Quantcast
Channel: Özgün – denizlihaber.com
Viewing all 548 articles
Browse latest View live

DENİZLİ’NİN DESAV’LA İMTİHANI

$
0
0

denizli-desav-denizli-nin-desavla-imtihani-seval-uysal-h

Bilmem farkında mısınız? 

Denizli Sanat Vakfı’nın (DESAV) uzun bir süredir hiç sesi soluğu çıkmıyor. 2014 yılının Mayıs’ında işbaşı yapan Prof. Dr. Önder Göçgün’ün başkanlığını yaptığı yeni yönetim önce yılbaşı konserini iptal etti. Sonra Şubat’ta yapılması planlanan genç yıldızlar konserini sessiz sedasız geri çekti. 8 Mart’ta yapılması düşünülen kadınlar konserinin ise hiç esamesi okunmuyor. Söylenenlere göre DESAV genel kurula hazırlanıyormuş, yönetim de devretmek için gün sayıyormuş!

Peki neden?

İşin aslı bu yazının içinde!

Denizli Sanat Vakfı (DESAV) 1994’te Denizli Vakfı (DEVA) adıyla kuruldu. Amaç, sanayicilerin Ankara’daki lobi faaliyetlerini yapmak, siyasete yakın durmaktı. DEVA için Ankara’da bir ofis tutuldu, siyasi ve bürokrasi tecrübesi nedeniyle eski ANAP Milletvekili İsmail Şengün vakfın başına getirildi. Ankara’ya mesafeli sanayicinin işlerini bir kişinin yapması mümkün değildi elbet. Taşıma suyuyla değirmen dönmeyince vakfın çalışmaları aksadı. Birkaç yıl sonra da gönüllü olmayınca vakfın kapıları kapandı, ofis açılmaz oldu. Ta ki Vali Yusuf Ziya Göksu el atıncaya kadar. Vakıf, kente yeni yeni canlanan kültürel ve sosyal ortama bir şemsiye oldu. Vali müziği, eğlenmeyi, gezmeyi severdi. Keza eşi Meral Hanım’da öyle, işadamlarıyla sıkı diyaloglar kuran, evlerine misafir olan Göksu kentteki kültürel etkinliklerin eksikliğini eleştirir, konserler, tiyatrolar olsun isterdi.

Günlerden bir gün akıllara DEVA geldi, boş duracağına faaliyete geçirilebilirdi. Önce adı değiştirildi. Denizli Kültür ve Sanat Vakfı adıyla 2000 yılından itibaren faaliyete başladı. Vali Göksu himayelerinde vakfın yönetim kurulu belirlenmiş, uzun bir listeden oluşan isimler de DESAV’a destek vermişti. Vakfın başına eski belediye Başkanı Ziya Tıkıroğlu getirilmişti. Vakıf konser ve tiyatrolar getiriyor, ünlü ses sanatçılarıyla oyuncuları Denizli’de ağırlıyordu. Yeni yapılan EGS Park Kültür Merkezi’de bu etkinliklere ev sahipliği yapıyordu.

denizli-desav-ziya-goksu

TAŞIMA SUYLA DEĞİRMEN DÖNMEDİ
Görünüşe göre her şey iyi gidiyordu. Ama işler sanıldığı gibi kolay yürümedi. Sanatçıları getirmekten çok, onları izleyecek seyirci de bulmak dertti. 800-900 kişilik salonu doldurmak adeta imkansızdı. Biletler satılmayınca sanatçıların paraları çıkmıyordu. İşin içinde Vali olmasa iş adamlarının umurunda olmayacaktı ama Vali telefon açınca akan sular duruyordu. Tıkıroğlu’da elde bilet koçanlarıyla fabrikaları dolaşıp bilet satıyordu. Patronlar gönüllerinden ne koparsa 50-100 “işçilerine” konser bileti alıyordu. Vali Göksu’nun tayini çıktıktan sonra DESAV “zoraki müşterileri”ni kaybetti. Ama yılmadı. Tıkıroğlu ve bir avuç gönüllü ekip uzun yıllar kişisel çabalarıyla etkinlikleri götürmeyi sürdürdü. Ne yaptılarsa Organize Sanayi Bölgesi’ndeki iş adamlarından gönüllü “müşteri” kazamadı. Bunun içindir ki, Denizli’nin kültür etkinlikleri vilayetin vesayetinden bir türlü çıkamadı. Göksu’dan sonra gelen valiler vakıftan desteklerini esirgemese de, DESAV’ı öncelikli mesele yapmadı, taşıma suyuyla değirmen de bir türlü dönmedi.

denizli-desav-ziya-tikiroglu
DESAV-PAÜ-ŞEHİR ÜÇGENİ KURULDU!
Ta ki, PAÜ-DESAV işbirliği başlayana kadar. 2007 yılında Pamukkale Üniversitesi DESAV’a kurumsal destek vermeye başladı. Öyle ki 2007-2011 arası DESAV için altın yıllar oldu. O 4 yıl içinde PAÜ’nün kurumsal desteği, Doç. Dr. Fatih Yayla’nın profesyonel organizasyonu , Ziya Tıkıroğlu’nun istek, azim ve çabalarıyla kültür ve sanat alanında Şehir-PAÜ-DESAV üçgeni kuruldu. Profesyonelleşme ve kurumsallaşma adına adımlar atılmaya başladı. Şehir dışında olduğu için o güne kadar ulaşım problemi yaşanan EGS Kültür ve kongre merkezi yerine, Kınıklı kampusundaki her türlü teknik donanımın bulunduğu 800 kişilik PAÜ Kongre Merkezi sanatseverlere kapılarını açtı. Vakfın etkinlik programları bir yıl öncesinden belirleniyor, organizasyonlar Doç. Dr. Yayla ve 6 kişilik ekibi tarafından yapılıyor, uluslar arası etkinlere imza atılıyor, kente en iyiler geliyordu. Örneğin; Yasmin Levy,Anjelika Akbar, İdil Biret, Carmen balesi, Arif Sağ, Medjazz, Borusan Kuartet, Cihat Aşkın, Erkan Oğur, Serkan Çağrı, TSK Armoni Mızıkası gibi isimler yapılan seçimlerdeki incelik ve çeşitlilik açısından önemliydi. Her kesimden insanı memnun edecek bir yelpazesi vardı. DESAV DESAV olalı böyle şey görmemişti. İşadamları da bilet almanın ötesinde sponsorluk desteği vermeye başlamıştı.

denizli-desav-pau-kongre

VALİ ARKA PLANDA KALMAKTAN RAHATSIZ OLDU
O güne kadar vilayetin vesayetinde yürüyen işler, yön değiştirmiş DESAV bir kimlik kazanmaya başlamıştı. Su yüzüne çıkan ilk gerginlik uluslar arası bir organizasyon olan Medjazz Festivali’nin hemen ardından yaşandı. Basında DESAV ve PAÜ hakkında çıkan övgü dolu yazılar dönemin Valisi Yavuz Erkmen’i rahatsız etti. DESAV yöneticilerini ve yazıyı kaleme alan gazeteciyi arayarak bu konudaki rahatsızlığını dile getirdi, hatta daha da ileriye giderek sitem bile etti.

Selem-Reklam

Bir yıl sonra ise Denizli Belediyesi DESAV’ın çalışma ofisi olarak kullandığı İbrahim Çallı evindeki iki odanın boşaltmasını istendi. Ziya Tıkıroğlu bunu belediye başkanının kişisel bir hesabı olarak gördü ve “vakfa zarar veririm” gerekçesiyle istifasını verdi. Olay basına yansıdı. Tıkıroğlu’nun ardından DESAV yönetimi de görevi bıraktı. DESAV’ın başına zoraki olarak ikinci başkan Müjdat Keçeci getirildi, bu arada PAÜ’de rektörlük seçimleri yapıldı, Hüseyin Bağcı rektör seçildi. Bağcı DESAV’la aynı organik ilişkiyi sürdürmedi aradaki bağ da kopmuş oldu.

denizli-desav-yavuz-erkmen-medjazzturkiye

DESAV’IN BAŞINA GELEN PİŞMİŞ TAVUĞUN BAŞINA GELMEDİ
Keçeci, Ziya Tıkıroğlu ile birlikte istifa eden DESAV’ın yönetimini Sanayi Odası, Ticaret Odası, Ticaret Borsası ve Esnaf Odalarından oluşturdu. İkinci başkanlığa Nihat Kömürcüoğlu seçildi. Devlet Tiyatrosu’nun Denizli’de sahne açması yeni yönetimi rahatlattı, işler güçler derken vakıf unutuldu, etkinlikler askıya alındı. DESAV kan kaybetmeye başladı.

2014 yılında genel kurul yapıldı, yönetim değişti.

Bu müfettişlerin “çalıştırmıyorsunuz, bari kapatın” dediği vakıf için bu taze kan anlamına geliyordu. Bu DESAV için ikinci fırsattı. 5 Mayıs’ta yapılan genel kurulda başkanlığa Prof. Dr. Önder Göçgün seçildi. Prof. Dr. Efe Akbulut, Müjdat Keçeci, Dr. Selin Milli, Dr. Çağatay Şişman, Çağrı Öncel, Kamil Konyalı’da yönetime girdi. PAÜ’nün can suyu verdiği Vakıf’ta çok genç ve dinamik bir kadro iş başına gelmişti. Arayı açmadılar. İlk yönetim kurulu toplantısı 11 Mayıs’ta yapıldı. O toplantıda alınan ilk etkinlik kararı Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nı Denizli’ye getirmek oldu. Temaslar kuruldu tarih belirlendi ama Vali şehit cenazeleri gerekçesiyle konserin iptal edilmesini istedi.
Sonra bir toplantı daha yaptı yönetim kurulu. İleri bir tarih için jazz ustası Önder Focan’dan randevu aldılar, parasal meselesi DSO AB bürosu halletti. Konser bir AB projesine dönüştü. Focan ve orkestrası geldiğinde PAÜ Kongre ve Kültür Merkezi’nde yer yerinden oynadı! “Devamı gelecek” dediler ama olmadı. Ne Ocak ayı yeni yıl konseri, ne Şubat’taki genç yıldızlar konseri ne de sonrasında planlanan 8 Mart kadınlar konseri olmadı, olmayacak! Çünkü vakıfta kriz çıktı.

Şimdi bir genel kurul yapılması ve yeni yönetimin seçilmesi gerekiyor.

Anlaşılan şu ki; DESAV’ın başına gelen pişmiş tavuğun başına gelmemiştir!

denizli-desav-yonetim


GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ…

$
0
0

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-17-02-2016-h

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-17-02-2016-h

Dostların bir araya geldiği, anıların tazelendiği sohbet ortamlarından ve arşivin en diplerine sıkışmış fotoğraflardan bir geçmiş zaman yapıyoruz bu hafta sizlerle…

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-17-02-2016-4

DOSTLARIN BULUŞMASI
Fotoğraf karesindekiler avukat ve yazar Atilla Sezener, Dr. Metin Vural, gazeteci Eren Güneş ve Makine Mühendisi Şeref Hazer, zaman zaman bir araya gelip sohbet eder, anılarını tazeler. Biz de dostları bu buluşmaların birisinde görünce deklanşöre basıp, arşivimize koymuştuk. Şimdi hem dostlarımızı anıyor, hem bu güzel dostluk karesini sizlerle paylaşıyoruz.

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-17-02-2016-159
YEŞİLÇAM JÖNLERİ GİBİ
İşadamı Mustafa Baysal’ın gençlik yıllarından bir fotoğraf. Hani “Yeşilçam jönleri gibi” dersek abartı sayılmaz. Bir davette eşi Ayşe Hanım ile dans ederken objektifimize gülümseyen Mustafa Bey’e soruyoruz: Bu pozu anımsadınız mı?

gecmis-zaman-olur-ki-yeni-haber-arasi

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-17-02-2016-182
KEYİFLİ BİR AKŞAMDAN
İşadamı İsmail Basmacı ve eşi Nuray Hanım, işadamı Süleyman Öztürk ve eşi Şenay Hanım, Ali İhsan Aşık ve eşi Harika Hanım bir araya gelmiş, güzel bir akşamın keyfini yaşıyorlar.

