmemesi… sonucuna ulaşılmıştır” ifadesiyle iki yıldan beri devam eden tartışmalı sürece nokta koydu.

***

Son beş yıl içinde yaşadığımız müze serüveni bu mahkeme kararıyla şimdilik noktalanmış görünüyor. Yeniden ve başka bir sebeple aynı yapılar üzerinde bir tartışma çıkması olasılığı yok değil. Ancak verilen karar hiç olmazsa korumacılar için bir soluklanma zamanı sağlamıştır. O nedenle bir daha gündeme gelip başka emel besleyenlere kurban edilmek istendiği güne kadar koruma yanlısı kamuoyu grupları artık dinlenebilirler.

***

Denizli Müzesi ve Denizli Turizmi arasında kopmaz bağlar var mı? Yoksa bu konuda bir yanılgı içinde miyiz? Kamu idarecilerinin zaman zaman yaptıkları açıklamalara bakarak değerlendirmek gerekirse, Müze ve Turizm arasındaki ilişkiye bu denli değer verilmesi sevindirici. Ancak, bir yeri yaparken, çok daha değerli bir yeri feda etme mantığını anlamak oldukça güç.

O nedenle müze ve turizm için öngörülen “kent içi turizmi canlandırma” fikrine esin kaynağı olan yaklaşımları irdelemeye ve Cumhuriyet dönemi Denizli müzecilik tarihine ışık düşürmeye önümüzdeki hafta devam edeceğiz.

10 tezgahtan fabrikatörlüğe

$
0
0

denizli-zafer-katranci-kahve-sohbetleri-h

 

 

denizli-zafer-katranci-kahve-sohbetleri-h

Babadağ’dan çıkıp Denizli’ye gelen, 10 dokuma tezgahıyla iş hayatına atılan Zafer Katrancı, artık yılda 60 milyon dolar ihracat yapan, 1.700 kişiyi istihdam eden bir tekstil şirketinin patronu.

Denizli’de sıkça söylenen bir söz vardır, “Babadağlılar dokumacı doğmuş, sonra da tekstilci olmuştur” diye. Bu boşuna söylenmiş bir söz değil. Başınızı kaldırıp fabrikalarına baksanız, birçok tekstil fabrikasının sahibi olarak Babadağlıları görürsünüz. Bu sektörde başarılılar, çünkü onlar bu işin içinde yoğrularak büyüyenler.

 Bu hafta İş Dünyası ile Kahve Sohbetimizde, Denizli sanayisinin önde gelen şirketlerinden Ozan Tekstil’in patronu Zafer Katrancı’ya konuk olduk. Bize, Babadağ’dan Denizli’ye gelişini, dokuma atölyesini kurmasını, ardından Ozan Tekstil’in temellerini atması anlattı.

 Yeni bir yatırımını da öğrendik bu sohbette işadamı Katrancı’nın. Birçok sanayici gibi, Katrancı da enerji sektörüne girenlerden. Güneş enerjisi santralinin bir bölümü bu ay içerisinde, tamamı önümüzdeki yılın şubat veya mart aylarında faaliyete geçecek.

 Tabii Zafer katrancı ile sohbet edip, Denizlispor’u konuşmamak olmazdı. Yeşil-siyahlı takımı da konuştuk eski başkanla. Kulübün içinde bulunduğu duruma üzüldüğünü söyleyen Katrancı’ya önerilerini sorduk. Yanıtı ise “Bu soruya şu an cevap vermeyeyim isterseniz” oldu.

denizli-zafer-katranci-kahve-sohbetleri-ic-2

İLK DURAK DÖRTÇEŞME
Zafer Katrancı kimdir? Bir biyografi yaparak başlayalım isterseniz sohbetimize…

1946 Babadağ doğumluyum. Askerlik dönemine kadar Babadağ’da ikamet ettim. 1970 yılında Denizli’ye geldim. İş hayatına dokumacılıkla başladım. 1980 yılında Karakurt’ta, Ozan Tekstil Fabrikası’nı kurdum. 1995 yılında da şimdiki bulunduğu yere taşıdık fabrikayı. 1985 yılından bu yana ihracata dönük üretim yapıyoruz. İmalatımızın yüzde 85-90’ını ihraç ediyoruz.

Babadağ, genelde dokumayla başlayıp tekstille devam eden işadamlarının çokluğuyla tanınıyor. Siz de bunlardan birisiniz. Nasıl başladınız?

Her Babadağlının geçmişinde dokumacılık vardır. Çünkü dağlık bir bölgede ilçe. Tarım arazisi sınırlı olduğundan çiftçilik sınırlı. Bu durumda yapacak tek iş atalarımızdan gelen dokumacılık. 1970 yılında Denizli’ye gelip, Dörtçeşme olarak bilinen bölgede 10 yıl faaliyet gösterdim. Daha sonra Karakurt’a gittim. Yanımda ortak olarak kayınbiraderim vardı.

denizli-zafer-katranci-kahve-sohbetleri-ic-3

ATÖLYEDEN 150 DÖNÜMLÜK ARAZİDE FABRİKAYA
Denizli’de tekstil sürekli gelişti, fabrikalar kuruldu. Üretim protföyünüzde neler var?

Uzun yıllardır havlu ve bornoz ana kalemleri öncelikli üretim yaptık. Yeni yeni nevresim ve çarşaf ihracatımız başladı. Ayrıca dikişsiz bayan iç çamaşırı ihracatı yapıyoruz.

Şu anda bulunduğumuz alan hayli geniş. Fabrikada kaç kişiyi istihdam ediyorsunuz?

Fabrikamız 150 dönüm arazi üzerine kurulu. Kapalı alanımız 100 bin metrekare. Çalışanımız 1.700 ve 200-300 dolayında bize fason iş yapanlar var.

İhracatınız ne kadar?

Denizli’den kasım ayında yapılan bornoz-sabahlık, havlu, çarşaf ve nevresim ihracatının yüzde 16 ekside olduğunu raporlardan görüyoruz. Bizde de yüzde 7-8’e varan düşme var. Yıl sonu itibariyle 60 milyon dolar dolayında bir ihracatımız olacak.

Daha çok hangi ülkelere ihracatınız var?

Almanya, Hollanda, İngiltere ve Fransa başta olmak üzere Avrupa ülkelerine ihracatımız var. Bir miktar da ABD’yi ihracat yapıyoruz.

Daha önce konuştuğum Babadağlı tekstilciler, Bayramyeri ve Kaleiçi’ndeki faaliyetlerin ardından fabrikalaşma sürecine geçmiş. Sizde mi öyle yaptınız?

Ben, 1970-1980 arasında Dörtçeşme’de iştigal ettim dokumacı olarak. Kaleiçi deneyimim yok. Dörtçeşme’de dokuma atölyemiz vardı.

Kaç tezgahınız vardı?

Hatırladığım kadarıyla “karakatır” dediğimiz mekikli 10-12 tezgahımız vardı.

Ne dokuyordunuz?

Pike ağırlıklı bir üretim yapıyorduk. Karyola örtüsü dokuduk. Havlu üretimine daha sonra Karakurt’taki fabrikada geçtik.

denizli-zafer-katranci-kahve-sohbetleri-ic-5

İPLİK DIŞINDA TÜM ÜRETİM AYNI YERDE
Fabrikalaşmanız 1980’li yıllarda Denizli’deki tekstil atağıyla başlamış. Dokuma atölyesinden çıkıp, fabrikaya dönüşmek… Bu süreçte ya başaramazsam korkusu yaşadınız mı?

Hiç öyle bir endişemiz olmadı. Dörtçeşme’deyken 60 kadar çalışanımız vardı. Karakurt’a gittik, sayı 500-600’lere çıktı. Buraya geldiğimizde boyahaneyi de kurduk ve bir ara 2 bin kişilere kadar yükseldi istihdamımız. Şimdi ise biraz önce söylediğim gibi 1.700 civarlarında çalışınımız var. Sürekli geliştik, istihdam yarattık.

Boyahanede olduğuna göre entegre bir tesis gibi çalışıyorsunuz?

İplik hariç tamamı burada hazırlanıyor. Dolayısıyla entegre bir tesis diyebiliriz.

denizli-zafer-katranci-kahve-sohbetleri-ic-4

KONYA’YA GÜNEŞ ENERJİSİ SANTRALİ
İşadamlarının yeni ilgi ve yatırım alanı enerji. Bu sektörde siz de var mısınız?

Konya’da 7-8 aydır çalıştığımız bir güneş enerjisi projemiz var. Santral bitmek üzere. Bu ay içerisinde 6,5 megawat üretim sağlanacak. Şubat, mart aylarında bu 16 megawata çıkacak. Fabrikamızda kendi tükettiğimiz enerjinin yüzde 50 fazlasını üretmiş olacağız böylece.

Denizli’de yatırım planınız var mı?

Henüz yok…

1.300 LİRA ASGARİ ÜCRET EK 450-500 LİRA MALİYET GETİRİR
Vergi, enerji ve SGK primleri… Bu ve benzerleri işverenlerin omuzunda nasıl bir yük oluşturuyor?

İşverenler olarak SGK konusunda devleti yanımızda görmek isteriz biz işverenler. Nitekim asgari ücret konusu gündemde. Elbette artsın, 1.300 lira olsun. Ama bir anda yükseltmek sıkıntı yaratacaktır. Bu artışın işverene getireceği yük 450-500 liradır. Ciddi bir rakam… Buna hükümetin bir şekilde katkıda bulunması gerektiğini düşünüyorum. Yoksa ciddi sıkıntılar yaratabilir, işçi çıkarmalar olabilir.

denizli-zafer-katranci-kahve-sohbetleri-ic-1

DENİZLİSPOR YILLARI
Siz bir dönem hem yönetici hem başkan olarak Denizlispor’a hizmet verdiniz. İyi dönemler de yaşadı ama şu anda çok zor bir dönemden geçiyor. Denizlispor denildiğinde gözünüzün önünden neler geçiyor?

Denizlispor bende her zaman farklı bir duygu yaratır. Başkanlık öncesi üç dönem yönetim kurulu üyeliği yaptım. İki döneme yakın başkanlık yaptım. Hele hele ilk yılımızda “ligi ilk 5’te bitireceğiz” demiştik, iddiamızı gerçekleştirdik. İkinci yılda benzer bir sonuç elde ettik. Ondan sonra hep dışarıdan baktım Denizlispor’a. İçinde bulunduğu durum her Denizlili gibi beni de üzüyor elbette. Ama son haftalarda bir kıpırdanma var. İnşaallah devam ettirirler. Toparlanıp Süper Lige dönüş yapmalarını herkes gibi bende istiyorum.

Tavsiyeleriniz olabilir mi?

Çok şey olabilir. Geniş boyutlu konuşmak lazım.

Biliyorum kimseyi kırmak istemiyorsunuz ama bu kulüpte başkanlık yapmış biri olarak önerileriniz vardır mutlaka…

Bu soruya şu an cevap vermeyeyim isterseniz.

Spordan epeydir uzaksınız, yeniden olma gibi bir düşünce var mı?

Yok… Bir süreçti ve geride kaldı. Zaten benim başkanlığı bırakmamın üzerinden uzun yıllar geçti. Yönetime girmek, başkan olmak gibi bir düşüncem yok artık.

denizli-zafer-katranci-kahve-sohbetleri-ic

OĞLU OĞUZHAN KATRANCI KENDİ İŞİNİ KURDU
İşadamları genelde çocuklarını yanında tutar, onları usta-çıkar ilişkisi gibi iş hayatına hazırlar. Sizin oğullarınız da yanınızda değil mi?