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-17-02-2016-215
KAYINBİRADERLER VE ENİŞTE
Sizleri epey eskilere götüreceğiz bu fotoğraf karesiyle. Kimler mi var? (soldağ sağa) Metin Dartar, enişteleri Ali Abalıoğlu, Turgay Dartar, Mehmet Dartar ve eşleri bir araya gelmiş özlem gideriyorlar.

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-17-02-2016-171
KİM BU MİNİK?
Tüm sevimlliğiyle objektifimize gülerek bakan minik kız kim? Arkadaşları hafızalarını biraz zorladıklarında mutlaka anımsayacaktır. Ama o yılları bilmeyen dostları için tahminde bulunmak hayli zor. Neyse sizleri daha fazla yormadan söyleyelim… Benay-İsmet Abalıoğlu’nun kızları, işadamı Levent Çaputçu’nun eşi Beyza fotoğraftaki gülen yüz.

DENİZLİ’NİN KIZLARI

$
0
0

denizli-isin-asli-seval-uysal-denizli-nin-kizlari-h

Türkiye Beyin Takımı Kaptanı Ferhat Çalapkulu Anadolu Ajansı’na yaptığı açıklamada kadınların zeka ortalamasının erkeklerden yüksek olduğunu söylüyor. Çok yarışanı olan ve az sayıda insanın kazandığı üniversite sınav sonuçları Çalapkulu’yu doğrular nitelikte: Erkeklere göre kızların başarı oranı yüksek! 

Sizi çok rakamlara boğmak istemiyorum. Kızların başarılı olduğu yer sadece üniversite sınavları değil! Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECD) Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Program Raporu, lise ve yüksek okullarda kız öğrencilerin başarı oranının erkeklerden yüksek olduğunu ortaya koyuyor.
Bunlara Denizli’nin son iki yıllık sınav sonuçlarını eklemek istiyorum:
2013- ÖSYS’ye giren 7 bin 705 öğrenciden, 4 bin 122’si kız, 3 bin 583’i erkek öğrenci. Sınavı kazanan kız öğrenci sayısı 2 bin 552, erkek öğrenci sayısı 2 bin 292. Kız öğrencilerin sınavı kazanma oranları yüzde 33. 12, erkek öğrencilerin yüzde 29.75
2014- ÖSYS’ye giren 7 bin 580 öğrenciden 3 bin 945’i kız, 3 bin 635’i erkek. Sınavı kazanan kız öğrenci sayısı 2 bin 575, erkek öğrenci sayısı 2 bin 259. Kız öğrencilerin başarı yüzdesi 33.97, erkek öğrencilerin başarı yüzdesi 29.80

denizli-isin-asli-seval-uysal-denizli-nin-kizlari-kizlar-sinav

KIZLAR MAKASI ÇABUK KAPATIYOR
Üniversite öncesinde durum şu: İlin liseleşme oranıyla, kızların liseye gitme oranı birbirine yakın 2013 yılında yapılan istatistiklere göre; Denizli’de liseleşme oranı yüzde 80.73. Kızların liseye gitme oranı yüzde78.84. Çevre illere bakalım: Aydın 76.88, Muğla 72.73, Antalya 75.69, İzmir 79,9. Denizli 1 puan farkla İzmir’in hemen arkasından geliyor!

Bütün bunlar gösteriyor ki; eğitimde fırsat eşitliği sağlanırsa, kızlar aradaki makası çok çabuk daraltacak ve çok daha hızla koşacak. Bunun içindir ki, kız çocuklarının önünü açmak, çocuk gelinleri önlemek, kızları eve değil, hayata bağlamak için okumaya teşvik etmek gerekiyor. Bu ise caydırıcı yasalarla değil, uzun ve kararlı kampanyalarla mümkün. Aynı geçmişte olduğu gibi, “Kardelenler”, “Haydi Kızlar Okula” ve “Baba Beni Okula Gönder” kampanyaları sayesinde ilköğretimde kızların okullaşma oranı yüzde 98.5’E yükseldi.

Selem-Reklam

SİVİL TOPLUM ZORLADI, HAYIRSEVER YAPTIRDI!
Yıl: 2000
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Türkcell’le birlikte kız çocuklarına eğitimde fırsat eşitliği sağlanmasını amaçlayan “Kardelenler: Çağdaş Türkiye'nin Çağdaş Kızları” projesini 5 bin kız öğrenciyle başlattı. Proje kapsamında 28 bin öğrenciye ulaşıldı. 17 bin kardelen liseden, bin 800 kardelen üniversiteden mezun oldu.

Yıl: 2003
UNİCEF ve MEB işbirliğiyle 10 ilde “Haydi Kızlar Okula Kampanyası” başladı. Milli Eğitim Bakanlığı ve UNICEF arasında 2005 yılına kadar eğitimde cinsiyet eşitliğine ulaşmasını karara bağlayan bir protokol imzalandı. 2004 yılında kampanyaya 23 il dahil edildi. 2005 yılında aralarında Denizli’nin de bulunduğu 53’ile ulaştı. 2006’da ise kampanya yurt çapına yayıldı. MEB ücretsiz ders kitabı dağıtımı da bu dönem başladı. “Haydi Kızlar Okula Kampanyası” süresince Türkiye genelinde 222 bin 800 kız çocuğu okullulaştırıldı.

Yıl: 2005
Doğan Gazetecilik “Baba Beni Okula Gönder” kampanyası başlattı. Türkiye genelinde hayata geçen proje çeşitli sivil toplum örgütlerinin işbirliğiyle sürdürüldü. Eğitim olanaklarından mahrum kalan kız çocuklarının tespit edilerek maddi destek sağlandığı kampanya da bugüne değin 300 binin üzerinde bireysel bağışçısı oldu, toplanan bağış miktarı ise 35 milyon TL’yi aştı.

Yıl: 2012
MEB- AB projesi Kız Çocuklarının Eğitim Projesi (KEP) hayata geçirildi. Başta 16 ilde uygulanan KEP bir süre sonra 43 ile yaygınlaştırıldı. Proje kapsamında özellikle kız çocuklarına orta ve lise öğretiminin özendirilmesi hedeflendi.

denizli-isin-asli-seval-uysal-denizli-nin-kizlari-baba-beni-okula-gonder

DENİZLİ’NİN EĞİTİM SEFERBERLİĞİ
Denizli’ye geliyorum:
Denizli’nin eğitimde aldığı yol malum. Okullaşma oranı yüzde 99.38, liseleşme oranı 80.73 Türkiye genelinin üzerinde. Burada özellikle 1996-2003 yılları arasında Denizli’de görev yapan Vali Yusuf Ziya Göksu’nun başlattığı okul yaptırma kampanyasından söz etmek şart! Valinin ısrarlı teşvikleri sanayiciler üzerinde etkili oldu ve 6 yıl içinde merkezde okul sayısı 100’e ulaştı. Kendi adına, anne, babası ve eşi adına birkaç okul yaptıran da vardı. Sanayici ve işadamlarının bu yarışı Denizli’yi eğitim konusunda birinci sıralara yerleştirdi. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin başlattığı Kardelenler: Çağdaş Türkiye’nin Çağdaş Kızları projesi de tam bu sıralara denk geldi. Sezen Aksu’nun kampanya yüzü olduğu bu projede ÇYDD Denizli Şubesi eğitimde fırsat eşitliğine katkıda bulunmak amacıyla, ilköğretim ve lisede okuyan 54.650 kız öğrenciye burs verdi. Vali Göksu ile ÇYDD tam bir uyum içinde çalıştı. Medyatik kişiliğiyle tanınan ve okul yaptıran hayırseverleri omzuna alıp basına poz veren Vali Göksu’nun “Hayırseveri omuzlarında taşıma” kampanyası da çok işe yaramıştı. Öyle ki bir süre sonra merkezde okul yaptıracak arsa bulmakta zorlanmaya başlanmıştı. Vali Göksu’da şakayla karışık okul yaptırmayı yasaklamıştı. Sonraki valiler de eğitim seferberliğini çeşitli alanlarda sürdürdü.

2003-Vali Recep Yazıcıoğlu “Haydi Kızlar Okula” 2003-2006- Vali Gazi Şimşek “Baba Beni Okula Gönder” 2006-2008 Vali Hasan Canpolat, 2008-2011 Vali Yavuz Erkmen, 2011-2014 Vali Abdülkadir Demir döneminde “Kız Çocuklarının Eğitim Projesi” hayata geçti. Şükrü Kocatepe döneminde de çok sayıda okul ve ek binaları hayırseverler tarafından tamamlandı. Bu kampanyaların etkisiyle ilkokulda okullaşma oranı yüzde 100’e yaklaştı. Denizli’de bugün ortaöğretimde kız çocuklarının okullaşma oranı yüzde 78.84, erkek çocuklarının oranı yüzde 75.01
Denizli’nin hakkını da yememek gerekiyor. Eğitim konusunda duyarlı bir davranış olduğu ortada. Üstelik bu yeni bir şey değil, kökleri eskiye uzanıyor. Denizli’de ilk kız rüştiyesinin (ortaokul) 1897’de açıldığını, Türkiye’de ilk kızlı -erkekli karma eğitimin 1926’da Denizli Lisesi’nde yapıldığını söyleyelim.

denizli-isin-asli-seval-uysal-denizli-nin-kizlari-cydd

450 YIL ÖNCE KIZLI-ERKEKLİ EĞİTİM
Peki, kız çocuklarının okutulmasında çok daha eski bir gelenekten söz etsek nasıl olur?
Mesela; günümüzden 450 yıl öncesinden, Merkez Efendi’den…
Merkez Efendi, Kanuni Sultan Süleyman döneminde yaşamış, ünlü hocalara talebelik etmiş, fıkıh, ilim, tıp gibi birçok alanda kendini yetiştirmiş ünlü bir İslam alim. Denizli’de bugün Merkez Efendi Mahallesi olması kuvvetle muhtemel, Leylekler Kavağı denen semtte otururmuş. Zamanına göre hayli ileri görüşe sahipmiş ve medresesinde kız öğrencilerle erkek öğrencileri birada okuturmuş. Yani günümüzdeki Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı okullar ve üniversiteler de olduğu gibi.
Ancak bazı insanlar Merkez Efendi’nin bu uygulamasını beğenmemiş, türlü türlü dedikodular çıkararak, onu ayıplamışlar. Bu söylentiler kulağına gelmiş ama yaptığından şüphe duymayan Merkez Efendi bunlara aldırmamış. Ama ahalinin ağzı kese olmadığı için büzülmemiş, hatta daha da ileriye gidip kızlı-erkekli çocuk okuttuğu için onu saraya şikayet etmişler. Bunun üzerine Merkez Efendi padişah tarafından İstanbul’a çağrılmış.
Günümüzden 450 yıl önce kızlı-erkekli çocuk okutan Merkez Efendi’nin o gün saçtığı tohumlar bugün meyve vermiş olabilir mi?
Neden olmasın?…

denizli-isin-asli-seval-uysal-denizli-nin-kizlari-kizli-erkekli

GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ…

$
0
0

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-24-02-2015-h

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-24-02-2015-h

Denizli bürokrasisi, doktor, diş hekimi ve siyasetçilerinden fotoğraf kareleriyle geçmiş zaman olur ki diyoruz.

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-24-02-2015-10

ZİYA BEY KONUŞUYOR
Denizli Belediyesi eski Başkanı Ziya Tıkıroğlu, siyaset ve sivil toplum kuruluşlarında yaptığı görevlerle pekiştirdiği hitabetini toplantılarda iyi kullanırdı. İşte böyle anlardan birisi… Dönemin Denizli Valisi Necati Bilican, 1980’li yıllarda Denizli Cumhuriyet Başsavcılığı görevinde bulunan Talat Dündar, Bilican’ın sağ kolu Vali Yardımcısı Orhan Aykan ve diğer konukların bulunduğu ortamda Ziya Bey konuşuyor, salondakiler kendisini dinliyor.

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-24-02-2015-93

AİLE BULUŞMASI
Dr. Murat Arslan, işadamı Musa Kazım Manasır, Dr. Mehmet Karakaya ve Süleyman Çopur, eşlerinin de katıldığı aile buluşmasında bir arada görülüyor. Çay, pasta, meyve ve tatlı servisinin kesintisiz sürdüğü bu luşmadan geriye elimizdeki fotoğraf kaldı.

gecmis-zaman-olur-ki-yeni-haber-arasi

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-24-02-2015-115

STADIN ESKİ HALİ
Denizli’ye uzun yıllar Şehir Stadı olarak hizmet verdi. Denizlispor’un o dönemki adı 1. Lige yükselmesiyle de ilave tribünler yapılarak stadın seyirci kapasitesi artırıldı. Ayrıca zemin çimle kaplandı. O yıllarda Belediye Başkanlığının yanı sıra Denizlispor’a da başkan olarak hizmet eden Ali Marım’ı, bu çalışmaları teftiş ederken gördük. Bir kare fotoğraf ricamızı kırmayan Ali Bey’e teşekkür ediyoruz.

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-24-02-2015-194

YÜKSEL BEY DÖKTÜRÜYOR
Denizli’nin en eski mimarlarındandır Yüksel Kaşıkçı. Birçok projede imzası vardır. Yoğun tempoda çalışmasını gerektiren yıllarda arada bir dostlarıyla bir araya geldiğinde de eğlenmenin tadını çıkarırdı. Böyle anlardan birisinde pistte dostları Metin Kömürcüoğlu, Mehmet Karakaya, Oğuz Dalaman ve İbrahim Savun ile kelimenin tam anlamıyla döktürdü Yüksel Bey…

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-24-02-2015-205
NEŞENİZ DAİM OLSUN
Epey eski bir fotoğraf. Karede yer alanlar Diş Hekimi İbrahim Çengel, Denizli Eğitim Enstitüsü (şimdiki ismi Eğitim Fakültesi) Müdürü Erdoğan Kuruş, Yücel Gün ve Necip Balaban, bir araya gelmiş kahkahalar salonu çınlatıyor.

BOZDAĞIN GÜNEYİNDEN BİR ROTA: OLUKBAŞI -BENLİK…

$
0
0

denizli-zeki-akakca-gezenin-gunlugu-olukbasi-benlik-h

denizli-zeki-akakca-gezenin-gunlugu-olukbasi-benlik-h

Ege’nin efesi gibi yükseklerden bölgeyi seyreden Honaz dağının güney batıya doğru uzanan silsilesi Bozdağ olarak adlandırılır yöre insanınca. Oysa bir başka aynı adlı dağ İzmir-Ödemiş’in zirvesidir. Bazen dağcılar arasında anlam kargaşasına da sebep olur bu benzerlik.

Bozdağ adının yeni yapılmakta olan kayak merkezi kaynaklı gündem oluşturduğu sıralarda dağın başka bir özelliğinden de söz etmekte yarar var.
denizli-zeki-akakca-gezenin-gunlugu-olukbasi-benlik-20

Bozdağ'ın güneye bakan yamaçlarından aşağılara Gireniz vadisine akan derelerin bir bölümü çatak mevkiinde derin bir kanyona girip Dalaman çayına ulaşır.

denizli-zeki-akakca-gezenin-gunlugu-olukbasi-benlik-26
Aslında kışın ulaşır da yazın bu pek mümkün değildir. Zira Olukbaşı ve Benlik köylerinin bağına bahçesine can veren bu sudur.

denizli-zeki-akakca-gezenin-gunlugu-olukbasi-benlik-24

Yazı ayrı güzel kışa ayrı bir gizemli olan yöre yürümek, kamp kurmak, gezi düzenlemek ve yöre flora-faunasını tanımak için ayrı bir öneme sahiptir.  Bozdağın güneydeki eteklerine tutunarak Gireniz vadisine doğru uzanan dağ köylerinden ikisi arasındaki yürüyüş rotasındayız.

Sabahın erken saatinde kent merkezinden araçla çıkılan yolculukta ilk mola yeri Olukbaşı köyündeki cevizli kahve oluyor.
denizli-zeki-akakca-gezenin-gunlugu-olukbasi-benlik-1

Buradaki dost canlısı insanların biraz da meraklı bakışları önünde yanımızda getirdiklerimizi kahveye söylediğimiz çaylar eşliğinde yiyerek yürümeye hazırlanıyoruz.

denizli-zeki-akakca-gezenin-gunlugu-olukbasi-benlik-2

Hemen herkesin yol tarif etmeye çalıştığı anlardan kurtulup aracımıza atlıyor Benlik yoluna düşüyoruz. Aracımız bizi iki köyün ortaları denecek bir noktadaki orman yolu kavşağında indirip, akşam ulaşacağımız Benlik köyüne doğru devam ediyor.
denizli-zeki-akakca-gezenin-gunlugu-olukbasi-benlik-3

Yönümüzü Bozdağ'a doğru çevirip orman yolunu takip ederek yürümeye başlıyoruz. İlk ulaştığımız yer ise ; Bozdağ zirvelerinin görüldüğü yüksek noktalar oluyor.

denizli-zeki-akakca-gezenin-gunlugu-olukbasi-benlik-4

Burası Olukbaşı kanyonunun üstten görüldüğü ve aynı zamanda Bozdağ zirvelerinin keyifli izlendiği yerler. Kanyonu sarp kayalıklardan görmeye çalışırken bunun mümkün olmayacağını anlamamız çabuk oluyor. Buradan ancak Çatak mevkii olarak bilinen yaylayı görmek mümkün kanyonun dibini görmek ise hayal.

denizli-zeki-akakca-gezenin-gunlugu-olukbasi-benlik-5

Bu kayalık yerlerde durup fotoğraflar çekip anılarımızı ölümsüzleştirdikten sonra yola devam ediyoruz. Çevreyi seyrederek Çatak mevkiine doğru iniş ağırlıklı yürüyoruz.

denizli-zeki-akakca-gezenin-gunlugu-olukbasi-benlik-6denizli-zeki-akakca-gezenin-gunlugu-olukbasi-benlik-7

Mevsim sonbaharın sonu, ağaçların renk değişiklikleri ve yaprak dökmelerine inat henüz bunlara aldırmayan yaban erikleriyle buluşuyoruz. Burası Çatak yaylası.


Çatak yakın zamana kadar alabalık çiftliği olarak kullanılmış bit yer. Hâlâ havuzların sağlam duruşu çevrede havlayan köpeklerin varlığı yaşamın devam ettiğine işaret. Fazla oyalanmadan biraz ekşi dağ eriklerinden toplayıp vadi tabanına doğru iniyoruz.

denizli-zeki-akakca-gezenin-gunlugu-olukbasi-benlik-8
Buralarda yüksekten vadiye doğru sert akan sulardan yararlanarak çok önceleri inşa edilmiş mini elektrik üretim tesisini inceleyip halen kullanılmakta olanın varlığına da tanıklık ederek yürüyüşümüze devam ediyoruz.

denizli-zeki-akakca-gezenin-gunlugu-olukbasi-benlik-9
Zamanın değirmeninde öğütülmüş değerleri ardımızda bırakarak vadi tabanı olarak tanımlanacak Olukbaşı kanyonunun başlangıç noktasına ulaşıyoruz.
Bu noktaya kadar başka bir yerden ulaşan orman yolunu görüyor, yeni kesilmiş ve soyulmuş çam ağaçları arasından derenin karşısına geçiyoruz.

denizli-zeki-akakca-gezenin-gunlugu-olukbasi-benlik-10

Burada öğle yemeği için mola veriyor ve aynı zamanda dinleniyoruz. Kelimenin tam anlamıyla doğanın kucağındayız. Günün en güzel saatleri diyeceğimiz bu molalar dinlenme beslenme ihtiyacının da karşılandığı zamanlardır ve yürüyenlerin çok sevdikleri zaman dilimidir.
denizli-zeki-akakca-gezenin-gunlugu-olukbasi-benlik-11
Yemek sonrası yürümek zor geliyor ve sert bir tırmanışla biraz da zorlanarak Benlik yönüne doğru yol alıyoruz. Arada verdiğimiz molalarda dinleniyor ve kendimizi zaman zaman ödüllendirme anlamına gelecek çevre izleme molaları veriyoruz.

denizli-zeki-akakca-gezenin-gunlugu-olukbasi-benlik-12
Çatak vadisini ve Olukbaşı kanyonunu ardımızda bırakıp vadi içlerinden patikaları takip ederek yürüyoruz bundan sonra. Buralarda ilginç ağaçlar, mantarlar ve dereciklere rastlıyor görsel hafızamıza yeni renkler ekliyoruz. Benlik köyünün yükseklerden göründüğü tepelere ulaştığımızda yorgunlukla karışık “bir an önce yürüyüşü tamamlama” isteği ağır basmaya başlıyor.

denizli-zeki-akakca-gezenin-gunlugu-olukbasi-benlik-13

Soğuk sularıyla namlı bir çeşme başına ulaştığımızda piknik için oraya kadar gelen aile ile tanışıyoruz. İkram tekliflerini nazikçe reddedip çeşmeden sularımızı tazeliyor ve devam ediyoruz. Bundan sonra tekrar orman yoluna girerek yürüyoruz.

denizli-zeki-akakca-gezenin-gunlugu-olukbasi-benlik-14

Yolda motorla yukarılara tırmanan insanlarla selamlaşıp virajlı orman yollarından aşağılara doğru iniyoruz.

denizli-zeki-akakca-gezenin-gunlugu-olukbasi-benlik-15
Ne zaman ki, dilek ağacı veya eren denen yere ulaşıyoruz, artık o uzaktan gördüğümüz ve yürüyüşü noktalayacağımız Benlik köyüne ulaşmış sayıyoruz kendimizi.

denizli-zeki-akakca-gezenin-gunlugu-olukbasi-benlik-16
Son bölümdeki devamlı inişten dolayı yürümenin biraz yorucu olması parkuru tamamlamanın heyecanı kaybolup gidiyor insanın bedeninden.

denizli-zeki-akakca-gezenin-gunlugu-olukbasi-benlik-17
Gruptaki fotoğrafa meraklı arkadaşlarıma son bir sürprizim olduğunu söyleyip Benlik köyünün çifte değirmenlerinin olduğu yere götürüyorum.

denizli-zeki-akakca-gezenin-gunlugu-olukbasi-benlik-18
Bu görüntü aslında bir ödül oluyor tüm ekibe. Hemen hemen yürüyenlerin tamamı değirmenler bölgesine gelip bu görsel şölenin tadını çıkartıp yorgunluk hissini azaltıyordu. Bu da yeni yürüyüşler için yeni enerji depolamak oluyordu.
denizli-zeki-akakca-gezenin-gunlugu-olukbasi-benlik-19

Çifte değirmenlerde geçirilen zaman zorlu ama güzel rotanın başarıyla tamamlandığının ilanı oluyordu tüm katılımcılar ve benim için.
denizli-zeki-akakca-gezenin-gunlugu-olukbasi-benlik-25

Bu rota ile zamanın ajandasına bir not düşüyorum, eğer yolu Bozdağın güneyine düşen olursa bu rotayı denemeli!