Bu Babadağlıların aile geleneği. İki oğlum var, Ozan işletmemizde. Küçük oğlum Oğuzhan “kendim farklı bir kulvarda koşacağım” diyerek müsaade istedi. Karakurt’taki fabrikamızda iç çamaşırı üreterek yoluna devam ediyor.

denizli-zafer-katranci-kahve-sohbetleri-ic-7

DENİZLİ’DE YENİ YATIRIM, YATIRIM İÇİN DE DESTEK GEREKLİ
Denizli tekstili özetlersek, geldiği yer belli. Nereye gidiyor? Bu sorunun yanıtıyla sohbetimizi noktayalım isterseniz?

Denizli’nin 3-4 yıldır duraklama döneminin içinde olduğunu sohbetlerde hep söyledim. Niye bunu söyledim? İşte Uşak, Kahramanmaraş gibi bazı iller tekstille ilgili teşvikler aldı. Denizli’nin de o teşviklerden yararlanmasının gerekliliğini vurguladım hep. Ama oralardan yararlanamadık. Bur durağan süreçteyiz. Hamle yapabilmemiz için önümüzü görmemiz lazım. Şu anda önümüzü göremiyoruz. Ancak hayalleri her zaman canlı tutmak lazım. Eksi yüzde 15’lerde olan ihracatımızı yüzde 30-40 artırabilmek için o oranda yatırım yapılması lazım. Yatırım için de bir takım cazip destekler sağlanması gerekir. Yatırım olmadan da ihracatı artırmamız mümkün değil. Ama umutsuzluk yok. Zaman zaman konuşuluyor, tekstil öldü bitti diye. İnsanoğlunun yaşamı devam ettiği müddetçe tekstil bitmez. Doğduğunuz gün kumaşa sarılıyorsunuz, öldüğünüz gün kumaşa sarılıyorsunuz.

 

 

 

GECMİŞ ZAMAN OLUR Kİ…

$
0
0

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-16122015-h

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-16122015-h

İş dünyası, bürokrat ve yitirdiğimiz Denizli’nin değerleriyle geçmişe doğru uzanıyoruz. Eminiz ki birçoğunuzun anılarını canlandıracaktır bu fotoğraflar…

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-16122015-3
BU MAĞAZA ŞİMDİ YOK AMA…
Denizli’nin sanayileşme hamlesini başlattığı yıllarda üretime geçen tesislerden birisidir Yonga Mobilya… Bu fotoğraf da şirketin Esen Han’daki mağazasının açılışında çekildi. (soldan sağa doğru) Yonga’nın emektarlarından Necati Dalaman ile dostları Ali Akın, Fehamettin Taşkaya, Fehmi Çetinbay, Davut Bektaş ve Nail Coşkun bir arada…

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-16122015-c2
SEYRAN ONUN HER ŞEYİYDİ
Merhum Mustafa Çaputçu, Seyran Çerezleri’nin bugünlere gelmesini sağlayan taşları döşeyen isimdir. Şirketin üretimle ilgili her aşamasını titiz bir şekilde denetler, kaliteli kuru yemişlerin tüketiciye ulaşması için hiçbir fedakarlıktan kaçınmazdı. Tanıtım konusundaki çalışmaları da bizzat yürütürdü. Böyle bir çalışma sırasında objektifimize takılan Mustafa Çaputçu’yu bu vesileyle rahmetle anıyoruz.

gecmis-zaman-olur-ki-yeni-haber-arasi

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-16122015-8
GÜNDEM PAMUKKALE VE TURİZM
Pamukkale, Denizli’nin her dönem önceliklerinden olmuştur. Dolayısıyla geçmiş yıllarda görev yapan valiler ve belediye başkanları, beyaz cennete hizmeti öncelikleri arasına yerleştirmişlerdir. İşte böyle anlardan birisi… Şevket Karakurt, Vali Yardımcısı Fikri Yavuz, dönemin Denizli Belediye Başkanı Hasan Gönüllü, Denizli eski Valisi Münir Güney, Denizli Lisesi Müdürü Bürhan Saraçoğlu, fotoğraf sanatçısı Coşkun Önen, dönemin İl Kültür Müdürü Özden Çandır ve İl Turizm Müdürü Meral Doğu, Özel İdare Tesisleri’nde bir araya gelmiş değerlendirmelerde bulunuyor.

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-16122015-144jpg
SENİ UNUTMADIK DOKTOR BEY
Arşive bakarken, bir dostun gülümseyerek bize baktığını gördük. Bu yılın nisan ayında yitirdiğimiz Dr. Murat Alten, eşi Meral Hanım ile dans pistinde müziğin ritmine uymuş, keyifle eğleniyordu. Seni özledik be doktor…

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-16122015-11
24 SAATİ DENİZLİSPOR’DU
Kemal Bağbaşlıoğlu… Onun dünyası Denizlispor’du. Bıraksalar kulüp binasında yatıp kalkacaktı. Gün geldi kulübün başkanlığını üstlendi (1976-1978). Gün geldi kulübün müdürü oldu. Yeşil siyahlı takımı hiç ama hiç bırakmadı. Futbolcuların Kemal Babası… Kalmadı senin gibi Denizlispor tutkunları. Mekanın cennet olsun.

DENİZLİ LİSESİ ŞEHRİN EN PRESTİJLİ BİNASIDIR

$
0
0

denizli-seval-uysal-isin-asli-denizli-lisesi-h

Son bir yıldır kent gündemini en çok meşgul eden konuların başında “Denizli Lisesi belediyeye devredilecek mi” sorusu geliyor. Bu sorunun yanıtını şimdilik kimse bilmiyor, Milli eğitim camiasından da, belediye cephesinden de yapılmış herhangi bir açıklama yok. Hatırlarsanız; iki yıl önce hayırsever Orhan Abalıoğlu ile Milli Eğitim Müdürlüğü arasında protokol imzalanmış, Aktepe'deki arsanın karşılığı olarak, Denizli Lisesi'nin tarihi binasının da içinde bulunduğu arsa Denizli Belediyesi'ne devredilmişti. Denizli Belediyesi de tarihi binayı başkanlık makamı olarak düşünmüştü. 

Sonrasını biliyorsunuz.

Protokolün duyulması kentte tepkilere yol açmış, Denizli Lisesi Koruma Derneği kurulmuş, yürüyüş düzenleyerek karşı çıkmıştı. Hayırsever işadamı Orhan Abalıoğlu da yoğun tepki ve istekler ile dört okulu yaptıracağı arazideki hafriyat çalışmalarının yüksek maliyeti nedeniyle iki yıl okulların inşaatına başlamamıştı. 2015 yılı başlarında da Vali’nin talimatıyla Yenişehir, Şirinköy, Eskihisar ve Çakmak Mahallesi'nde yeni arsalar bulunmuş ve Abalıoğlu ile dört okulun kaba inşaatı için yeni protokol imzalanmış, protokolden Denizli Lisesi çıkarılmıştı. Denizli Lisesi mezunları “okulumuz kurtuldu” diye sevinirken, seçim öncesi toplu açılışlar için Denizli’ye gelen Cumhurbaşkanı Erdoğan Koca Mektep tartışmasını yeniden alevlendirmiş “Artık tarihi okul binası Denizli Büyükşehir belediye binası olarak hizmet etmeli. Bu işi uzatmanın alemi yok” demişti.

denizli-seval-uysal-isin-asli-denizli-lisesi-erdogan-denizli-dejpg

OKULDA TAMİRAT BAŞLADI
Aradan 9 ay geçti. Bu konuda atılmış herhangi bir adım yok! Ama okulda eğitim ve öğretim sürüyor. Öğrenciler derslere giriyor, kantine iniyor, tuvalete gidiyor, bahçeye çıkıyor. Yani kısaca Koca Mektep’te hayat devam ediyor. Öyle olunca da hayatın gerekleri ortaya çıkıyor. Öğrencilerin ihtiyaçlarının karşılanması ve okulun tamiri de onlardan biri. En başta artık kullanılamaz durumda olan tuvaletler var. Yaz aylarında okul aile birliği ve okul koruma derneği kapı kapı gezerek okula maddi yardım toplamaya çalıştı. Yaklaşık 60-70 bin lira tutacak maliyeti karşılamak için zorlandılar ve birçok kapıdan da eli boş döndüler. Ancak yılmadılar ve toplayabildikleri kadarıyla işe başladılar. Şimdi bitmek üzere. Denizli Lisesi’nde Büyükşehir Belediyesi Koruma Uygulama Denetim Bürosu (KUDEB)in gözetiminde yapılan çalışmalar Aydın Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu’nun onayıyla yürütülüyor. Alt tarafı tuvalet diyeceksiniz ama işler öyle yürümüyor. Kafanıza göre bir şey yapmanız mümkün değil! Okulun tuvaletlerinde kullanılacak fayanstan tutun da, batarya ve lavabolara kadar her şeyin birebir aynısı, her şeyin aslına uygun yapılması isteniyor. Onlar da aynısını yapmak için çabalıyor.

Selem-Reklam

Bu şartlar altında bakıldığında burasının belediye binası olması imkansız. Belediyenin kullanımı için gereken bilgisayar alt yapısı, elektrik, klima ve diğer aksamlara koruma kurulunun izin vermesi çok zor. Çünkü Denizli Lisesi 1. Derece SİT alanı alanı. Prof.Dr.Necati İnceoğlu bu konuda uyarıda bulunuyor ve şöyle diyor: “Lise Binası geçen yüzyılın başlarında bir eğitim binası olarak inşa edilmişti. Taşıyıcı sistemi ahşap karkastı. İnşaat esnasında çekilmiş resimlerde bu ahşap karkas sistem açıkça görünür. Cephe sistemi de bu ahşap karkas sistemi yansıtır. Onarım sırasında cephe korunarak, gene ahşap olan döşemeler betonarmeye çevrilmişti. Binanın şu andaki taşıyıcı sistemi ahşap karkas-betonarme gibi az rastlanır ama bir anlamda başka bir tadilata elvermeyecek ölçüde karmaşıktır. Bina bu nedenle bakım ve onarımla yaşamını sürmeli, köklü tadilatlara gidilmemelidir. Bu konstrüksiyon bir belediye binasının gerektirdiği modern iletişim, aydınlatma, klima, havalandırma sistemlerinin yükünü kaldıramaz. Binaya yüklenilirse, ciddi teknik sorunlarla karşılaşılacağını düşünmeliyiz”

denizli-seval-uysal-isin-asli-denizli-lisesi-dis-gorunusu

DENİZLİ LİSESİ, LİSE OLARAK KALACAK-MI?-
Okuldaki hareketlenme Denizli Lisesi’nin lise olarak kalması yönünde iyi işaretler taşıyor. Bunların başında onarım çalışmaları geliyor. Tabii hepsi koruma kurulundan onaylı olacak. Esas değişim bahar aylarında gerçekleşecek. Dış boya ve ahşapların bakımlarının yanı sıra, bahçe düzenlemesi gerçekleşecek, kırılmış, kurumuş ağaçlar sökülecek ve okula giriş çıkış ön kapıdan yapılacak. Okul Aile Birliği Başkanı İlknur İzmiroğlu, Okul Müdürü Durmuş Ali Cengiz ve Koruma Derneği Başkanı Hasan Panayır birlikte çalışıyorlar. Okul tarihinde bir ilk yaptılar ve çay partisi düzenlediler. Buradan elde edilecek geliri tamir ve bakımda kullanmayı hedefliyorlar. Çay partisinde ortaya çıkan bir görüşü de dillendirmeden olmaz. O görüşe göre okul bahçesi yaz aylarında halka açılabilir. Güzel bir çay bahçesi olabilir. Buradan elde edilecek gelir okul için kullanabilir. Çay partisine gelen mezunların okulda nostalji yaptıklarını ise söylemeye gerek var mı bilmem..

denizli-seval-uysal-isin-asli-denizli-lisesi-berrinsivri-caypartisi

DENİZLİ LİSELİ OLMAK PRESTİJLİ BİR ŞEY
1874’te, Çatalçeşme Parkı’nın bulunduğu yerde, Rüştiye Mektebi adıyla eğitime başladığında okulun sadece üç sınıfı, Hisarlı Ali ve Halil İbrahim Efendi adında sadece iki öğretmeni vardı. Sınıf sayısı 1892’de dörde, 1894’te beşe çıktı. 1899 depreminde çok büyük hasar görünce geçici bir süre için Değirmenönü Mahallesi’ndeki bir eve taşındı. Bir yıl sonra da Sanat İdadisi ismini alarak, iptidai, ihzarî, umumî ve sınaî gibi sınıflara ayrıldı. İnşaatına 1915’te başlandı. Parasızlık nedeniyle birinci kattan sonra inşaat durdu, ikinci kat bitirilemedi. On yıl inşaat halinde bekledi. Vali Mithat Kalabalık 1926 yılında vilayet bütçesinden 100.000 lira ayırarak tarihi binayı yaptırdı da bir bölümüne Kâtip Çelebi İlkokulu, bir bölümüne ise Muhtelit Orta Mektep yerleştirildi. Çoğunuz bilmez ama Türkiye’ de kızlı-erkekli eğitim öğretim ilk burada başladı. 1931’de “ Köy Muallim Mektebi” açıldı. Aynı yıl okulu Atatürk ziyaret etti. 1945 yılında İsmet İnönü, 1950’de Celal Bayar, 1964 Cevdet Sunay! 1967’de Yankı adlı kültür sanat dergisi çıkarıldı. 1970’de Denizli Lisesi Radyosu kısa dalgadan yayın yapmaya başladı.1985’te Eski Eserler Müdürlüğünce” Korunması Gereken Tarihi Eser” olarak tescil edildi. 1997’de Koca Mektep dergisi yayınlandı. Bu arada Ömer İnönü, Atilla Sezener , Berkant, Ertan Cillov, Necati İnceoğlu, Önder Göçgün, Müjdat Keçeci, Musa Kazım Manasır, Metin Vural, Celal Şimşek, Ali Abalıoğlu, Hasan Himmetli, Bekir Urganlıoğlu, Ahmet Yoldaş, Necdet Yılmaz, Süleyman Kocasert, Tevfik Tan, Mehmet Ünal, Hasan Ergür, Musa Akyol, Şemsettin Terzi oğlu,İbrahim Şenel, Cüneyt Zeytinci, Bilge Öncel, Ali Yavuzçehre, Mehmet Cillov, Süleyman Öztürk, Hamdi Erol, Necdet Özer, Metin Saydal, Hasan Panayır. Adnan Keskin, Mehmet Yüksel, Kurtuluş Sarıkaya, Deniz Semerci. Sema Ramazanoğlu, Berrin Sivri, Ömür Eke’yi mezunlar arasında saymalıyız.
denizli-seval-uysal-isin-asli-denizli-lisesi-1-2


BİR FOTOĞRAF VE MÜZE HUSUSU

$
0
0

ic_kapak

ic_kapak

ŞİMDİLİK SON MÜZE YAZISINI KALEME ALIYORUZ. HAFTAYA TURİZMİN İÇİNDEN GEÇMEKTE OLDUĞU DAR BOĞAZA TURİZM İŞLETMECİLERİ NASIL BAKIYOR BİRAZ DA İŞİN BU BOYUTUNA EĞİLECEĞİZ. ANCAK, MÜZE SORUNUNA BUNCA LAF-I GÜZAF ETMİŞKEN, YAKIN TARİHİNE GÖZ ATMADAN OLMAZDI. BU VESİLEYLE ELİMİZE GEÇEN BELGE VE BİLGİLER IŞIĞINDA CUMHURİYET DÖNEMİ DENİZLİ MÜZE TARİHİNE BİRLİKTE BAKALIM.

0

Elimde bir fotoğraf var. Gazeteci Muhammet Karaçay’dan alınma. O da, Dr.Metin Vural’ın(*) arşivinden kopyalamış. Fotoğraf, Mareşal Fevzi Çakmak bir binanın giriş merdivenleri önünde, elinde bastonu, içeriye girmek için adım atarken çekilmiş. Genelkurmay Başkanı olduğu dönemden kalma. Maiyetinde siviller ve askerler var. Binanın giriş merdiveninin iki yanına süsleme amacıyla orijinal Roma dönemi mermer sütun altlığı ve başlığından parçalar, onların hemen arkasında yazıt kaidesi formunda mermer bloklar yerleştirilmiş. Fotoğrafın en solunda ise sanki bir tür Osmanlı dönemi mezar taşı bahçe duvarına dayanmış. Bina fotoğraf kadrajına girdiği kadarıyla ahşap çatılı kagir duvarlar, pişmiş topraktan tuğla ve Roma dönemi sütunlarından devşirme malzeme ile ilginç bir yapı özelliği gösteriyor gibi. Genel karakteri için çatı sistemine bakarak karar vermek gerekirse, Osmanlı dönemi Anadolu mimari örneklerinden tipik bir yapı. Fotoğraf karesinin altında “Mareşalimizin Kültür müzesine girişi” açıklaması eklenmiş.

Fotoğraf nerede ve kim tarafından çekilmiş bilinmiyor. Mareşal Çakmak’ın Denizli’ye geldiği tarih, fotoğrafın da içinde olduğu albüm kapağında açıklanıyor: “Genelkurmay Başkanımız Sayın Fevzi Çakmak’ın maiyetleriyle birlikte 21.07.1938 tarihlerinde Denizli’yi ziyaretleri hatırası.”

Fotoğraf ve altına düşülen bilgi notuna göre o dönemde Denizli’de bir Kültür Müzesi varmış. Bu yapının etnografya müzesi olan, Atatürk’ün Denizli’ye geldiği zaman gecelediği yapı olması ilk akla gelen olasılık. Ama bu mümkün değil. Çünkü yapı Atatürk’ün ziyaret ettiği tarih ve sonrasında CHP parti binası olarak kullanılmış, 1950’li yıllarda Sağlık Bakanlığı’nın kullandığı yapı 1977’de Kültür Bakanlığına geçmiş, 1981 yılında, 100.doğum yıldönümünde müze olarak kullanma konusunda karara bağlanmış. O nedenle akla ilk gelen şey bir olasılık bile değil.

Peki neresi olabilir? Ya da bu fotoğraftaki bilgi doğru mu? Veya fotoğrafta Kültür Müzesi olarak işaret edilen yapı tescilli bir müze olmayıp, dönemin duyarlı insanları tarafından, çevreden toplanmış arkeolojik kalıntıların bir araya getirildiği bahçeli tipte bir kamu yapısı olması mümkün mü? Mareşal’e bu yapı “müzenin, şehrin ehemmiyet arz eden mühim bir hususiyeti olduğunu izah etmek amacıyla” gezdirilmiş olabilir mi? Çünkü muhtelif duyumlardan hatırlıyorum; son olarak Müze Müdürü’nün de teyit ettiği böyle bir mekan var. Sanırım Gazi okulu binası. Çevreden toplanıp bir araya getirilen antik yontu ya da mimari parçalar orada sergilenmiş. Ön ayak olanlar da okulun öğretmenleri, duyarlı memurlar, işin farkında olan kamu çalışanları…

1

Konuyla ilgili ilk aradığımız, Denizli Müze Müdürü Hasan Hüseyin Baysal oldu. Denizli’de Atatürk Etnografya ve Hierapolis Arkeoloji müzesinden başka müze olmadığını belirten Baysal, 1930’lu yıllarda da müze olduğuna dair bilgi-belge olmadığını belirtti. Kendi çocukluğundan itibaren belleğini zorladığını ama Denizli’deki o dönemin yapılarından hiç birinin müze gibi bir işleve sahip olduğunu hatırlamadığını söyledi. “Olsa olsa antik kalıntıların bir araya getirildiği, okul binası olabilir. Orasının bir müze binası gibi Mareşal’e gezdirilmiş olması ihtimaldir” diyerek tahminde bulundu. Devamında Pamukkale Üniversitesi öğretim üyelerinden Doç.Dr. Ercan Haytoğlu’nun bir araştırma yaptığını, kendisiyle görüşürsek daha fazla bilgi edinebileceğimizi söyledi.

Müdür Baysal’a, elimizdeki fotoğrafı getireceğimizi ve birlikte değerlendirmek istediğimiz söyleyerek telefonu kapattık.

Buraya kadar olan biten biraz bizim merakımızı gidermeye dönük araştırma dürtüsünün ürünü. Ancak tartışmasız bir başka gerçek, Denizli Müzesi konusunda yeterli araştırma raporları ya da araştırma metinleri, akademik çalışmalar bulunmadığı olgusu. O nedenle Ercan Haytoğlu’nun yaptığı araştırmayı ve bu araştırmanın içeriğini merak ettim. Bende telefonu olmadığı için Üniversiteden ortak bir arkadaşımızı aradım. Hoca ile görüşüp bana gönderdiği “Ercan Hoca ile görüştüm, o tarihlerde müze yoktu diyor, o resmin büyük ihtimalle Pamukkale’deki buluntuların o tarihlerde Gazi mektebinde saklandığı yere ziyareti gösterdiğini düşünüyor. Bana müzecilik ile ilgili makalesini gönderecek, sana ulaştırırım” notunu iletti. Umarız Hoca’nın makalesi yakında ulaşır ve okuruz, ardından yüz yüze görüşür, çalışmasına dair bilgi alır, Denizli’nin son 60-70 yıllık tarihindeki müze serüveninin akademik bir bakış açısıyla izini süreriz.

***

KENT MÜZESİ GİRİŞİMCİLERİ DERNEĞİ

Müze dediğimiz zaman epey çorak bir kent kültürü çıkıyor karşımıza. Bu, Cumhuriyet dönemi boyunca kentin müzesizliğini tek başına açıklamıyor ama kültür yoksunluğunu yeterince açıklıyor. Dolayısıyla da kentli seçkinin, kentli burjuvanın, kentli entellektüelin ve farklı sektörlerden oluşan kentli iş dünyasının konuya neden önem vermediğine ilişkin kanaat oluşturmamıza olanak sağlıyor.

Ancak tüm bunları yazarken haksızlığa meydan vermeyelim.

Denizli Kent Müzesi Girişimcileri Derneği’ni kuran sözünü ettiğimiz “kentli…”lerin hiç olmazsa bir kuşağı, kent kimliği oluşumu sürecinde müze gibi kültür mirası mekanların önemini kavramış. O nedenle bir araya gelip adını “Kent Müzesi Girişimcileri Derneği” koydukları bir örgütlenmeye gitmişler.

Böyle bir derneğin varlığından ilk olarak 2005 yılında haberdar oldum. O dönem yayında olan Kent ve Sanat Dergisi’nin içinde derneğin adını taşıyan 4 sayfalık broşürleri ile kendilerini anlatıyorlardı.

Üzerinden 10 yıl geçti. Tam sözün yeri gelmişken onlara ve tanıtım broşürlerine yer vermek istiyorum. Çünkü muhtelif dernek üyesi yazarların zaman zaman yayınlanan makaleleri veya bizlerin köşe yazılarında değinmelerimiz dışında neredeyse adından bahseden yok.

2

Oysa çok önemsiyorum bu derneği. Kurucularının kimliğini gördüğünüzde sizde hak vereceksiniz. İçlerinde gazeteci, doktor, mühendis, mimar, avukat, fotoğrafçı gibi farklı meslek dallarından önemli isimler var. Kurucuları arasından, şu anda hayatta olmayanlar var.