denizli-zeki-akakca-gezenin-gunlugu-olukbasi-benlik-22

Nasıl gidilir: Araç ile Denizli-Acıpayam üzerinden Akalan’a dönerek Kelekçi’ye ulaşılır. Dalaman çayından karşıya geçerek Olukbaşı köyüne varılır. Yürüyüş için bölgeyi bilen bir rehbere ihtiyaç vardır. Özellikle kış yürüyüşü için rehber ve ekipman şarttır. Mesafe yürüyüş olarak 15 km. civarındadır.

denizli-zeki-akakca-gezenin-gunlugu-olukbasi-benlik-23

Yemek için tedarikli olmak gerekir. Kelekçi de lokanta ve marketler bulunmakla diğer yerleşim alanlarında bu olanaklar kısıtlıdır.

denizli-zeki-akakca-gezenin-gunlugu-olukbasi-benlik-21

Kamp için her mevsim uygundur ancak tedbirli davranmakta yarar vardır. Özellikle kanyon için gidilecekse yaz mevsimi önerilir. Rota orta zorluktadır…

BABADAĞ ZAMANI

$
0
0

denizli-babadag-zamani-isin-asli-m

6 Mart Dünya Türk Havlu ve Bornoz Günü’nün basın lansmanı Babadağ’da yapıldı. Fikir babası BASİAD Başkanı Selim Kasapoğlu’ydu. DETGİS ve DENİB’in de can-ı gönülden desteklediği bu etkinliğin bendeki sembolik mesajı: “Şimdi Babadağ Zamanı” diyordu. Bunu bir eve dönüş projesi olarak okumak da mümkün. Babadağlı Sanayici ve İşadamları Derneği’nin genç yöneticileri bunun ipuçlarını geçtiğimiz aylarda “Turizm yolunda Babadağ” projesiyle verdi, geçtiğimiz cumartesi günü Babadağ Meydanı’ndaki bornoz ve havlu günü tanıtımı da ilçeye karşı bir şükran törenine dönüştürdü. Bundan sonrası babaların boşalttığı o toprakların doldurulması. Yoksa Ahmet Zorlu örneğinde olduğu gibi günübirlik ziyaretler ilçeyi kesmiyor! Çok daha fazlasını istiyor.

denizli-babadag-zamani-isin-asli-belediye-onu

BİR ZAMANLARIN PATRON FABRİKASI
Denizli’ye 45 kilometre uzaklıkta, dağların arasına sıkışmış, bir karış ekecek toprağı olmayan bu ilçe bir zamanlar patron fabrikasıydı. Ahmet Nazif Zorlu sadece biri! Organize Sanayi Bölgesi’ndeki 89 tekstil fabrikasından 49’u Babadağlı! Ahmet Gökşin, Nevzat Özel, Sait Atıcı, Osman Aydınlı, Atilla Özdemir, Besalet Küçüker, Arif Yalınkaya, İbrahim Tan, Ahmet Kundak, Hasan Kasapoğlu, Yılmaz Kasapoğlu, Mustafa Değirmenci, Ali İhsan Kasapoğlu, Hasan Tekin Ada, Zafer Katrancı, Ahmet Nazif Zorlu, Ahmet Gökşin, Nevzat Özel, Sait Atıcı, Osman Aydınlı, Aykut Gökşin, İsmail Yılmaz ilk akla geliverenler.

ŞİMDİNİN HAYALET ŞEHRİ!
Babadağ’dan ilk göç 1944 yılında Mehmet Küçüker’le başladı, o gün bugündür devam ediyor. Küçüker, Arif Yalınkaya, Mehmet Ali Tan, Ahmet Kundak, Mustafa Değirmenci, Ali İhsan Kasapoğlu, Hasan Tekin Ada, Zafer Katrancı Ahmet Nazif Zorlu, Ahmet Gökşin izledi. Nevzat Özel, Ahmet Paralı, Salih Özdemir, Kazım Kaynak, Sait Atıcı, Osman Aydınlı, Necip Filiz, Muammer Kahraman ve daha birçok isim bu göç kervanlarına takılanlardan. Göçler o boyuta vardı ki 1960-80 arasında ilçe nüfusu yüzde 13 oranında azaldı. 80 sonrasında bu oran daha da arttı, son 10 yılın verilerine göre göç sayısı 2 bin civarında.


denizli-babadag-zamani-isin-asli-ic

TEKSTİL ÖLDÜ
İlçenin merkez nüfusu 4 bin. Tarımın yapılmadığı ilçe geçimini dokumacılıktan kazanıyor. Eskiden her evin altında dokuma atölyesinin olduğu Babadağ’da şimdi dokuma tezgahı olan ev sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Milat olarak 1997 veriliyor. Çünkü; ağaç ve demir tezgahların yerini otomatik tezgahlar aldı. Kadınların anlattıklarına göre iş fabrikasyona dönünce, tekstil bitti. Eskiden evlerde yapılan çok çeşitli üretimin yerini şimdi sadece ham bez aldı. Babadağ’da şu anda 1. ve 2. sanayi sitesinde 27 dokuma ve haşıl fabrikası var. Aklınıza yüzlerce işçinin çalıştığı fabrikalar gelmesin, en fazla 10 kişinin, iki vardiya halinde çalıştığı atölyeler bunlar. Bir zamanların efsane Salı Pazarı ise artık sadece sebze pazarına dönüşmüş.

Selem-Reklam

denizli-babadag-zamani-isin-asli-kadinlar

SALI PAZARI’NDA BORNOZ GÜNÜ
Bugün buraya bakıp da, belediyenin, kahvenin, bakkalın aynı yerde olduğu sıradan bir köy meydanı diyebilirsiniz. Bugün için evet, ancak geçmiş bize böyle söylemiyor. Pazarın girişinde bugün kullanılmaz hale gelen Dokuma Kooperatifi binası ve sokağa adını veren Necip Ağa geçmiş yılların önemli figürlerindenmiş. Salı Pazarı insani ilişkilerle ticareti yan yana sürdürebilmiş ve kendi efsanesini yaratabilmiş ilginç bir yer. Üstelik bir döneme ait unutulmaz izler de bırakmış. Salı günleri sabah ezanıyla birlikte kurulmaya başlayan, akşam geç saatlere kadar süren bu pazara çeşitli illerden yerli yabancı tüccarlar gelirmiş. Kimi bir gün öncesinden, kimi akşamdan gelir, kimi bir evde, kimi bulduğu yerde konaklarmış. Her biri kendi kültürünü de taşıyıp getirirmiş! Havlu ve Bornoz Günü tanıtımı Salı Pazarı’nın kurulduğu işte bu alanda yapıldı. İlçeye gelen bu taze enerji yaşlıları sevindirdi, kadınları gençleri umutlandırdı.

denizli-babadag-zamani-isin-asli-babadag-meydan

BABADAĞ’A YATIRIM YOK!
Konuştuğum insanların tamamı ilçeye yatırım istiyor! Yani iş ve aş verecek yeni alanların yaratılsın istiyorlar. Aksi gibi şimdiye kadar ilçeye hep okul yapılmış. Oysa onlar ünlü ve zengin tekstilcilerin fabrikalarını ilçede açmasını istiyor. Yatırımların Denizli ve İstanbul’a yapılmasından hiç hoşnut değiller. Ahmet Zorlu’dan okul değil, yatırım istiyorlar. Oysa bunu direkt kendisine söyleyebilirler. Çünkü Zorlu her hafta Perşembe günleri helikopteriyle ilçe stadına iniyor, annesinin evinde bir gece kaldıktan sonra ertesi günü dönüyor.

denizli-babadag-zamani-isin-asli-ahmet-zorlu-evi

 

GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ

$
0
0

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-02-03-2016-h

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-02-03-2016-h

Biraz Denizlispor’a gönül veren dostlar, biraz iş dünyasından fotoğraf kareleri ile bu hafta da “geçmiş zaman olur ki” demeyi sürdürüyoruz.

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-02-03-2016-1

ÖZKARDEŞLER’DEN BİR NOSTALJİ
Öskardeş Ailesi, bir otomobil şirketinin bayisi olarak Denizli’ye uzun yıllar hizmet verdi. Sadece satış değil, aynı zamanda servis ve yedek parça hizmeti de veren şirketin bir tanıtımında çekilen bu fotoğraf elimize geçti. Karede yer alanlar (soldan sağa): Raşit Özkardeş, Abdülgaffar Nemutlu, Denizli eski Emniyet Müdürü Mümtaz Karaduman ve Nail Özkardeş.

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-02-03-2016-11

İKİ BAŞKAN YAN YANA
Ahmet Dartar (solda başta)… Hemen yanında Ali Baysal var. Hem Dartar hem Baysal, Denizlispor’a uzun yıllar başkan ve yönetici olarak hizmet ettiler. Yeşil-siyahlı kulüp, en başarılı yıllarını Dartar döneminde yaşadı. Baysal ise “borçsuz kulüp” sözünü tutup, başkanlığı bıraktığında tüm alacaklarını sildi. Bunu niye mi yazdık? Son yıllarda alacak peşinde koşup, kulüp gelirlerine temlik koyduranlara küpe olsun diye! İki eski başkanla aynı karede yer alan diğer dostlar; dönemin Denizli Belediye Başkanı Ziya Tıkıroğlu ve eşi Binnur Hanım ile o dönem ANAP’tan Belediye Meclisi Üyesi olan Burhanettin Akar.

gecmis-zaman-olur-ki-yeni-haber-arasi

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-02-03-2016-204

SİZLERİ UNUTUR MU DENİZLİ
Bekir Karakurt (solda), denizli’ye işadamı olarak yaptıklarıyla hep anımsanır. Yakup Ünel de yıllarca Gençlik ve Spor İl Müdürü olarak görev yaptı, Denizlispor’un kuruluşuna emek verdi. Kulübün bir etkinliğinde yan yana fotoğrafladığımız iki dostu özlemle anıyoruz. Mekanınız cennet olsun.

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-02-03-2016-28

TURGUT BEY UTANGAÇLIĞA GEREK YOK
İşadamı Turgut Dalaman ve eşi Berna Hanım ile bir akşam yemeğinde karşılaşınca, bu anı kaçırmak istemedik. Objektifimizi Dalaman çiftine çevirdiğimizde, Turgut Bey, utangaç delikanılar gibi yere bakmayı tercih etti.

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-02-03-2016-207

DENİZLİSPOR DOSTLARI
“Hop hop hop, güm güm güm, Denizlispor hey” yazan pankarkın önünde yer alanların hepsi birer Denizli sevdalısı. Yıllarını yeşil-siyahlı kulübe hizmet ederek geçiren bu isimleri bir kez daha saygıyla anıyoruz.

DENİZLİ İÇİN KADIN DOSTU KENT DENEBİLİR Mİ?

$
0
0

denizli-seval-uysal-isin-asli-denizli-kadin-dostu-kent-mi-m

(BİR 8 MART YAZISI)
Kadın ve Demokrasi Derneği İl Temsilcisi Hilal Can, Özgecan cinayetine gönderme yaparak, Denizli’yi kadın dostu kent ilan etmiş. Bildiğimiz kadarıyla hunharca bir kadın cinayetinin işlenmemiş olması o şehri kadın dostu yapmaya yetmiyor. Bunun bir takım şartları var!

Birincisi: Kadın dostu kent olmak için kadının sağlık, eğitim, sosyal hizmetler, istihdam olanaklarının yanında erkeklerle birlikte kentsel yaşamın tüm alanlarında eşit bir biçimde yer almasının desteklemesi gerekiyor.
İkincisi: Şiddeti önlemeye dair mekanizmaların olması ve şiddet mağduru kadınların destek alabildikleri yapıların varlığı, fiziksel mekanların kadınların ve kız çocukları açısından rahat ve güvenli olması ve hatta sosyal yaşam planlarının eşitlikçi planlanması da şart!

Üçüncüsü: Kadın dostu kent olmanın en önemli koşulu kadınların karar mekanizmalarında etkin şekilde yer alması, yani kendini doğrudan etkileyen yerel politikalar üzerinde söz sahibi olması gerekiyor! Gelin şimdi Denizli’ye bakalım bu söylediklerimiz tutuyor mu?

denizli-seval-uysal-isin-asli-denizli-kadin-dostu-kent-logo
İSTİHDAM VAR AMA KAYIT DIŞI ÇOK
Denizli’de kadın istihdamı yüzde 30.6. Bu oran tekstil sektöründe yüzde 48.87’lere çıkıyor. Bunun nedeni kadın severlikten çok tekstil sektörü. Antik çağdan beri dokumacılık geleneğini sürdüren bölgede kadın emeği yoğun olarak kullanılıyor. Güç istemeyen, emek yoğun çalışmayı gerekli kılan, makine ve dikiş gibi araçların “kadın işi” olarak görülmesinin kadın istihdamında payı büyük. Bir de erkek emeğine göre daha ucuz ve kadınlar daha kolay işten çıkarabiliyor! İstatistiklere yansımayan bir bölüm daha var ki, onlar da fabrikalarda kayıt dışı çalışanlar.

KREŞ YOK, EMZİRME ODASI YOK

Fabrikalarda emzirme odaları ve çocuk bakımı için kreş bulunmuyor. Mesela; Organize Sanayi Bölgesi’nde 100’ün üzerinde tekstil fabrikası olmasına, 20 binin üzerinde işçi çalışmasına, PTT, banka, cami, kafeterya, spor tesisleri bulunmasına karşın, kreş yok. Denizli merkeze 18 kilometre uzaklıkta çalışan binlerce kadın işçi, sabah evden çıkarken, çocuğunu emanet edecek, baktıracak yer bulamıyor. Karı-koca tekstilde çalışanlar ters vardiya sistemiyle çocukların bakım sorununu çözmeye çalışıyor. Kadın İstihdamını Geliştirme Platformu (KİEG) 2012-2013 yıllarında Denizli’de 18-70 yaş arası 116 kadın arasında dört ayrı anket yaptı. Anket sonuçları özetle şöyle: “Tekstilde vardiya ve uzun mesaili çalışma problemi var. Kreş saatleri ile çalışanın çalışma saatleri uyumlu değil. Mesai ücretleri son derece düşüktür. Ancak çalışanın uzun mesaiye itiraz hakkı bulunmuyor.Mesaiye kalan kadının tek isteği ise çocuğunun güvenli ellerde bakılması”

Selem-Reklam

KRİZDE İLK İŞTEN ÇIKARILACAKLAR LİSTESİNDE

Fabrikaların işgücü ihtiyacını karşılayan ve günümüze kadar önemli bir figür olma özelliği taşıyan kadın işçiler krizde işten ilk çıkarılacaklar listesinde yer alıyor. 2007 krizinin ardından gelen 2009 ekonomik krizinde de durum değişmedi, erkeklerden daha az kazanan, yüzde 73’ünün asgari ücretin altında çalıştığı kadın işçiler önce kapı önüne kondu.

EVDE ÇALIŞANIN EMEĞİ ÖDENMİYOR

TUİK’in 2010 yılı verilere göre Denizli’de 5 bin 278 kadın evde çalışıyor. Yüzde 63’ü 35-50 yaş aralığında görünüyor. Bu kadınlar daha önce bir tekstil fabrikasında çalışmış evlilik veya çocuk gibi nedenlerden dolayı ayrıldıktan sonra ev eksenli çalışmaya devam ediyor. Ancak kendini evde “çalışır” görmediği için bu durum istatistiklere yansımıyor. Bu nedenle TUİK’in verileri çok gerçekçi değil. Evde çalışan kadın sayısı bu rakamın, çok üstünde. 

denizli-seval-uysal-isin-asli-denizli-kadin-dostu-kent-mi-tekstil-calisanlari

ŞİDDETE ŞİDDETLE KARŞIYIZ DA…

2013 yılında yapılan bir araştırmaya göre; Denizli kadınların en çok şiddet gördükleri iller sıralamasında 6’ncı. En çok boşanan iller sıralamasında da 4’ncü! İstatistik veriler Denizli’de boşanma oranlarının da yıldan yıla arttığını gösteriyor. 2006 yılında Denizli Aile Mahkemelerinde açılan 2 bin 889 davadan, bin 907'si boşanma davası ve yüzde 74'ü kadınlar tarafından açıldı. 2007 yılında 2 bin kişi boşanmak için mahkemeye başvurdu. 2008 yılının ilk 6 ayında bin 945 çift boşandı. 2009’da 2 bin 155, 2012’da 2 bin 245, 2013’te boşanan çiftlerin sayısı 2 bin 250 oldu. Denizli Barosu’nun araştırmasına göre boşanmayı en çok kadınlar istiyor!

denizli-seval-uysal-isin-asli-denizli-kadin-dostu-kent-mi-siddet

KARAR MEKANİZMALARINDAKİ ORAN YÜZDE 10

TEPAV 2014 yılında 81 il için Toplumsal Cinsiyet Eşitliği karnesi hazırladı. Denizli Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Endeksi’nde ilk 10’da yer alıyor. İzmir 22’nci, Antalya 26’ncı sırada! TEPAV bu karneyi kadınların belediye meclislerinde temsili, lise ve üniversite mezunu kadın nüfusu, ergen yaşta annelik, anne ölüm oranı, kayıtlı istihdam oranlarını baz alarak oluşturdu. Eşitlik karnesinde İstanbul birinci, Tunceli ikinci geliyor, onu Düzce, Bolu ve Eskişehir izliyor. Bu iller aynı zamanda kadını güçlendiren iller.

Şimdi diyeceksiniz ki, Tunceli nere, Denizli nere?

Biri istihdamda birinci, diğeri karar mekanizmalarındaki kadın oranıyla ikinci! Tunceli’yi 2’nciliğe yerleştiren faktör kadınların karar mekanizmalarında aldıkları yer! Tunceli Belediye Meclisi en fazla kadının olduğu ikinci il. Denizli’de bu oran sadece yüzde 10.53, belediyede çalışan kadın sayısı da yüzde 21.53! bu verilerden yola çıkarak Denizli’nin “kadın dostu kent” olduğunu söylemek için henüz erken ancak gelecek açısından umut verici

denizli-seval-uysal-isin-asli-denizli-kadin-dostu-kent-mi-kadin-yoneticiler

NEDİR BU KADIN DOSTU KENTLER PROJESİ?

Kadın Dostu Kentler Projesi BM tarafından 2006 yılından beri hayata geçirilmeye çalışıyor. Bu projedeki amaç, Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitliğinin hem yerel, hem de ulusal düzeyde geliştirilmesi. BM Nüfus Fonu –UNFPA ve BM Kalkınma Fonu-UNDP ve İçişleri Bakanlığı Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü tarafından yürütülüyor ve İsveç Uluslararası İşbirliği ve Kalkınma Ajansı SIDA tarafından finansa ediliyor. 2006 yılında 6 kent ile başlayan proje, 2012 yılında ikinci faza geçerek 12 kentle sürdürülüyor.

Şimdi başa dönelim ve tekrar soralım:

Denizli kadın dostu bir kent midir?...


PAMUKKALE HEM KIRMIZI HEM BEYAZ

$
0
0

ic_kapak

ic_kapak

"ÖNÜNDE BİLDİĞİNİZ ESKİ BİR TRAKTÖR, ARKASINDA DA ÇOK İLKEL BİR SONDAJ MAKİNASI VAR, YERİ DELMEYE ÇALIŞIYORLAR. BİZ DE GAYRİ İHTİYARİ ONLARIN SONDAJ ÇALIŞMASINI SEYREDİYORUZ. BİZ İZLERKEN YERDEN ÖYLE BİR SU FIŞKIRDI Kİ, TRAKTÖR BİR YANA, SONDAJ MAKİNASI BİR YANA, ADAMLAR BİR YANA. KIRMIZI SU O BASINÇLA ŞÖYLE 20-30 METRE YÜKSEKLİĞE FIŞKIRDI. O GÜN BİR ANDA KARAHAYIT TURİZMİ PATLADI, CİN ŞİŞEDEN ÇIKTI."

Turizm yazılarımız için tünelin sonu göründü. Birkaç haftalık yazıdan sonra bu konuya veda edeceğiz.

Ama bu sadece dizi yazı yazmak olarak böyle. Yoksa Denizli’de turizm konusuna olan ilgimiz devam ediyor olacak. Özellikle son birkaç aydan beri süren ‘turizm ambargosu’nun Türkiye, dolayısıyla Denizli turizmine nasıl yaralar açacağı bilinmiyor. Tahminler hiç iyi olmayacağının işaretleriyle dolu. Bu minvalde devam ederse, önümüzdeki ilkbahardan başlayarak sonbaharın bitimine kadar oldukça sancılı bir zaman dilimi yaşanacak.

İşte tam bu durum yaşanıyorken yeni tartışmaya başladığımız termal ve termal konusunu içeren yan dallar, sağlık, turizm, estetik vs. daha da ön plana çıktı. Bölge turizminin her dönem merkezine yerleşen ama asla vefa bulamayan termal, gerçekte ileriye dönük makro projeler açısından hayati önemini daha da açık biçimde hissettirmeye başladı. Günlük turizmle günü kurtarmaya alışmış olan Karahayıt yatırımcılarının daha çok üzerine kafa yormaya başlamasının önünü açtı. Nitekim önünü görme telaşındaki şehir turizmcileri, DENTUROD’un başını çektiği “Termal İyi Gelir” kampanyasıyla bu alandaki ‘geri kalmışlığın’ bir ölçüde telafi edilmesi için kolları sıvadı.

Termal sağlık ve termal turizme ilişkin potansiyelin hovardaca değerlendiriliyor oluşuna bir tür doğa tepkisi gibi gelişen olayların ardından, konuyu farklı boyutlarıyla ele almaya karar verdik. Görüşmeler, izlenimler, röportajlar ve pratikler yoluyla masaya yatıralım dedik ve giriş olarak Karahayıt bölgesinin kısa hikayesini içeren bir termal yatırım serüvenine yer verdik. Bu konuda oldukça deneyimli olan, Hierapolis Otel’in kurucusu Mehmet Kayalıbey Kayalıoğlu ile uzunca bir sohbet ve sohbetten damıttığımız bir söyleşiye sayfalarımızda yer ayırdık.

Mehmet Bey kent turizminin duayenlerinden. Bakmayın yaşının genç sayılmasına. Uluslararası kişiliği, eğitimi, Karahayıt bölgesinde yaşadığı turistik yatırımlar deneyimi ve yılların birikimini şimdilerde yazılı bir hatırata dönüştürme girişimi tam da böyle bir profil çıkarıyor önümüze. Turizm ilgililerinin bildiği sorunları bir yana, bölgesel projelendirme ve geleceğe ilişkin stratejik hedefler oluşturma konusunda kulak verilmesi gereken biri.

***

Mehmet Kayalıoğlu ile birkaç ay önce yaptığımız telefon görüşmesinde buluşmak üzere sözleştik. Ancak hemen mümkün olmadı bu. Araya turizmin başka konukları girdi. Bu arada iskambilden kule gibi Bölgesel düzeyde hızla çöken ‘günü kurtarma turizmi’ enseyi kararttı. Alternatif seçenekler, acil önlemler, şirket, yatırımcı ya da bölgesel yönetim düzeylerinde ayrı ayrı acil eylem planlarının olmadığı ortaya çıktı.