Geçtiğimiz yıllarda, müze tartışmaları alevlenmeye yüz tutup, kabak EML taş binalarının başına patlamak üzereyken de devredeydiler. Ancak etkili olma yolları bizzat bürokrasi tarafından engellendi. Dönemin yöneticileri yanlış hatırlamıyorsam randevu vermekten imtina ettiler. Görüşme gereği duymadılar.

Peki ne vardı derneğin tanıtım broşüründe? Hedefleri neydi? Nasıl bir müze öngörüyorlardı? Neden başka bir müze değil de, Kent Müzesi hedefleniyordu? İşte bu soruların cevabı, aşağıda yer alan müze tanıtım broşüründe verilmekteydi.

“NİÇİN BİR KENT MÜZESİ

Her insanın bir adı ve soyadı vardır. Tanıştığımız insanların ilk olarak adını öğreniriz. İhtiyaç duyduğumuzda onlar hakkında daha çok bilgi toplarız.

Kimdir, ne iş yapar, mesleği nedir, nereden gelmiştir, kökeni nedir, niteliği nedir gibi sorulara yanıt arar, değerlendirme yaparız. Bir anlamda onun gerçek kimliğini ortaya çıkarmak için araştırma yaparız. Bu bilgilenme çabası, ilişkinin getirdiği zorunluluktan kaynaklandığı gibi, merak etme duygusundan da kaynaklanabilir. Kentler de, insanlar gibi bir isim taşıyor. Bir kentin adını duymak, ya da sokaklarında dolaşmak, onu tanımak için yeterli olmuyor. Çünkü insanlar gibi kentlerin de bir sosyal kimliği var, onlar da canlı birer organizma. Doğuyor, gelişiyor veya iyi beslenmediği için gelişemiyor. Bazen de, beklenmedik şekilde hızlı büyüyor hormonlu sebze meyveler gibi... Böyle olunca da içinde yaşayanlara sağlıksız ve kalitesiz (mutsuz) bir yaşam sunuyor.

İnsanlar bunları merak ediyor ve öğrenmek istiyor. Kentin tarihi, gelişim süreci içinde yaşananlar, gelenek-görenekler, toplumsal gelişmeye katkılar, üretim biçimi ve yaşam biçimi gibi bilgilere ulaşmak için geziler düzenleniyor. Bu bilgilere ayrıntısı ile ulaşmak için ciltlerle kitap okumak gerekir. Bu işin pek pratiği yok. O halde bir kente gelen yabancıya, ya da içinde yaşayan insanlara o kenti tanıtmanın en kısa yolu, o kentte bir "Kent Müzesi" oluşturmaktır.

Gelişmiş ülkelerin kentlerinde müzeler kurulmuş. Bununla yetinilmeyip, Bilim müzesi, Sanayi müzesi, Tarih müzesi gibi kollara da ayrılmış. Müzeler ayrıntı değil, özet bilgi veriyor. Belgelerle, eşyalarla, figürlerle geçmişteki yaşamı, mevcut ve gelecek nesillere aktarıyor.

Geç kalınmış bile olsa "Denizli Kent Müzesi" kurulmalıdır. Denizli'de yaşayan sorumlu yurttaş bilincine sahip insanlar müze kurma çalışmalarına destek olmalıdır.

Denizli'nin de bir geçmişi vardır. Bu geçmişimizi göz önüne çıkarmalı ve sergilemeliyiz.

Bu güne kadar korumaya yeterince özen göstermediğimiz değerlerimiz; Binalar,  eşyalar, belgeler, bilgiler, giysiler; kısaca etnografik değerlerimiz tümden yok olmadan koruma altına almalıyız. Müze veya müzeler kurmak için öncelikle fiziki bir mekan gerektiğini biliyoruz. Bu gerekliliği, ilin yöneticileri olan Valilik ve Belediye Başkanlığına ilettik. Müze yerinin temini konusunda her iki kurumunda çalışma programları içinde yer ayırdıklarına inanmak istiyoruz.

Derneğimizin, müze veya müzeler kurulması çalışması dışında, kentlilik bilincinin oluşturulması, yükseltilmesi, olgunlaştırılması ve yaygınlaştırılması için kent yaşamının tüm alanlarında çalışmalar yapmak gibi bir amacı da var. Önümüzdeki dönemde, bu amaç doğrultusunda etkinlikler düzenleyeceğiz.”

Denizli Kent Müzesi Girişimcileri Derneğinin broşür metni bu kadar öz ve kısa. Sanırım meramını en iyi biçimde anlatmış. Fazla söze gerek yok. Ben sadece o dönem dernek yöneticilerinin isim listesine yer verip geçeceğim: Yönetim Kurulu: Başkan Mehmet Acar, 2.Başkan Atilla Sezener, Sekreter Faruk Boyacı, Sayman Metin Saydal, Üye Coşkun Önen, Üye Süleyman Boz, Üye Erdem Ekici. Denetim Kurulu: D. Aslan Konyalıoğlu, Metin Vural, Cüneyt Zeytinci.

3

COŞKUN ÖNEN VE PAMUKKALE FOTOĞRAFLARI

Müzenin kurucuları arasında konumuz açısından özel bir öneme sahip olan ismi fark etmiş olmalısınız. Müze’den, turizmden ve Pamukkale’den bunca söz ederken onu anmamak olur mu?

Öyle isimler vardır: yeri gelir adıyla bazı mekanlar, bölgeler ya da yerleşimler adeta özdeşleşir. Hemen akla gelen ilk örneklerden biri Cevat Şakir Kabaağaçlı. Namı diğer Halikarnas Balıkçısı. İsyana teşvik suçuyla mahkum olup, 1930’lara doğru Bodrum’da kalebentliğe sürgün gittiğinde ne orada şimdiki Bodrum vardı, ne de Cevat Şakir’in hayalleri böyle bir Bodrum öngörüyordu. O sadece sürgün yıllarında kendine kucak açan, çağlar boyu tarihe ve insanlık kültürüne tanıklık etmiş görkemli eski bir kentin şimdiki kasaba haline sevgi duydu. Mahkumiyeti bitti, yeniden gelip oraya yerleşti. Orayı anlattı, insanlarını anlattı, balıkçılarını, sünger avcılarını anlattı. Yetmedi tarihini anlattı, yetmedi rehberlik yapıp tek tek gezdirdi, yetmedi, sayısız kitap yazıp hikayeleri, tarihleri ve belgeselleriyle Mavi Ege’nin masmavi köşelerini insanlığa duyurmak için önlerine düşüp bir de öyle anlattı. Ve gün geldi Bodrum, böyle Bodrum oldu.

4

Denizli Kent Müzesi Girişimcileri Derneği’nin kurucuları arasında yer alan Coşkun Önen adı, size biraz Halikarnas Balıkçısını anımsatmıyor mu?

Fiziki engelleri yıka yıka çektiği o güzelim Pamukkale fotoğraflarının yeri hala doldurulamadı. Ve hala Kültür Bakanlığı turizm tanıtımı amaçlı fuar, gezi, yayın ve program söz konusu olduğunda onun fotoğraflarındaki eşsiz Pamukkale görüntülerine ihtiyaç duyar. Evet Balıkçının entelektüel mantalitesinden farklı biriydi Coşkun Önen. Ne ki o da aynı aşkla, sevgiyle ve tutkuyla Pamukkale sevdası yaşadı. Bu sevdayı fotoğraflarına geçirdi ve dünyanın en ulaşılmaz köşelerine Hierapolis-Pamukkale adı onun görüntüleriyle servis edilip ilgiyi toplandı. Diyebilirim ki, o şenlikli Pamukkale’yi sadece Türkiye değil, dünya turizmine kazandıran başlı başına bir fenomendir Coşkun Önen. Ölümüne yakın günlerde açtığı bir fotoğraf sergisinde takılmıştım, “Coşkun abi şu fotoğrafları bir de İstanbul, İzmir ve Antalya’ya sırayla taşıyalım.” “Neden olmasın” demişti. “Ama ben bu yaşta uğraşamıyorum artık. Birileri yaparsa neden olmasın?” Ömrü vefa etmedi. Toprağı bol olsun.

Aylardır turizm adına çok insanla görüştüm. Görüşlerini aldım, bu sütunlarda yayınladım. Ama turizmin içinde olanlardan ne yazık ki hiç ama hiç kimse çıkıp Coşkun Önen’e rahmet dilemeyi akıl etmedi. Küçük bir teşekkür yeterdi halbuki. Bu gün Denizli Turizmi varsa, Pamukkale başlı başına bir destinasyon olarak sunuluyorsa, Onbini aşan yatak kapasitesiyle azımsanmayacak bir potansiyel taşıyorsa; bu biraz da Coşkun Önen’in engelli haliyle, o travertenlerde tüm engelleri aşarak, gece yarılarına, sabahın kör aydınlık anlarına kadar bekleyip fotoğraflaması sayesinde olmuştur.

Denizli’de faaliyet gösteren Turizmle ilgili Dernek yöneticileri için bu çağrım. Biraz vefa nelere kadirdir bir bilseniz! Onu anmak, adına plaket vermek, belki de aynı Pamukkale’yi ve turizmi fotoğraflayacak yeni kuşak insanlar için sergiler düzenlemek, onlara katkı sağlamak ve bu olan bitene her ne diyecekseniz, Coşkun Önen adını vermek! Fena mı olur?

Turizm demişken kent müzesi, kent müzesi demişken Coşkun Önen’i bırakıp geçmek olur mu?

 (*) Fevzi Çakmak’a ait fotoğraf kopyasını veren Muhammet Karaçay ve arşiv sahibi Dr.Metin Vural’a teşekkürler.

 

 

Bakır atölyesinden Türkiye devi doğdu

$
0
0

denizli-kahve-sohbetleri-engin-unal-huseyin-erikoglu-bakir-h

 

denizli-kahve-sohbetleri-engin-unal-huseyin-erikoglu-bakir-h

Kaleiçi’ndeki Bakırcılar Çarşısı’nda ilk işini 1937 yılında kuran Ahmet Nuri Erikoğlu; bakır tencere, kazan, tepsi, sini üretiminden kablo sektörüne geçip, Denizli’de Türkiye devi olan, ABD’nin uzay programından sorumlu kuruluşu NASA’ya (Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi) bakır tel satan bir şirketi yarattı. Ondan bayrağı devralan çocukları ve torunları, daha yükseğe dikmek için yeni projelerle yola devam ediyor.

Ahmet Nuri Erikoğlu… Denizli sanayisinin kilometre taşı şirketlerinden Er-Bakır’ın kurucusudur. Hani “sıfırdan zirveye” derler ya, Erikoğlu Ailesi’nin seyir defteri de öyle. Bu başarı öyküsünün sohbetini Er-Bakır gibi bir devin temellerini atan Ahmet Nuri Erikoğlu (4 Ocak 2010’da vefat etti)  ile yapmak mümkün olmadı. Ama yerini yavaş oğullarına bırakan ailenin ikinci kuşak temsilcisi, Denizli iş dünyasının duayeni Hüseyin Erikoğlu, bizi kırmadı ve “İş Dünyası ile Kahve Sobetleri”ne ailenin çekiçle bakır döverek başlayan yıllardan bugünlere gelişi anlattı.

 Günümüzde Ahmet Nuri Erikoğlu Holding, yoluna yeni yatırım ve projelerle devam ediyor. Grubun amiral gemisi Er-Bakır ile ABD’de bir üretim tesisi kuruldu. C.N. Wire Corporation, artık üretimde. Erikoğlu Emaye, Arenko, Özel Göz Akademi Hastanesi ve Erikoğlu Elektrik, diğer iştirakler.

 Ayrıca yenilenebilir enerjiye de yönelen Erikoğlu Ailesi, Sunsystem Sistem ile anahtar teslimi güneş enerjisi tesisleri kuruyor. İlk tesisler Acıpayam le Afyonkarahisar’ın Dinar ilçesinde kuruldu. Hedefte ise güneş enerjisi panelleri üretimi projesi var.

 Ailenin yatırımlar kadar değer verdiği bir alan daha var; o da eğitim. Önce Deliktaş Mahallesi’nde Ahmet Nuri Erikoğlu’nun ismini taşıyan bir okul yaptırdı aile. Bunu Kuşpınar Mahallesi’nde yaptırılan Saadet Erikoğlu İlkokulu takip etti. Hüseyin Erikoğlu da kendi adını verdiği bir anaokulu yaptırdı.

denizli-kahve-sohbetleri-engin-unal-huseyin-erikoglu-bakir-7

İŞ STAJINI BABASININ YANINDA YAPTI
Sohbetimize başlarken isterseniz bir biyografi yapalım. Hüseyin Erikoğlu kimdir?

1949 Denizli doğumluyum. İlkokulu Denizli’de okudum. Ortaokul 2. sınıftan sonra İzmir’e giderek, orta eğitimimi Ticaret Koleji’nde tamamladım. 1974-1975 döneminde Ege Üniversitesi İktisadi ve İdari İlimler Akademisi’ni bitirdim. Yaz aylarında Denizli’ye geliyordum. Boş durmak yok. Babamın yanında çalıştım.

Bir nevi stajı babanızın yanında yaptınız?

Evet, “stajımı babamın yanında yaptım” denilebilir.

Okul bitti, Denizli’ye döndünüz. İş hayatı hemen başladı mı?

İşe fiili olarak başladığım yıl 1976.

denizli-kahve-sohbetleri-engin-unal-huseyin-erikoglu-bakir-2

O zaman Ergür Kablo ile diyebiliriz…

Bu söylediğim üniversite sonrası. Ama öncesinde de boş durmadım. Bizim Bakırcılar Çarşısı’nda atölyemiz vardı. 1960’lı yıllarda babamın yanında oldum hep.

O atölyede neler üretiliyordu?

Dededen kalma bakırcıyız biz. Bakırdan çanak, tencere gibi kaplar yapılıyordu. Kazan yapıyorduk. Sıvama tezgahlarımız, silindirlerimiz, dökümhanemiz vardı.

Erikoğlu Ailesi’nin iş hayatına başladığı yer Bakırcılar Çarşısı mı?

Evet, Bakırcılar Çarşısı’nda sözünü ettiğim atölyede başladık. Orada ben ne yapıyordum? 11-12 yaşlarındaydım. Evimiz İstasyon Caddesi’ndeydi. Yakın olduğundan, gece oraya gider işçilere öyle bakardım ne yapıyorlar diye.

denizli-kahve-sohbetleri-engin-unal-huseyin-erikoglu-bakir-1

ATÖLYEDEN FABRİKAYA GEÇİŞ
O atölyenin büyüklüğü ne kadardı?

Ofisle birlikte toplasanız 150-160 metrekarelik bir alanı kaplıyordu atölye. Burada dökümden imalata kadar bir faaliyetimiz vardı. Biz dövmecilikten geldik bugünlere. Bakırı ham olarak alıp, eritiyor ve işledikten sonra mamul olarak hazırlıyorduk. Bunları da pazarcılar alıyordu.

Sonrası?

Kazancı yatırıma dönüştürmeyi düşünmeye başladı babam. Ne yapalım diye araştırıyoruz. Önce soğuk hava deposu düşünüldü, ancak sonra başlamadan vazgeçildi. “Bizim işimiz bakır. Öyleyse kablo imalatına geçelim” dedik.  İlk 1. Sanayi Sitesi’nde kurduk tesisimizi. 150 metrekareden başladık, 3 bin 200 metrekareye kadar büyüttük tesisi. İsmi de Ahmet Nuri Erikoğlu firmasıydı. Sonra Ergür Kablo oldu.

denizli-kahve-sohbetleri-engin-unal-huseyin-erikoglu-bakir-3

Ortaklarınız da vardı sanıyorum?

Mehmet Ergür ortağımızdı. Vefat ettikten sonra babam ile dayım Salih Ergür yola devam etti. O yıllarda kurumsallaşmak için adımlar da atıldı.

SANAYİ SİTESİ’NDEKİ TESİS DAR GELDİ
Daha sonra da İzmir yolunda daha geniş bir alana taşındınız.

Üretim arttıkça mevcut yer yetersiz kaldı. Biz de işletmeyi Bozburun’a tayışıp büyüttük. Yeni ihalelerin aşamasıydı o yıllar. O ihalelere girdik ve biz daha da büyüdük. 34,5 KW’lık kablolar üretmeye başladık. Ancak her şeyi o işletmenin içinde yapmamız mümkün değildi. Ne yaptık? Kabloları küçük makaralar halinde üretmek, fiş için kullanılan kabloları üretmek için yan şirketler gerekiyordu, onları kurduk. O dönemde yan şirketlerini artırdık.

İsimler değişik ama bir şirketler topluluğuydu değil mi?

Hepsi de Ergür Kablo’ya üretim yapan şirketlerdi.

Ama araya sıkıntılı bir süreç de girdi hatırladığım kadarıyla…

İhalelerin bazıları iptal olunca sıkıntılı anlar oldu.

denizli-kahve-sohbetleri-engin-unal-huseyin-erikoglu-bakir-15

ERGÜR KABLO’DAN ER-BAKIR’A DÖNÜŞÜM
O sürecin ardından isim değişti Er-Bakır olarak yola devam ettiniz değil mi?

İstanbul’da bizim fabrikamız vardı. Dedik ki bunu Denizli’ye taşıyalım. Denizli’ye taşınınca Er-Bakr doğmuş oldu. Yeni teknolojiyle yatırım yaptık. Biraz sıkıntıyla karşılaşınca Abalıoğlu Ailesi ortak olarak bize katıldı. Şu anda birlikte yola devam ediyoruz.

Er-Bakır sürekli gelişti, büyüdü ve bir Türkiye markası oldu…

Zaten bizim sektörde Türkiye’de iki firma var. Bunlar Er-Bakır ve Sarkusyan…

ABD’DE KURULAN TESİS ÜRETİME GEÇTİ
Er-Bakır’ın üretimleri öyle bir hale geldi ki yurt dışında da kabul gördü ve NASA’ya bakır tel verdiniz.

Ürünlerimiz kaliteli olduğundan müşteri sıkıntısı çekmedik. Alanımızda marka olduk, NASA bizden ürün aldı. Artık ABD’nin Teksas eyaletinde bir tesis kurduk. İsmi C.N. Wire. Bu tesis şu anda üretim yapıyor.

Orada kaç kişi istihdam ediliyor?

150 dolayında çalışanımız var. Denizli’den 6’şar aylık dönüşümler halinde işçilerimizi ABD’ye gönderiyoruz. İşler çok güzel gidiyor. Memnunuz…

Er-Bakır özel şirketler arasında ön sıralarda yer alıyor artık…

Şu anda 23. sıradayız galiba.

denizli-kahve-sohbetleri-engin-unal-huseyin-erikoglu-bakir-9

BAŞARININ TEMELİNDE YATAN SIR
Bu çok önemli bir başarı. Nasıl gerçekleşti?

İlk önce firma olarak mevcut kadromuzu güçlendirdik. Beraber çalıştığımız işçilerimiz “benim fabrikam” der Er-Bakır için. Biz onlara çok güvendik, karşılığını aldık. Bugünlere gelişin temelinde bu var. Her şeyi biz yaparız anlayışında olmadık işi sahipleri olarak. Profesyonel yönetimle çalışmayı yeğledik. Yalnız Er-Bakır’da değil, diğer şirketlerimizde de öyle…

HOLDİNGİN İŞTİRAKLERİ
Erikoğlu aynı zamanda bir holding. Holdingin bünyesinde hangi şirketler var?

Holding Erbakır’a ortağız. Diğer iştiraklerimiz Erikoğlu Emaye, ABD’deki C.N. Wire, eletrik üretiminde Arenko A.Ş. ve Özel Göz Akademi Hastanesi. Bir arada tekstil sektörüne girmiştik. Bize uygun değilmiş, kısa zamanda çıktık.

Erikoğlu Holding bünyesindeki şirketler ne kadar istihdam sağlıyor?

ABD’deki şirketi de katarsak 1.500’ye yakın kişiye iş imkanı sunuyoruz şirketlerimizde.

Şirketlerde üretim daha çok ihracata yönelik mi?

Er-Bakır’da yüzde 50 iç piyasa, yüzde 50 ihracat var şu anda.

 

denizli-kahve-sohbetleri-engin-unal-huseyin-erikoglu-bakir-12

ER-BAKIR’DAN SANAYİCİLER YETİŞTİ
Er-Bakır kendisi gelişir, büyürken Denizli’yi de “kablo üretim kenti” yaptı değil mi?

Biz kabloculuğu bıraktıktan sonra bizim işletmede görev alan eski ustalar tesis kurmaya başladı. Şu anda kablo sanayinde olanlar, babamın döneminde bizimle çalışanlar. Sanayiciler yetişmesine de öncülük etmiş olduk. Şu anda Denizli’de üretim yapan kablo şirketlerinin büyük ciroları var. İhracat yapıyorlar. Bu anlamda da Denizli’ye katkımız oldu.

BANKACILIK DENEYİMİ
Babanız finans sektörüne de girdi. Yıllar önce bir bankacılık Deneyiminiz oldu. Onu da anlatır mısınız?

İktisat Bankası ile ilgili bize geldiler “alır mısınız?” diye. Babamın arkadaşı vardı Fuat Dağdeviren, beraber yola çıktılar. “Sen ilgilenmesen bile ben yardımcı olurum” dedi. Çünkü kendisinin bankacılık tecrübesi ardı. Yüzde 50’sinden fazlası bize geçti. Bir süre sonra İstanbul’a taşıdık. İstanbul’a gidince iş zorlaştı. Bunun üzerine Erol Aksoy ile masaya oturuldu. İyi olacağımız düşünürken kavgayla ayrıldık. Doğruluk her zaman kazanan olur. Bu davada da öyle oldu, biz kazandık.

denizli-kahve-sohbetleri-engin-unal-huseyin-erikoglu-bakir-6

Ben gazeteci olarak o davaları takip ettim. Kendisini herhangi bir para koymadan bankaya ortak ettiğiniz konuşuldu…

Evet, öyle oldu. Onun o alanda bir tecrübesi vardı. Bir bankada genel müdürdü. Daha profesyonel götürür diye, hem ortak hem genel müdür olarak beraber olalım istedik. Ama bizim iyi niyetimiz aynı karşılığı bulmadı. Ama babamın da karşısında duramadı.

Buradaki davalara avukatlarını helikopterle taşıyordu. Hatta içlerinden Duygun Yarsuvat daha sonra Galatasaray’a başkan oldu.

Bizim iki avukatımız vardı. Onların birçok avukatı geliyordu. Ama istediklerini alamadan gittiler. Çünkü biz dolandırıcı değildik.

denizli-kahve-sohbetleri-engin-unal-huseyin-erikoglu-bakir-11

ÜÇÜNCÜ KUŞAK GÖREVDE
Siz ikinci kuşaksınız ve Erikoğlu Holding’de üçüncü nesil işbaşına geliyor artık değil mi?

Üç oğlum var, tahsillerini ABD’de yaptılar. Büyük oğlum Erman, ortanca oğlum Ahmet Nuri ve en küçük oğlum Onur. Özel Göz Akademi Hastanesi’ne Erman bakıyor. Ahmet Nuri, yenilenebilir enerji, yani güneş enerjisi üzerinde çalışıyor. Anahtar teslimi tesisler kurup müşteriye teslim ediyor. Onur da iş geliştirme üzerine çalışıyor.