Bir ay kadar önce Colossae Otel’in bağlı olduğu şirketler Yönetim Kurulu Başkanı Abdurrahman Karaosmanoğlu’nun oteldeki kahvaltılı basın toplantısında Pamukkale ve Karahayıt’taki önemli yatırımcıların umutsuzluğuna tanık olduk. Kendi imkanları ve girişimleri dışında bir örgütlülüğün yönlendirici rol oynamadığı bilgisini edindik. Her zamanki çabalarına birkaç palyatif ek yaparak yola devam etme dışında bir çareye sahip olmadıkları kanaatine vardık.

Mehmet Kayalıoğlu ile tam da bu görüşme ve gelişmelerin ertesinde bir akşamüstü kendi evinde buluştuk.

“Termal İyi Gelir” sloganıyla canlanmaya çalışan sektörün onda yarattığı heyecan devam ediyordu. ‘Bizimkiler’ diye başladı sohbete, ‘ iyi bir kampanya başlattılar. Gerçi biraz daha erken ve daha güçlü olabilirdi ama şimdiki şartlarda bu kampanya her şeye rağmen çok iyi oldu’ diyerek yapılana duyduğu ilgiyi dile getirdi.

Devam eden kayıt dışı sohbette ilginç noktaları kaçırma telaşıyla kayıt düğmesine bastım, ardından ben sordum o yanıtladı.

3

Yaşar Tok: Az önceki sohbetimizde yurtdışında okuduğunuzu söylediniz. Biz sonrasından devam edelim mi?

Mehmet Kayalıoğlu: Yurtdışından Türkiye’ye döndüğüm zaman ailemin yaşadığı İstanbul’a yerleştim. Sonra eşimin de isteğiyle Denizli’ye yerleşme kararı aldık ve 1970’lerin sonlarına doğru Denizli’ye taşındık.

Burada bir inşaat firması kurduk. Firma çeşitli inşaat işleri yaptı, kamu ihalelerine girip sulama kanalı gibi işler aldık. Ama benim kafam hep turizm işindeydi. Türkiye’ye gelmeden önce Avrupa’dan Akdeniz ülkelerine tatile gittiğimde, özellikle İspanya’da haftalık ucuz tatil konusunda epey gözlem yapmıştım.

CİN ŞİŞEDEN ÇIKTI

Pamukkale bölgesindeki turizme ne zaman ilgi duydunuz?

Sene 1978-79 olmalı. Bir gün eşimi alıp “hadi Pamukkale’ye gidelim” dedim. Çıkıp Karahayıt tarafına gittik. Sonra’dan Hierapolis tatil köyünü yaptığım yerde boş bir arsa vardı. Sadece iki odalı bir pansiyona benzer yapı kondurmuşlardı üstüne. Önünde bildiğiniz eski bir traktör, arkasında da çok ilkel bir sondaj makinası var, yeri delmeye çalışıyorlar. Biz de gayri ihtiyari onların sondaj çalışmasını seyrediyoruz. Biz izlerken bir anda patlama oldu. Yerden öyle bir su fışkırdı ki, traktör bir yana, sondaj makinası bir yana, adamlar bir yana. Kırmızı su o basınçla şöyle 20-30 metre yüksekliğe fışkırdı. O gün bir anda Karahayıt turizmi patladı, cin şişeden çıktı.

O olayı izlerken düşünmeye başladım. Ben neden burada böyle bir turistik yatırım yapmıyordum? Üç gün sonra gidip arsa sahibini buldum. Adam çok kızmış. O suya kızmış, pansiyona kızmış, her şeye kızmış. O gün sahibinden o arsayı istedim.

148 KİŞİDEN ARSA TOPLADIK

O sırada Karahayıt’ta turizmin durumu ne?

Eskiden Karahayıt verimsiz ve çorak bir alandı. Neredeyse hiç tarım yapılmıyordu. Zaten o bölgedeki arsaları devlet zamanında onar dönüm halinde parsellemiş, göç edip gelenlere hibe şeklinde dağıtmış. Orada miras yoluyla edinilmiş arsa, arazi sahipliği çok azdı. Benim talip olduğum arsa da öyle bir arsaydı. Nihayetinde o arsayı aldım.

Arsa projesi için bir araya geldiğim mimar arkadaşım, “Mehmetciğim, madem bir şey yapacağız, doğru dürüst bir şey yapalım, bunun için de biraz daha arsa alalım” deyince biz kolları sıvadık. Birikimlerimizi bir havuzda topladık, elimizde ana-babadan kalan topraklar vardı Tavas tarafında falan, onları sattık ve arsa alımları yapmaya başladık. Toplam 148 kişiden arsa aldık. Bunların çoğu küçük, parçalanmış arsa bölümüydü. Miras yoluyla el kadar yerlere dönüşmüştü. Ya da çok ortaklıydı. Hatta bir tanesi Sarayköy cezaevindeydi, savcının izniyle notere götürüp satışı aldık. Sonuçta 30 dönüm yer aldım oradan.

PAMUKKALE ARTIK MEZARLIK HÜVİYETİNDE

Nasıl bir proje hazırladınız?

Çevreye uyumlu bir tatil köyü projesiydi bizimki. Şöyle iki katlıydı, çokta sevdiğim bir projeydi. Yaklaşık 10 sene sonra inşaata başlayabildik. Bu arada Bakanlığa da müracaat ettik turizm ruhsatı için.

O zamanlar şimdiki Pamukkale köyünün yıldızı parlıyordu. İnanılmaz bir turizm potansiyeli vardı. Karahayıt’ın ise esamesi okunmuyordu. Benim Karahayıt’ı tercih nedenim, bakir ve doğa ile iç içe olmasıydı. Dediğim dönem 1980’li yılların ilk yarısıydı.

Ben o yıllarda bir arkadaşımın daveti üzerine Denizli’ye gelmiştim. Hatta 2-3 gün kaldık ve beni Pamukkale antik havuza götürmüş, orada yüzmüştük. Akşam saatlerinde Pamukkale köyünü gezmiştim. Hatırladığım kadarıyla şimdiki turistik sahil kasabalarının havası vardı. Hediyelik eşya satıcıları, barlar, eğlence mekanları, sokak lambalarının aydınlığı, fiyatların zamanına göre epey pahalı oluşu aklımda kalan fotoğraf karesinin unsurlarıdır hala.

Orada Konakzade oteli vardır. Türkiye’de butik oteller kitabı (Sevan ve Müjde Nişanyan tarafından hazırlanan-Y.T) yayınlanmadan belki 20 yıl önce Avrupa’da çıkan muadilleri Konakzade’ye 4 sayfa ayırmıştı. Ne yazık ki Pamukkale insanı o doğanın kıymetini bilemedi. O eski güzelim köy evlerini hızlı biçimde yok ederek betonlaşma sürecine girdiler. Böylece paraya sahip olmanın verdiği inanılmaz hoyratlıkla kendi sonlarını hazırladılar. O zamanlar gelen turist, aracından inip otele yerleştikten sonra gezmeye çıkar, neşeyle keyifle köyde hoşça vakit geçirirdi. O köy şimdi nerede? Ben söyleyeyim, şimdi artık bir mezarlık hüviyetinde. İnanılır gibi değil.

1

PAMUKKALE KENDİNİ İMHA ETTİ

Ürkütücü bir değişim yaşanmış. Bu dışarıdan gözlenebiliyor. Üstelik pek çok açıdan böyle. Ama bazen en olumsuz konular adeta tabu gibi ağıza alınmıyor. Sözünü ettiğimizde, sorduğumuzda, dile getirdiğimizde ya üzerinden atlanıyor ya da duymazlıktan geliniyor.

O dönem biz ruhsat için Bakanlığa başvuruya gittiğimizde dediler ki, “bizim arkadaşlarımız, Pamukkale köyünü biliyorlar ama Karahayıt’ı hiç bilmiyorlar. Geldikleri zaman siz onlara rehberlik yapar mısınız” falan dediler. Tamam dedik. 20-25 gün sonra Bakanlıktan bir ekip geldi. Pamukkale bölgesi için turizm plan taslağı hazırlayacaklar. Sonuçta ortaya bölgesel bir turizm kompleksi çıkacak.

Ben onları önce Pamukkale köyünde gezdirdim. Köyü turizm alanı ilan etmeyi düşünüyorlar. Kahveye gittik. Orası o dönem muhtarlıktı. Önce onunla konuştuk. Muhtar bize, “Mehmetçiğim sen buraya getirdin ama bizim insanımız bu tür gelen gideni sevmez, sen al bunları buradan götür” dedi. Biz üsteleyince istemeye istemeye bizi kahveye götürdü. Orada muhtar haklı çıktı. Kahvedekiler bize cüzzamlı muamelesi yaptı. Günübirlik kazançları çok iyiydi o zamanlar insanların. Bunun hep böyle süreceğini sanıyorlardı. Bir de mülkiyet korkusu vardı. Bize söyledikleri kısaca şuydu: “Bizim buraları değerli, devlet gelip bizi yerimizden yurdumuzdan edecek, turizm falan diye bizim düzenimiz bozulacak…” Mantalite buydu.

Böyle olunca Bakanlıktan gelenler de bozuldu. Otele yerleştirip ayrıldım. Ertesi günü Karahayıt’ı görmek istediler. O zamanlar henüz birkaç toprak damlı ev vardı orada. Bırakın turizm havasını, yerleşim yeri havası bile yoktu. Böyle yoksul bir yer. Onları Karahayıt köyünde bir kahveye götürdüm. Kırmızı suyu görünce şaşırdılar. Bu arada insanların sıcak davranışlarından etkilendiler. Kahvedekilerin “aman Bakanlık elimizden tutsun” havasında olması da onlara hoş geldi. Zaten bakir bir alan, planlama da nispeten kolay. Hal böyle olunca Karahayıt’ın turizm imar planı içine alınıp bir turistik merkez haline getirilmesinin temeli o gün atıldı. Akabinde planlar hazırlanıp devreye sokuldu. Bu arada Pamukkale köyüne hiçbir şekilde dokunmadılar, zaten köy de kendi kendini imha etti, tüketti, bitirdi. Allahtan daha sonra Kocaçukur düzenlendi de görüntü biraz kurtarıldı.

5

PAMUKKALE SUYUNA İLK ANALİZ

Karahayıt’ta oteller sonradan hızlı biçimde çoğalmış. Peki, ilk turistik oteli kim kurdu?

İlk Kazmayı ben vurdum. Ama orada tek başına kalmak olmazdı. O nedenle güçlü yatırımcılardan bildiğim insanların yatırım yapması konusunda elimizden gelen gayreti gösterdik. Richmond, Colossae, Polat, Pam oteller böyle kuruldu.

Karahayıt’ın oteller bölgesi olması ile birlikte orada bir termal sağlık kompleksi fikri var. Daha doğrusu böyle bir kompleks için girişimler yapılmış. Bunlardan en bilineni PATERO girişimi. PATERO’nun ömrü vefa etmiyor. Proje de yatıyor haliyle. Daha sonra iş Pamukkale Üniversitesine havale ediliyor. Üniversite rektörünün yaptığı da kaç yıldan beri “yapıcaz-edicez” cinsinden beyanatlardan öte geçmiyor. 2013 yılındaki sözlerini geçtiğimiz haftalarda neredeyse harfiyen tekrarlayarak vaatlerini sürdürüyor. Yani her gelen bu işte bir hayır olduğunu inkar etmiyor ama elini taşın altına sokma cesareti göstermek yerine ipe un seriyor.