ANAHTAR TESLİM GÜNEŞ ENERJİSİ SANTRALİ KURUYORLAR
Söz enerjiye gelmişken güneş enerjisi üzerine bir yatırım söz konusu mu?

Şöyle… Acıpayam’da laboratuvar gibi bir tesis kurduk. Müşterilerimiz orada bilgi sahibi oluyor. Daha sonra onlar adına lisanslı bölgelerde tesisler kuruyoruz. İzmir ve İstanbul’dan müşterilerimiz var.  Dinar’da İzmirli bir firmaya 2 megavatlık bir tesis yaptık. Bir İstanbul firmasına 2 megavatlık tesis yapıyoruz. Acıpayam tarafında 5 megavatlık var. Bir de hastanemizin 1 megavatlık yatırımını yaptık. Kamera sistemiyle kurduğumuz santrallerin takibini de yapıyoruz.

Evlatlarım Ahmet Nuri, Erman ve Onur, şu anda enerji ve sağlıkla ilgileniyor. Göz hastanesine 2 milyon 700 bin liralık bir yatırım yaptık. Bu nedir? Denizli’de olmayanı yapmak. Göz kataraktı ve gözlükten kurtulmak için uygulanan tıbbi müdahaleler bıçakla yapılıyordu. Bu makineyi aldık ve sözünü ettiğim operasyonlar lazerle yapılıyor artık.

denizli-kahve-sohbetleri-engin-unal-huseyin-erikoglu-bakir-10

YATIRIM ARAYIŞI
Yeni yatırım planlarınız var mı?

Aile olarak yeni yatırımlar arıyoruz. Enerjinin haricinde entegre neler yapabiliriz, bunu araştırıyoruz. Mesela güneş enerjisi paneli imalatı yapabilir miyiz? Düşünüyoruz ama pazar tam açılmadı. Türkiye’de daha bu işe çok yatırım yok. Ben Avrupa’dan ABD’de Las Vegas’a kadar gidip araştırma yaptım. Hem güneş enerjisi hem jeotermalle ilgili araştırma yaptım. HES ile ilgilenmiyoruz. Bir ara girdik ama hemen ayrıldık.

Çok uzun yıllardır Denizli sanayisinin içindesiniz. Başladığınız yıllarda Denizli neredeydi, şimdi nerede? Bu panoramayla sohbeti bitirelim isterseniz…

Denizli çok iyi yere geldi. Ama bir yerde ne görüyorsak, onu Denizli’ye kapıp getiriyoruz. Bakır, kablo yoktu, biz getirdik. Tekstili ise Bursa’dan taşıyıp havlu ve bornoz yapmaya başladık. Hala daha devam ediyoruz. Markalaşamadık… Bir de işi çocuklarımıza bırakmamız gerektiğini söylemeliyim. Ben bıraktım, artık iş evlatların. Ben danışman gibiyim. Soracakları bir şey yoksa çıkıp gidiyorum. 

İki ve üçüncü nesil artık yetki sahibi olmalı diyenlerdensiniz…

Evet, artık gençler işin başında olmalı, onlar karar verip yönetmeli.

GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ…

$
0
0

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-cengiz-akhisar-h

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-cengiz-akhisar-h

Bu hafta paylaşacağımız fotoğraf kareleri hiç şüphesiz birçok dostumuza “Vay be… Yıllar ne de çabuk geçmiş” dedirtecek. İşte Cengiz Akhisar’ın objektifinden o kareler…

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-cengiz-akhisar-1
BİR DÖNEM ÖRNEK GÖSTERİLİYORDU
Denizli Huzurevi, Çocuk Yuvası ve Yetiştirme Yurdu, Neşet Kazanoğlu’nun (soldaki grupta 4.) yönetiminde Türkiye’ye örnek gösteriliyordu. Bu kurumların birçok ihtiyacı da bir bölümü bu fotoğraf karesinde yer alan hayırseverlerin katkılarıyla sağlanıyordu. İşte o isimler İsmail Sever, Behçet Çomakoğlu, Mehmet Ünal, Neşet Kozanoğlu, Metin Saydal, Nuri Özdemir, Esat Sivri, Mesut Aygören, Kazım Manasır.

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-cengiz-akhisar-22

YEŞİLÇAM POZU
Canerler Giyim’in sahiplerinden Ayhan Caner’in gençlik yıllarından bir kare. Eşi Nergiz Hanım ile birlikte gördüğümüzde “bir dakika” dedik, baktı. O an deklanşöre dokunduk ve Yeşilçam’lık bu fotoğraf çıktı ortaya.

gecmis-zaman-olur-ki-yeni-haber-arasi

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-cengiz-akhisar-4

ÖZKARDEŞ-IŞIKLI DOSTLUĞU
Denizli’ye çok sayıda eğitim kurumu kazandıran merhum işadamı Raşit Özkardeş, dostlarıyla bir araya gelmekten, onlarla sohbet etmekten büyük keyif alırdı. Yine böyle anlardan birisi… Masadakiler (soldan sağa) Necati Işıklı, Raşit Özkardeş, Suzan Özkardeş, Metin Özkardeş, Şadiye Işıklı ve Pakize Işıklı.

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-cengiz-akhisar-7

GEZİ KEYFİ
Denizli iş dünyasının temsilcileri eşlerini de yanlarına almış seyahat ediyor. Gezi kafilesindekiler; Muammer Görümlü, Ümit Baklan, Hüseyin Erikoğlu, Turhan Ülkü, Metin Saydal, Halim Sivri ve eşleri.

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-cengiz-akhisar-66

BABA’YA DENİZLİ HOROZU
1990’lı yıllarda Türk siyasetinin unutulmaz isimlerinden Süleyman Demirel, çıktığı yurt gezilerinin birisinde Denizli’ye de geldi. Organize Sanayi Bölgesi’ni gezen Demirel, Abdülkadir Uslu’nun sahibi olduğu fabrikaya da uğradı. Uslu da, günün anısına Demirel’e Denizli horozu hediye etti.

Özel İdare İşhanı n’olacak?

$
0
0

denizli-ozel-idare-is-hani-seval-uysal-isin-asli-h

Denizli Büyükşehir Belediyesi Özel idare İşhanı’nda sözleşmesi sona eren kiracıların sözleşmelerini yenilemiyor, yeni işyeri açacak olanlara da ruhsat vermiyor. Vilayetin hemen karşısındaki 6 katlı binada 240 kiracı bulunuyor, aralarında Bilim, Sanayi ve Teknoloji İl Müdürlüğü, Tapu Müdürlüğü, Sosyal Yardımlaşma Vakfı ve Göç İdaresi gibi resmi kurumların yanı sıra çok sayıda işyeri var. Sözleşmesi bitenlere tanınan süre 31 Aralık! Sözleşmeleri devam eden kiracılardan bazıları da taşınma hazırlığı içine girdi bile. Mülkiyeti daha önce Özel İdare’ye ait olan depreme dayanıksız olduğu raporla belirlenen, satışa çıkarılan ancak alıcı bulamayan ve Özel İdare’nin kapatılmasıyla Büyükşehir Belediyesine devredilen İşhanı için tevatür çok! Bunlardan biri Denizli milletvekili Nihat Zeybekci’nin yıkılıp yeşil alan yapılacağına dair açıklaması. Hatırlarsanız, il Genel Meclisi’nin son oturumunda CHP’li meclis üyesi üye Bekir Çapar tarafından konu gündeme getirilmiş, bugün Pamukkale Belediye Başkanı olan, İl Genel Meclis Başkanı Hüseyin Gürlesin tarafından “Milletvekilinin kendi görüşüdür, herhangi bir görüşmemiz olmadı” sözleriyle yanıtlanmıştı. O görüşme yapıldı mı bilmiyoruz. Bildiğimiz bir şey 2009 yılında gündeme gelen Vilayet Meydanı Projesi’nde Özel idare İşhanı’nın yeri yoktu! Aslında bu iş hanının kent tarihinde hiç olmaması gerekiyordu. Çünkü onun bulunduğu yerde vali konağı vardı!

denizli-ozel-idare-is-hani-seval-uysal-isin-asli-ozel-idare-is-hanijpg

Biraz geri saralım ve anlatmaya başlayalım:
Bu kentin eskileri, özellikle de sanayiciler Vali Münir Raif Güney ismini hiç unutmazlar. Adı bugün bile dost sohbetlerinde geçer ve Denizli için yaptıkları övülerek anlatılır. Öyle ki; 1970-75 yılları arasında Denizli’de görev yaptığı süre içinde hangi taşı kaldırsanız altından o çıkar!

Selem-Reklam
Önce kimdir?
Münir Raif Güney 1928 Siirt doğumlu. İki üniversite bitirdi. Ankara Üniversitesi’nde Siyasal Bilgiler ve Hukuk okudu. Denizli’ye gelmeden önce İstanbul’da bucak müdürlükleri, Kocaeli’nde vali yardımcılığı Gümüşhane ve Kars’ta valilik yaptı. 1970 yılında Denizli’ye tayin oldu.
Geldiğinde manzara şuydu:
Şehir nüfusu 141 bine dayanmıştı.
Tek devlet yatırımı Sümerbank vardı.
İrili ufaklı sanayi tesisleri, kurulmuştu.
Yurtdışına en fazla işçi gönderen iller arasındaydı. Gurbetçi işçiler memlekete yatırım yapmak istiyordu.
Şehirde dokumacı mahalleleri oluşmuş, bazı semtlerde apartmanlaşma, bazı semtlerde gecekondulaşma başlamıştı. Vali Güney yatırım yapacaklara yol göstermek, sanayi teşvikleri hakkında bilgilendirmek, Ankara’daki işlerin takibini yapmak gibi işleri üstlendi. Azim Cıvata, Şişe Cam, Bir Emek Televizyon Fabrikası, GİPSAN o sıralarda kurulur.
Ancak bunlar Vali’yi kesmez!
Organize Sanayi Bölgesi’nin kuruluşu, fuar alanı için EGS Park’ın alınması, Sanayi Odası’nın kuruluşu ve Babadağlılar Çarşısı’nın temelleri de o zaman atılır.

denizli-ozel-idare-is-hani-seval-uysal-isin-asli-vali-munir-guney
Bütün bunlar olurken;
Apartmanlaşma furyası başlamış, bazı semtlerde 7-8 katlı binalar dikilir olmuştu. Eskilerin yıkılıp yerine yenileri yapılırken vali konağı olarak kullanılan, mübadele öncesinde Rum sanayici Kimon Pondozoplu’ya ait olan iki katlı ev de nasibini alır. Gerisini Vali Münir Güney anlatsın:
”Göreve geldiğimde Vali Konağı eski bir Rum evi, şimdiki Özel İdare İşhanı’n olduğu yer. Bahçesi falan 200 metrekare bir yer ve kamyon geçtiği zaman sallanıyor. Yerler muşamba onlar da yırtık, kalorifer dairesinden dumanlar çıkıyor. Yatak odaları üst katta bir yangın çıksa hiç birimiz kurtulamayız. Bayındırlık Müdürü Abidin Bey’e kontrol ettirmesini söyledim. Elektrik Mühendisi Osman Bey’i çağırdı. İnceledikten sonra “Efendim bu evde oturulmaz, kauçuk kabloları fareler yemiş, her an yangın çıkabilir” dedi. Özel idarenin boş lojmanı vardı oraya taşındık.”

denizli-ozel-idare-is-hani-seval-uysal-isin-asli-vali-konagi-

Sonrası malum; 1972 yılında Vali taşındıktan sonra konak yerle bir edildi. Yerine Özel idare İşhanı yapıldı. 6 katlı ve içinde 240 kiracıyı barındıran İşhanı’nın projesini Feridun Alpat çizdi, müteahhitliğini Hasan Gönüllü yaptı. Ziya Tıkıroğlu’nun yıllar sonra kaleme aldığı anılarında “zarif bir ahşap işçiliğinin en güzel örneklerini taşıyan, bahçe içine kurulmuş, demir kamelyalı villa ev” sözleriyle tarif ettiği konak meğer art nouveau ve art deco tarzında imiş! Prof. Dr. Necati İnceoğlu sayesinde yerle bir edip yerine Özel İdare İşhanı yapılan konağın 19. yüzyıl sonunda ortaya çıkan bu iki sanat akımından esinlenen nadide bir yapı olduğunu öğrenmiş olduk!
Vali Güney’i merak ettiniz değil mi?
Pondozoplu’nun konağı yıkıldıktan 3 yıl kadar lojmanda oturdu. İstiklal Caddesi üzerindeki tartışmalı arsaya vali konağını yaptırdı ama oturmak kısmet olmadı, 1975 yılında Eskişehir’e tayin oldu.