Ben bu konuya çok kafa yordum. Bu çok ciddi bir olay. Fakat kulaktan dolma bilgilerle piyasada başarılı olunmaz. Ben Hierapolis oteli ve örenyeri içindeki Pamukkale otelin işletmesini almış olmam nedeniyle büyük bir tecrübe edindim. Önce şunu söyleyeyim, biz Denizli bölgesi olarak inanılmaz bir şansa sahibiz. Termal bu işin can damarı. Dünyanın aşağı yukarı bütün termal merkezlerini inceledim. Yayınlarına ulaştım, sularının analizini Pamukkale suyunun analizi ile karşılaştırdım. Pamukkale suyunu ilk defa İstanbul Üniversitesi’nde ben tahlil ettirdim. Nitekim o zaman hazırladığımız otel tanıtım broşüründe bu analiz raporundaki bilgilere yer verdik.

4

SUCU MUSTAFA MUCİZESİ

Antik havuz işletmesini nasıl aldınız?

450 yataklı tatil köyünü yaptıktan sonra, bu işlerin ancak birlik ve beraberlik içinde gerçekleşeceğine inandım. Hemen örgütlenmeyi ön plana çıkardık ve DENTUROD’u kurduk. Dönemin Valisi Oğuz Kağan Köksal’dı. Bizi moral olarak epeyce destekledi. Hatta Özel İdareye ait olan antik havuz işletmesini bize teklif etti. DENTUROD olarak bazı arkadaşların aklına yatmadı. Bu durumda ben ihaleye girdim ve kazandım. Epey yüksek bir kira bedeli teklif etmiştik. Öyle ki, o dönem Denizli özel idare bütçesi 55 milyon falandı. Bu bütçenin dörtte birini ben tek başıma karşılıyordum. İlk işimiz altyapısını düzenlemek oldu. Travertenlere giden atık suların önünü kestik. Vidanjörlerle atık suları her gün temizliyorduk. Tuvaletleri mutfakları ve diğer hizmet alanlarını elden geçirip yeniledik.

Zaten bir süre sonra Hacettepe Üniversitesinden bir ekip hazırladığı projeyle travertenlere giden su kanallarını düzenlemiş galiba.

Evet ama oranın asıl kahramanı Sucu Mustafa’dır. Onun da hikayesi var, anlatalım. Sucu Mustafa Pamukkale’ye 25 yıldır çeki düzen veren adam. Bizden yaşlıydı. Tek başına suyu bir yerden keser, diğer tarafa yönlendirir, böylece travertenlerde dengeli bir beyazlık oluşmasını sağlardı. O olmasaydı, Pamukkale simsiyah olup giderdi. Bir zaman sonra Üniversiteden ekip gelip bizi buldu. Rölöve çalışmalarına başladılar, zaman zaman bize danıştılar ama epey zorlandılar. Ben de onları alıp sucu Mustafa’ya götürdüm. Onun deneyim ve tecrübesi onların çok işine yaradı. Neticede şimdiki kanallar Mustafa’nın tecrübesinin ürünü olarak inşa edilmiştir.

2

PAMUKKALE İÇİN SEMPOZYUM

Bir ara konuşurken, Pamukkale’nin dünyada eşi bulunmaz bir özelliği var demiştiniz. Nedir bu özellik?

Evet, eski Turizm Bakanlarından Bahattin Yücel döneminde, 1997 de istifa etmeden önce ilk defa “Pamukkale’nin Geleceği” diye bir sempozyum düzenledim ben otelde.

(Not: Bu sempozyum ‘ilk sempozyum’ olmayabilir. 1990 Mayıs ayında Pamukkale ile ilgili çok önemli bir sempozyumun toplandığı ve Aziz Nesin, Doğan Kuban, Cengiz Bektaş gibi isimlerin bu sempozyuma konuşmacı olarak katıldıkları biliniyor-Y.T.)

Otelin altında yaklaşık 400 m²’lik fizik tedavi ünitesi hazırlamıştım. Burası için de yurtdışından termal tedavide kullanılacak yeni teknoloji ürünü aletler getirmiştim. Bölümün otelde açılışını Bakan yapacaktı. Bu açılış kuru kuru olmasın diye, Cuma Cumartesi ve Pazar’ı kapsayan üç günlük konaklamalı bir seminer ve sempozyum haline getirdik. Sempozyum düzenleyicisi DENTUROD oldu. Bakan, Müsteşar, termal bölge olarak İzmir Balçova belediye başkanı, DEÜ rektörü, termal alanında uzman bilim insanları, Kütahya Dumlupınar Üniversitesi rektörü, Kütahya il özel idare müdürleri, Belediye başkanları, Eskişehir’den Başkan Yılmaz Büyükerşen ve daha başka konukları bir araya getirdik. Onları üç gün ağırladım ve iki gün boyunca Pamukkale Turizmi tartışıldı.

KIRMIZI VE BEYAZ SU BİR ARADA

Bu özelliğin ne olduğuna yanıt vermedik hala?

Şimdi o eşi bulunmaz özelliğimize gelelim. Bunun farkında değiliz. Termal suların bir özelliği var. Bu özelliklerine göre ön plana çıkarlar. Pamukkale’de aynı anda hem beyaz su var, hem de kırmızı su var. Oysa dünyanın hiçbir yerinde kırmızı ve beyaz suyun aynı yerden çıktığı termal merkez yok ya kırmızıdır suyun rengi, ya da beyazdır. İkisinin bir arada çıktığı tek merkez Pamukkale’dir. Bunu hiç kimse ön plana çıkarmaz buradaki turizm ve termal çalışmalarında. Oysa tedavi sürecinde bu iki rengin bir arada bulunması önemlidir. Kırmızı su sizi yumuşatır, rehavet sağlar, beyazı ise dinlendirir, enerji verir, canlandırır.

Konuyu toparlamak gerekirse, Denizli turizmi içinde Pamukkale’nin önemini anlatmaya gerek yok ama bir turizm merkezi olarak tanıtıma ihtiyacı olduğu hep söylenir. Sizce bu konuda neler yapılabilir?

Pamukkale tanıtımı için ilk olarak çok iyi organize olmak lazım. Şu anda bir rüzgar var. Bu rüzgarla termal turizmi ya ön plana çıkartacağız ya da önceki yıllarda olduğu gibi toplantılar seminerler yapılacak, herkes birbirini ağırlayacak, yenilip içilecek ve yerinde sayılacak. Şimdi artık bu yol geçerli değil. Zaten başta Denizli, böyle pek çok başarısız örnek var.

Ben bundan sonrası için oldukça umutluyum. Özellikle Büyükşehir Belediye Başkanı Zolan, Bakanlarımız, Müjdat Keçeci, Ticaret Odası, DENTUROD’un şimdiki yöneticileri bu olayın arkasındalar. O nedenle bu işin artık olmaması için sebep yok. Yabancı turiste yönelik özel bir çabamız sürekli olmak zorunda. Ekip kurmak çok önemli. Hizmet sektöründeki aksayan yanları o ekip tespit edip ortaya koymalı. Farklı meslek örgütlerini bir araya getirmeli. Bildiğimiz önlemler çağdaş yöntemlerle desteklenmeli.

***

Mehmet Kayalıoğlu ile yaptığımız söyleşi oldukça uzun. Henüz bir bölümünü yayınlamadık. Ama asıl söylemek istedikleri yayınladığımız bölümler arasında. O nedenle kalan bölümlerin çok önemli olmadığını düşünüyorum.

Bir de kendisinin hazırladığı ve Pamukkale’deki termal ve turizm çalışmalarının nasıl bir yol izlemesi gerektiğini içeren taslak metni var. Dikkate değer bir takım notlar içeriyor. Bu notların ilgililer için daha fazla önemli olduğu aşikar. O nedenle burada yer vermek çok gerekmeyebilir. Zaten kendisi o notları turizm konusunda ilgili mercilere ve bürokratlara ileteceğini belirtiyor.

 

GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ…

$
0
0

gecmis-zaman-olur-ki-10-03-2015-h

gecmis-zaman-olur-ki-10-03-2015-h

Geçmiş zamanda yolculuğa; iş ve siyaset dünyası ile çeşitli meslek gruplarından dostların fotoğraf kareleriyle devam ediyoruz.

gecmis-zaman-olur-ki-10-03-2015-22
KÜÇÜKER AİLESİ’NDEN
Denizli’de tekstil denilince ilk akla gelenlerdendir Küçüker Ailesi. Kente ekonomik ve istihdam alanında yadsınamayacak katkıları olan aileden Besalet Küçüker, Nezahat Küçüker, Nejat Küçüker ve Mustafa Küçüker bir arada…

gecmis-zaman-olur-ki-10-03-2015-23

ŞİMDİ EMEKLİLİĞİN TADINI ÇIKARIYOR
Makine Mühendisi Şeref Hazer için “çoooook çalıştı çok” desek abartmayız. Fotoğraf karesinde eşi Hatice Hanım ile birlikte gördüğünüz Şeref Bey, şimdilerde ise o çok çalışmanın acısını çıkartıyor gibi.

gecmis-zaman-olur-ki-yeni-haber-arasi

gecmis-zaman-olur-ki-10-03-2015-32

DOSTLAR BİR ARADA
Bir davet ve masanın etrafında buluşan Nermin Başer, İrfan Başer, Ali Güre, Nevzat Karalp ve arkadaşları, dostlar meclisi oluşturmuş, gecenin tadını çıkarıyorlar.

gecmis-zaman-olur-ki-10-03-2015-42

BİR ZAMANLAR SİYASETTEYDİLER
İmran Eraslan ve Yaşar Akın, eski ama eskimeyen dostlardı. ANAP’ın iktidar olduğu yıllarda da Denizli Teşkilatı’nda yönetici olarak görev aldılar. Sonra ikisi de siyasetten koptu ve araya bir de acı kayıp girdi. Ebediyete göç eden Yaşar Akın’ı rahmetle anıyor, İmran Eraslan’a ise sağlık içinde uzun ömürler diliyoruz.

gecmis-zaman-olur-ki-10-03-2015-husnu-okumus

DUAYEN SAHİLİ SEÇTİ
Denizli’de uzun yıllar Hürriyet gazetesinin büro şefi olarak görev yapan, daha sonra gazetenin İzmir bürosunda mesleğini sürdüren, bir ara Yeni Asır’ın büro şefliğini yapan, bugün Deha 20 olarak yayın hayatını sürdüren (Yirmi) yerel gazetenin kurucusu olan Hüsnü Okumuş, emeklilikte yaşam için Didim’i seçti. Eşi Nermin Hanım ile birlikte sessiz ve sakin bir yaşam süren dostumuzu bu vesileyle bir kez daha anıyoruz.

Dünden bugüne yolculuk…

$
0
0

zeki-akakca-gezenin-gunlugu-h

zeki-akakca-gezenin-gunlugu-h

Antik kentten başlayıp günümüze doğru yürümek diye tanımladığımda yapılan etkinliği abartmış olmam. Zira Attuda adıyla antik dönemde varlığını sürdürüp bu gün Hisar köy adıyla bunu tescilleyen yerdeyiz günün ilk saatlerinde. Hisar köyün (daha doğrusu eski Hisar köy) en yüksek noktasında toplanıp kahvaltımızı yapıyoruz.zeki-akakca-gezenin-gunlugu-7Rotamız buradan başlayarak Tekkeköy’e uzanacak çünkü. Yürüyüş amaçlı gerçekleşecek olan bu etkinlik güzergahın uzun olması ve kısmen çamurlu alanlardan geçileceği için dayanıklılık ve ekipman gerektiriyordu.zeki-akakca-gezenin-gunlugu-1Kahvaltının ardından Hisarköy’ün içinden batıya vadiye doğru inip antik yol kalıntıları arasından cılız akan dereyi aşıp karşı yamaçlara vuruyoruz kendimizi.

zeki-akakca-gezenin-gunlugu-5Kızılçam ormanları ve çam kürleri arasında çiçek açmış az sayıdaki yaban erikleri içinden yürüyüp karşı tepelere, Gıran Mevkii’ne ulaşıyoruz.

zeki-akakca-gezenin-gunlugu-6Önceden keşif amaçlı gezip inceleme yaptığımız bu yerlerde nerede ne yapacağımızı da biliyoruz aslında. Kahvaltı sonrası zorlu olan etabın bu bölümünü atlattıktan sonra bir müddet düz yoldan ilerleyip sonrasında yine bayır aşağı inip bir başka vadiye yöneliyoruz. Burası Yeşilyurt köyü yoluna çıkan bir orman yolu.zeki-akakca-gezenin-gunlugu-14zeki-akakca-gezenin-gunlugu-dik-2

Vadi tabanındaki dereye indiğimizde biraz çamurdan hırpalanmış biraz da yorulmuş halde bu kez yolun karşısına geçip Tekke yolu olarak da bilinen orman içi yolda dinleniyoruz. Bu bölüm daha çok kiraz ağaçları ve eriklerle kaplı, bazı bölümlerinde ise çınarlar bulunan bir bölge.