PAMUKKALE NASIL 35’LİK OLDU?

$
0
0

ic_kapak

ic_kapak

Pamukkale haberlerinden sıyrılıp biraz daha farklı bölümleri içeren turizm yazılarına yer verelim burada diyoruz ama ne mümkün?

Tam kendimizi hazırlıyoruz, beklenmedik bir Pamukkale hadisesi önümüzü kesiyor. Geçen haftalarda, şimdiki işletmecisi TÜRSAB’ın kongresi yapıldı. Ardından, aynı kurumun Denizli için hazırladığı 2013 tarihli Denizli kitabı elimize geçti, bunları konu edip yazmaya çalışırken bu kez TÜRSAB ve Kültür Bakanlığı Döner Sermaye Kuruluşu DÖSİM boş durmadı, tüm örenyeri girişlerine zam yaptı. Zamdan en çok etkilenen neresi oldu dersiniz? % 40 oranla Pamukkale. Önceden 25 TL olan giriş ücreti, bir anda 35 TL’ye yükseliverdi. Ocak 2016 itibariyle geçerli olacak.

Şu anda TÜRSAB’ın ülke genelinde fiilen işlettiği toplam 49 örenyeri var. Bunların 48’inde kanunsuz olarak işgalci konumunda bulunuyor. Neden? Daha önceleri defalarca verdiğimiz bilgiyi bir kez daha verelim: 2009 yılında Kültür Bakanlığı tarafından ihale ile TÜRSAB’a havale edilen 48 örenyerinin giriş çıkış ve ticari işletmesi 2015 yılında, Danıştay’ın hukuksuzluk görüşü üzerine, Ankara 3.İdare Mahkemesi kararıyla iptal edildi. Ancak Bakanlık, mahkeme kararını uygulamanın bir boşluk yaratacağını, bunun da kamu çıkarları açısından sakınca yaratacağı gerekçesiyle mahkeme kararına uymadı. Bunun yerine, TÜRSAB’a ihale de verilen süreyi kullandırmayı, 2016 yılı sonuna kadar ören yerlerinde kalmasını uygun buldu. Halen mahkeme kararı uygulanmış değil, uygulanacağı da yok gibi görünüyor.

Pamukkale bu karardan muaf. Çünkü Pamukkale ihale edildi mi bilmiyoruz ama 2013 yılı sonlarına doğru Denizli İl Özel İdaresi’nden alınıp TÜRSAB’a verildiği için mahkemeye taşınan ilk sözleşmenin dışında kalıyor.

Yani, bu gün 49 örenyeri işletmesini elinde tutan TÜRSAB, bunların 48 tanesini yasal olmayan biçimde işgal ediyorken, meşru olduğu tek yer Pamukkale görünüyor. Onca zammı uygun gördükleri Pamukkale üzerinde bu kadar rahat oynamalarının sebebi işte bu ‘meşruiyet.’ Bu konuyu o kadar çok yazdık ki, artık geçelim.

ÖRENYERİ ZAMLARI ‘GELİYORUM’ DEDİ

Geçen bahar aylarında yılını dolduran zamlar yenilenmedi. Sebebi Haziran genel seçimler olamaz mı? Kültür Bakanlığı bu konuda yaşanmakta olan siyasal sürecin etkilenmesini önlemek istemiş olmalıydı.

Oysa önceki zam 2014 yılı Nisan ayında yapılmıştı. Üzerinden bir buçuk yıl geçmiş olduğu halde zam konusunda bir gelişme olmamıştı. 2015 yılı zam için uygun olabilirdi. Ne ki konjonktürel olarak bir tür seçimler burcuna giren ülkede, o dönemin en kötü girişimi zam yapmak olurdu, buna izin verilmedi.

Sonra erken seçim kararı, 1 Kasım seçimleri, yeni Bakan ataması, TÜRSAB genel kurulu, genel kurul öncesi ortaya çıkan adaylar, başkan adaylarının vaatleri, bu vaatler içinde Pamukkale ve diğer örenyerleri işletmesini doğru bulmadığını beyan eden TÜRSAB başkan adayları. Bu gibi konularda en açık beyanatı, bizim röportaj yaptığımız başkan adaylarından Firuz Bağlıkaya vermiş, “Pamukkale’yi TÜRSAB’ın işletmesi yanlıştır” açıklaması Denizli Haber’de, “Denizli’de Turizm” sütunlarında uzun bir röportajın manşet başlığı olarak yayınlanmıştı.

Şimdi sular duruldu. Çıkabilecek çatlak sesler asgariye indi. “Pamukkale’yi TÜRSAB’ın işletmesi yanlıştır” diyen Bağlıkaya gibilerin bile konuya duyarsız kaldığını sandığım bir noktaya gelindi.

Hal böyleyken, iki yıldır yapılmayan, geçen bahar aylarında ertelendiğini varsaydığımız zam için şartlar olgunlaştı. Hazır yeni bakan işbaşı yapmış ama ihtimal, her şeye vakıf olamamış haldeyken zam listesi hazırlandı.

5

KONGRE DEMEK ZAM DEMEK

Başlangıçta kimseye duyurulmadı. Yeni yılda geçerli olacağı için duyurulmamasının gerekçesi hazırdı. Ama işin öteki yüzü öyle işlemedi. Bakmayın siz basına henüz 3-5 gün önce düştüğüne. Liste aslında neredeyse Aralık başında çıktı ve çıktığı sağır sultanın bile kulağına gitti. Neden Aralık başı? Çünkü TÜRSAB genel kurulu 6-7 Aralıkta yapıldı ve Başaran Ulusoy yeniden başkanlık koltuğuna oturur oturmaz ilk icraatı, Bakanlık koltuğuna yeni oturan Kültür Bakanı ile zam konusunu halletmek oldu.

İlk tepki de bundan yaklaşık 2 hafta önce Antalya Kent Konseyi tarafından gösterildi. Turizm Gazetesi’nin haberine göre 17 Aralık’ta bir araya gelen Konseyin turizm grubu başkanı Recep Yavuz yaptığı açıklamada, ören yerlerine yapılan aşırı zam ile ilgili bir yazı hazırlayarak başta Kültür ve Turizm Bakanlığı olmak üzere ilgili tüm yerlere göndereceklerini belirtti.

Aynı toplantıda TÜRSAB Antalya Bölgesel Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Egemen zammın DÖSİM tarafından yapıldığını söylerken, turizm grubu adına konuşanlar, zammın bizzat TÜRSAB’ın isteği üzerine yapıldığını ifade ettiler. İlginç ayrıntı şu: Bu toplantının yapıldığı tarihte söz konusu zam listesi hiçbir yerde yayınlanmadı. Ne DÖSİM, ne Kültür Bakanlığı ve ne de TÜRSAB’la ilgili herhangi bir internet sitesinde izi yoktu. Aksine DÖSİM’in yayınladığı liste Nisan 2014 tarihliydi ve zamları içermiyordu. Hala daha eski listenin DÖSİM sayfasından inmediğini belirtelim.

Basında yaygın şekilde yayınlanmasının ardından turizm ilgilisi kuruluş ve dernekler ilk tepkilerini basın açıklamaları veya beyanlarıyla ortaya koydular.

TÜROFED: İÇ TURİZM İÇİN CAYDIRICI

Turizmin ulusal düzeydeki güçlü kuruluşlarından TÜROFED (Turistik Otelciler, İşletmeciler, Yatırımcılar Federasyonu) Başkanı Osman Ayık, yapılan zamların iç turları caydırıcı bir etkiye sahip olduğunu belirtti. www.turofed.org.tr sitesinde yayınlanan haberde, örenyeri zammının tarafların görüşü alınmadan yapıldığına dikkat çeken Ayık, “Kültür ve Turizm Bakanlığı Döner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürlüğü tarafından duyurulan ve 4 Ocak 2016 tarihinden itibaren geçerli olacak zamlı giriş fiyatları caydırıcı bir etkiye sahip. Bu zamlar özellikle müze ve ören yerlerine yakın olan turizmcilerimizi zora sokacaktır. Zam kararı tarafların görüşü alınarak yapılmalıydı” dedi… Başkan Ayık, “2016 yılı da soru işaretleri ile dolu. 2016 yılı için iç pazar büyük önem taşıyor. Bu nedenle iç turizmde caydırıcı bir etkiye sahip olan müze ve ören yerleri girişlerine yapılan zamlar tekrar değerlendirilmeli” açıklamasını yaptı.
 Bu açıklamalar basının zam konusunda yaptığı haberlerle eş zamanlı oldu. Önce ulusal basın, sonra yerel basın konuyu kendi ilgi alanı çerçevesinde haberleştirdi. Sonrasında ulusal-yerel turizm dernek ve örgütleri arka arkaya açıklamalar yaparak zamlardan duydukları endişeyi kamuoyu ile paylaştılar.

DENTUROD: HALK PAMUKALE’DEN DAHA DA UZAKLAŞACAK

Yerel basına ilk düşen açıklama, TÜROFED üyesi olan Denizli Turistik Otelciler ve İşletmeciler Derneği(DENTUROD) başkanı Gazi Murat Şen’den geldi. Çeşitli basın organlarında yayınlanan ve “bu zamları anlamak mümkün değil” diye başlayan açıklamasında Şen, “Gittikçe kan kaybeden müze ve ören yerlerine ziyaretler daha da azalacaktır. Turizmciler olarak, yapılan zammı anlamakta zorlanıyoruz. Denizli halkı, Pamukkale örenyerine giriş fiyatı olan 25 TL’yi bile çok görürken, şimdi 35 TL oldu. Denizli halkı Pamukkale’den daha da uzaklaşacak. Seyahat acentalarının paket turları fiyatları da artacak, tur satışlarını olumsuz etkileyecek. Sektörümüzün desteğe ihtiyaç duyduğu bir dönemde yapılan bu zamlar geri alınmalıdır" diyerek zamlara tepki gösterdi.

PAMUKKALE TURIZM DERNEĞI:

ZAM DEĞİL İNDİRİM YAPILMALI

Ardından gelen açıklama Pamukkale Turizmciler Derneği Başkanı Oysal Aslan imzası taşıyordu. Aslan gönderdiği yazılı açıklamada, “Konjektürel sebeplerden dolayı yara alan Turizm, bölgemizdeki otel ve diğer turizm işletmeleri fiyatlarında düşüş yapmasına rağmen T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı (DÖSİMM) Döner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürlüğü Pamukkale Hierapolis Ören yeri giriş fiyatlarını %40 artırarak 25 TL’den  35 TL’ye artırmış olup uygulamanın 01.04.2016 tarihinde geçerli olacağını açıklamıştır. Bu artışın Pamukkale’ye gelecek ziyaretçi sayısında ciddi oranda düşüşe sebep olacağı kanaatindeyiz… Bölgemizdeki turizm işletmeleri, bölgemize turist gelişini arttırmak için birçok fuarlara giderken, özellikle Ekonomi Bakanlığı teşvikler verirken, ne tezattır ki Kültür ve Turizm Bakanlığımız ören yeri giriş fiyatlarını neye göre artış yapmasına bir anlam verilememiştir.”

Pamukkale Turizm Derneği yaptığı basın açıklamasında zamlara itiraz ederken indirim istiyor ve bunu hayli ilginç bir örneğe başvurarak yapıyor. “Bakanlığımız sayfasında da görüldüğü üzere, DÖSİM örneğin “Mevlana Müzesini” ücretsiz yapabildiğine göre, Pamukkale Hierapolis ören yeri giriş fiyatlarında indirim yapabilir inancındayız.”

ZAMMA NEDEN İTİRAZ ETMELİYİZ?

Pamukkale zammına itiraz etmenin, bir yurttaş olarak hak gaspına kaşı çıkmaktan öte bir anlamı yok. Doğal olarak demokratik bir zemini var.

Bunun yanı sıra ülkenin ve yaşadığımız kentin doğal güzelliğinden yararlanmak, tarihi ve kültürel zenginliğini paylaşmak ve yaşamak doğal bir hukuki hak.

Hangi yasa, tüzük, ya da benzer yaptırım belgesine dayanırsa dayansın, anayasanın eşitlik ilkesine uygun olmadığı sürece itiraz etmek saklı bir insani haktır.

Kaldı ki, çokça yazıp çizdik, Pamukkale’deki TÜRSAB hukuku çiğnemekte ve yasal olmayan biçimde, önce Danıştay, sonra Ankara 3.İdare Mahkemesi kararına aykırı olarak işgalci konumunda bulunmaktadır. Bu nedenle hak arama meselesi sadece idari, sosyal ya da doğal hukuk normlarından farklı olarak, bizzat TC. yasalarına ve mahkeme kararlarına hukuken fazlasıyla uygundur.

4

Denizli İl Özel İdaresi işletmesi olan Pamukkale’nin, büyükşehir yasası ile Denizli Büyükşehir Belediyesi işletmesine dönüşmesi gerekiyordu. Ama oldu-bittiye getirilip TÜRSAB’a bir gece yarısı kentin mülki amiri ve birkaç kifayetsiz yöneticisi eliyle bırakılıverdi. Denizli Halkının gelir hanesine yazılacak Pamukkale işletme geliri, bir anda özel şirket rantına dönüşüverdi.

Kent belleğinden söz etmiyorum bile. Ya da yarım asır öncesinde başlayıp bu güne taşınan Denizli insanının kentlilik kültüründeki Pamukkale örenyerinin rolünden hiç dem vurmuyorum.

İşte bunlardan dolayı yapılan zamma itiraz etmeliyiz, ettiğimiz itirazın arkasını kovalamalıyız. Çünkü haklıyız. Hem doğal hukuk, hem yazılı hukuk bizi bu kentin sahibi, Pamukkale’nin sorumlusu,  geçmişin mirasçısı yapıyor.

Bakmayın siz “gidin müzekart alın o zaman” türünden mesnetsiz atanlara. Onlar da belli ki müzekart’tan çıkarı olanların ya sözcüsü, ya da taraftarı.

Sorun müzekart sorunu falan değil zaten. Sorun bir hakkın savunulması sorunu. Zorla dayatılan şeylere karşı, halk olarak irademizin birtakım kuruluşların keyfiyetine feda edilmesine karşı çıkma sorunu. Beraberinde yanlışlığı mahkemelerce saptanıp karara bağlanmış bir uygulamaya karşı çıkma ve hukukun uygulanmasını isteme sorunu!

TÜRSAB’IN “DENİZLİ” KİTABI

Geçelim elimizdeki TÜRSAB’ın “Denizli” başlıklı kitabına. 

Kitabı ilkin aynı kuruluşun internet sayfasında gördüm. 17 sayfalık bir bölümü pdf formatında yayınlanmıştı. Hatta yanılıp sadece bu kadar mı acaba diye epey araştırdım, ancak sonuç alamadım. Sonunda Denizli Belediyesi Kültür, Turizm ve Tanıtım Dairesi Başkanı Hüdaverdi Otaklı ile bir sergide karşılaştığımızda sözünü ettim. Bana temin edebileceğini söyledi.

Bir-iki hafta sonra başka bir sergide karşılaştığımızda, “sergiden sonra dairede kitabı verebilirim” dedi. Sevindim.

Otaklı’dan ‘iade etmek üzere’ aldığım kitabın deyim uygun düşerse ‘fena olmadığını’ söyleyebilirim.

Söyleyecek çok söz yok. Eksiği var mı var. Yanlış bilgi var mı var, ancak bu kadarı her çalışmanın taşıyabileceği eksiklik ve yanlışlıktan daha fazla değil. Örneğin antik kentleri sayar ve anlatırken Colossae neden es geçilmiş anlamadım. Oysa şimdiki kifayetsiz haliyle bile uzak doğudan gelip ayin yapan turist gruplarına bizzat ben şahit olmuştum “Tarihin Peşinde” belgesel çalışması döneminde.

Benim kitaba ilişkin sorunum içerikten önce, neden böyle bir kitabın gündeme geldiği ile ilgili.

Söylediğimizi açıklığa kavuşturmak için biraz belleğimizi zorlayalım ve birkaç yıl öncesine gidip basında yer alan haberleri takip edelim. Bazı haberleri buraya taşıyalım ve haberlerin anlamı ve satır aralarını okumaya çalışalım.

1

 ‘TÜRSAB'TAN ÖNCE VE TÜRSAB'TAN SONRA’

2012 yılının en sıcak günlerindeyiz. Temmuz’un tam ortası. Sıcak mı sıcak.

TÜRSAB Başkanı Başaran Ulusoy Denizli Valisi Abdülkadir Demir’in daveti üzerine Denizli’ye geliyor. Ulusoy-Demir yakınlığı bir rivayet, önceki görev yaptığı il olan Erzincan’a uzanıyor. Aralarında sıcak bir dostluk var.

O gelişte Ulusoy iki gün Denizli’de kalıyor. Vali Demir önüne düşüp Tripolis, Laodikeia, Hierapolis ve Buldan’a götürüyor, gezdiriyor. Gazetelerde yer alan haberlere göre Vali bu geziler boyunca yapılan toplantı ve basına yaptığı açıklamalarda, TÜRSAB ve başkanını adeta yere göğe sığdıramıyor. O açıklamaların birinde Vali Demir, “Ben biliyorum ki TÜRSAB bizi yalnız bırakmadı” diye başlayan konuşmasını,  “Denizli 19 antik kent ve 800 civarında kültür tabiat varlığıyla çok zenginliklere sahip bir kent. Bu zenginliklerden hangisine gitsem TÜRSAB'ın bir katkısı var. Görülüyor ki TÜRSAB'ın bu anlamda ülkenin değerlerine verdiği katkıyı herkes biliyor. Bu anlamda bu birlikteliği pekiştirerek Denizli'de daha ileriye götürecek çalışmalar yapacağız” diyerek sürdürüyor. İlk işareti de “birlikte, daha ileri gidecek çalışmalar” ifadesiyle vermiş oluyor. Konuştukça coşuyor, coştukça, üstüne koyuyor, “TÜRSAB'ın her gittiği yerde adeta ‘TÜRSAB'tan önce ve TÜRSAB'tan sonra’ kavramının oluştuğunu belirtiyor. Durmuyor, “TÜRSAB burada, bu gelişler bizim için çok önemli. TÜRSAB turizmin en son noktasında var. Anadolu'nun her köşesinde TÜRSAB var" diye tamamlıyor.

2

Bunları duyan TÜRSAB Başkanı Ulusoy, Hierapolis’in devri konusunda yıllardır direnen kent bürokratları ve seçilmişlerini ilk kez zayıf noktasından yakaladığını düşünmüş olmalı. Öyle ya, Hangi Vali gelse o güne kadar, merkeze çekilmeyi göze alarak Pamukkale gelirlerinin ilde kalması konusunda elinden geleni yapmıştı. Kimisi yaşamını yitirmiş, kimisi emekli olmuş, kimisi de merkeze çekilmiş ama hiç birisinin üzerinden Pamukkale gölgesi eksik olmamıştı. Merkezi bürokrasiye direnişlerinin cezasını mezarda bile çekmekteydiler.

Belki de ilk kez bir Vali çıkıp kentin öz gelirini altın tepsi içinde TÜRSAB’a sunacak bir olgunluk gösteriyordu. Işık görünmüştü.

2 ARABA + 400 BİN LİRA

Çok geçmedi, Işığın peşine düşen TÜRSAB Başkanı Başaran Ulusoy, Ağustos ortalarında iki-üç araç alıp Tripolis ve Laodikeia kazı başkalıklarına hediye etti. TÜRSAB, daha önce de (2009 veya 2010 olabilir) Laodikeia’ya 70 tonluk bir vinç hediye etmiş, ama akabinde yaptığı ören yeri işletme girişimlerinden müspet sonuç alamamıştı.

3

Bu kez kesenin ağzı yeniden açıldı ve araçlar Ağustos 2012’nin ortalarına doğru Laodikeia’dan Celal Şimşek Hoca’ya, Tripolis’ten ise Bahadır Duman Hoca’ya zimmetlenerek teslim edildi.

Ardından Denizli kitabı sözü verdi Başaran Ulusoy. Denizli’yi tarihi kültürel ve turistik boyutuyla öne çıkaran bir prestij kitap hazırlayacaklar ve TÜRSAB Kültür yayınlarından 11.Kitap olarak yayınlayacaklardı. Bu sözü de o ilk gelişinde vermişti. Yani 2012 temmuzunda, yani Pamukkale işletme ‘ihalesini’ almadan 1.5 yıl kadar önce. Merdiven basamakları yavaşça örülüyordu.

Velhasıl gidişattan her iki tarafta memnundu, aceleye gerek yoktu. Zaten birkaç yıl önce para getiren tüm ören yerleri, buna siz kaymaklı örenyeri deyin, Bakanlık’tan ihaleyle alınmıştı. Gerçi söz konusu ihale ile ilgili aleyhlerinde dava açılmıştı ama olsun, arkalarında koskoca Bakanlık vardı, bakardı bir çaresine.

Bu arada Kültür Bakanı değişmiş, Ertuğrul Günay’ın yerine Ömer Çelik gelmişti. Yeni Bakanın ilk işi Günay döneminde yapılan uygulamalarla ilgili soruşturmalar açmak olmuştu. Turizm ruhsatları bu soruşturmaların başında geliyordu. Ama nedense hakkında 2009 yılındaki ihaleden usulsüzlük davası açılmış olan TÜRSAB bu soruşturmalardan uzak tutuldu.

2013 yılı Kasım ayının son haftalarında bir anda Pamukkale’nin devri patladı. O güne kadar işletme hakkının Denizli yönetimi uhdesinde kalması konusunda samimiyetinden kuşku duyulmayan Zeybekci’nin de bir etkisi olmamıştı.  Ve bağıra bağıra Pamukkale örenyeri işletmesi hakkı, bir gecede uçup gitti. Hem de Büyükşehir Yasasındaki açık maddeye rağmen, hem de İl Özel İdaresi ve Bakanlık arasındaki açık sözleşmeye rağmen, hem de ağır top milletvekillerine rağmen!

Velhasıl, bir kitap, iki araba ve epey eskide kalmış hediye vinç karşılığında Türkiye’nin en çok gelir getiren birkaç örenyerinden biri olan Pamukkale böylece ‘bağışlanmış’ oldu.

 

 

Viewing all 548 articles
Browse latest View live