Uzunca bir süre bu güzergahta yürüdükten sonra Aydın - Denizli sınırlarına yakın bir belden aşarak bu kez öğle yemeği molası için burada gizli kalmış bir yaylada mola veriyoruz.

zeki-akakca-gezenin-gunlugu-dik-3

Güzel geçmekte olan bir yürüyüşte zaman zaman yorulmuş olsak da uzun sayılacak bir mesafeyi yürüyor olmanın keyfini yaşıyoruz.

Günün ikinci yarısında yaptığımız yürüyüş daha çok iniş şeklinde geçiyor ve fazla zorlanmıyoruz. Ekibimizin yürüyüş performansı son derece iyi. Planlanan sürede bitiş noktamız olan Tekkeköy’de olacağımızı umuyoruz.

Yaşlı çınar ağaçlarının yoldaşlığı suyu azalmış derelerin sakinliği arasında yer yer çiçek açmış ağaçları izleyerek antik kentten günümüze doğru giden yolun sonlarına yaklaşıyoruz.

zeki-akakca-gezenin-gunlugu-15

Ulaşacağımız yer ise yine bir başka özellikli yerleşim alanlı Sultan Sarı Baba Türbesi’nin olduğu Tekkeköy’e inmeye çalışıyoruz.

zeki-akakca-gezenin-gunlugu-16

Burası daha çok bir ova köyü denecek vasıflarda. Köy pek sakin ve bu mevsimde az sayıdaki nüfusta tarla-bahçe işlerinde olduğu için köyde duman tüten baca dahi göremiyoruz.

zeki-akakca-gezenin-gunlugu-dik-11

Tekkeköy’e yaklaşırken karşı tepelerde kurulu Tırkaz Köyü’nün manzarasına dalıyoruz. Tepenin üstünde kurulu şirin ama yalnız bir köy gibi geliyor Tırkaz bize.

Aslında her biri bir yörük köyü olan bu yerler yakın tarihimizin ve kültürümüzün de son temsilcileri. Ama bunun farkına varıp anlamak, görüp gereğini yapmak gerek.

Virajlı yollardan ilerleyerek Tekkeköy’e girdiğimiz zamanlarda zaman çoktan akşama yönelmiş oluyordu.

Köyün üst bölümünde (aslında merkezinde demek gerek) bulunan türbe, mezarlık ve o mezarlık içindeki ağaçlar ile mezar taşları her biri ayrı bir mesaj verme telaşında. Tabii ki anlayanlara. Onlara bakıyor dalında her zaman kurban kesilerek günümüz inancına göre dilekler tutulan ardıç ağacına bakıyoruz.

zeki-akakca-gezenin-gunlugu-17

Dünden başlayıp bu güne ulaştığımız yürüyüşümüzde antik dönem yapılarından günümüz yapılarına bir kıyas yapma gereği bile duymuyoruz.

zeki-akakca-gezenin-gunlugu-18

Çünkü insan her dönemde kendine yakışan ve yararlı olanı bulup yaşamış. Tıpkı bugün ve yarınlarda olacağı gibi.zeki-akakca-gezenin-gunlugu-dik-6

Antik kentten başlayıp Selçuklu ve Osmanlı izlerini alıp Cumhuriyet dönemiyle sarmalayıp bize sunan Tekkeköy’de noktaladığımız 18 kilometrelik yürüyüşümüz hafızalarımızda “bir bahar günü dünden yarına gittiğimiz rota“ olarak kalacak.

 

ALT BİLGİLER: Yürüyüş yaz, kış demeden her mevsim yapılabilir. Orta zorlukta bir parkur. Günü birlik etkinliklere uygun. Sonbahar daha görsel olabilir. Su sorunu olabileceği için yürüyüşçülerin yanında yeterince su bulundurması önerilir. Yemek konusu ise yine katılımcıların yanında olmalı. Yörede bu ihtiyacı karşılayacak mekan yok. Tekkeköy’den başlanıp Hisar Köye geliş pek önerilmez. Daha ziyade Hisar Köy’den Tekke’ye gidiş şeklinde planlamak gerekir.

zeki-akakca-gezenin-gunlugu-13

ULAŞIM:Hisar köye kadar araçla gidilip buradan yürünebilir. Araç Tekkeköy’e geri dönerek orada bekler ve ulaşım sorunu yaşanmaz.

zeki-akakca-gezenin-gunlugu-8

Farklı rota düşünülürse mutlaka etüd yapılmalıdır.

zeki-akakca-gezenin-gunlugu-4

GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ…

$
0
0

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-16-03-2016-h

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-16-03-2016-h

Yerelden ulusala siyasette yer alan isimlerin yanı sıra, iş dünyasından ve spor camiasından fotoğraf kareleriyle yeni bir “geçmiş zaman olur ki”yi beğeninize sunuyoruz.

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-16-03-2016-8
PÜR DİKKAT İZLEYİCİLER
Bir dönem DYP saflarında aktif siyaset yapan Emre Berkman (önde) ve yanında Denizli Belediyesi eski İmar İşleri Müdürü Mustafa Mertcan ile eski Bayındırlık ve İskan Müdürü Fahrettin Altuğ (sonda), pür dikkat kesilmiş, sahneye bakıyorlar. Sohbet mi? Daha sonra kesintisiz sürdü.

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-16-03-2016-10
ÇALIŞMAYA MOLA, BİRAZ DA EĞLENCE
Ali Marım’ın Denizli Belediye Başkanlığı döneminde ekipten olan ve Belediye Başkan Yardımcılığı görevinde bulunan Coşkun Özkan’ı yoğun iş temposuna mola vermiş, eşi Aysel Hanım ile birlikte dans ederken görünce deklanşöre dokunuverdik. Böylece Özkan çiftinin çok nadir fotoğraflarından birisi ortaya çıkmış oldu.

gecmis-zaman-olur-ki-yeni-haber-arasi

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-16-03-2016-215
DENİZLİSPOR SEVDALILARI
Gazeteci Abdülgaffar Nemutlu (solda), tam bir Denizlispor fanatiğiydi. Karedeki diğer isim, yeşil-siyahlı camianın “Amigo Saim” diye tanıdığı, ölünceye kadar yeşil ve siyahtan başka renk tanımayan, takımın her maçında tribünleri coşturan Saim Kelçeoğlu… İki Denizlispor sevdalısını rahmetle anıyoruz.

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-16-03-2016-46

ŞİMDİ HİÇBİRİ SİYASET YAPMIYOR
Eski başbakanlardan ve ANAP lideri Mesut Yılmaz’ın, Denizli gezisi sırasında partinin il örgütünü ziyaretinde çektik bu fotoğrafı. Yılmaz, İl Başkanı Ali Acar’ın verdiği ANAP amblemli bir havluyu incelerken, partinin kurucularından eski milletvekili Aycan Çakıroğulları da yüzünden eksik etmediği gülümsemesiyle baktı objektifimize. Bir dönem siyasetin önde gelen isimleri, artık şimdi bir kenarı çekilmiş gelişmeleri takip etmekle yetiniyorlar.

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-16-03-2016-42

BABA-OĞUL OTOMOBİL BAKIYOR
İşadamı Mehmet Cillov, bir otomobil firmasının Denizli bayisinin açılışında. Yanında da oğlu Ali Cillov var. Babasıyla birlikte otomobil beğenisine çıkan o günlerin küçüğü Ali Cillov, şimdilerde 20’li yaşlarda bir genç.

SIRA DIŞI ROTA: Gülalan’dan Kestane deresine…

$
0
0

denizli-zeki-akakca-gezenin-gunlugu-gulalan-kestane-deresi-h

denizli-zeki-akakca-gezenin-gunlugu-gulalan-kestane-deresi-h

Buldan ilçe merkezinden Kestane Deresi ve Yayla Gölü rotası yürüyüş yapanların sıklıkla kullandığı rotadır. Buna alternatif olarak kimi zaman yangın gözetleme kulesi rotası da kullanılır, kimi zaman ise gölün kuzey doğusundaki eski yoldan Buldan’a iniş şeklinde rota çizilir. Ama Kestane Deresi’nden tırmanarak Yayla Gölü ve Süleymanlı Köyü’ne ulaşım o bölgedeki yürüyüş rotasının klasiği gibidir.

denizli-zeki-akakca-gezenin-gunlugu-gulalan-kestane-deresi-1

Oysa bilinen rotaların dışında olmak, farklı güzergâhtan yürümek her zaman farklı görüntüler, farklı güzellikler sunar.

denizli-zeki-akakca-gezenin-gunlugu-gulalan-kestane-deresi-2

denizli-zeki-akakca-gezenin-gunlugu-gulalan-kestane-deresi-6Bu inançla Buldan bölgesinde yapacağımız bir yürüyüşü planlarken bölgeyi iyi bilen dostlarımızdan Kenan Türkmenoğlu’ndan yardım isteyerek başladık.
Planımıza göre; Gülalan Köyü’nden başlayarak göl ile köy arasındaki dağı aşacak ve Yayla Gölü’ne inip, sonrasında Kestane Deresi rotasından yürüyerek Buldan’a ulaşacağız.

denizli-zeki-akakca-gezenin-gunlugu-gulalan-kestane-deresi-3

Denizli il merkezinden başlayan araçla yolculuğumuza Gülalan Köyü’nde ara verdik. Rehberimizin arkadaşı olan muhtarın evindeki çay molası ve yanımızda getirdiğimiz kahvaltılıklarımızı atıştırarak güne başladık. Muhtarın yol tarifi ve biraz bizimle yürümesi sonrası köyün dışına çıkıp aradaki tarla ve orman yolundan hedefimize doğru yürümeye koyulduk.

denizli-zeki-akakca-gezenin-gunlugu-gulalan-kestane-deresi-4

Güzel bir gün de hoş bir rotada idik. Mevsim sonbaharın başıydı, ağaçlar yaprak dökmek için hazırlık yaparken çam ağaçları da üzerindeki tozdan kurtulacakları sonbahar yağmurlarını bekliyordu.

denizli-zeki-akakca-gezenin-gunlugu-gulalan-kestane-deresi-5

Dağa doğru tırmandıkça karşılaşılan manzaralar yürüyen insanlara yorgunluğu unutturacak türdendi.

denizli-zeki-akakca-gezenin-gunlugu-gulalan-kestane-deresi-7
Aralarda verilen molalarda ağaçların yapraklarını dökmeye çalışanların sallaması bile yaprakları henüz dökemiyordu. Keyifli bir yürüyüşün ilerleyen saatlerinde Yayla Gölü’ne ulaşıyorduk öğle saatlerinin sonrasında.

denizli-zeki-akakca-gezenin-gunlugu-gulalan-kestane-deresi-8

Yayla Gölü’nü ilk gördüğümüz yerde grup fotoğrafı çekip göl sahiline doğru yürüyüşe geçiyorduk keyifle. Ne de olsa göl kenarında yemek molası ve dinlenme için zamanımız olacaktı.

denizli-zeki-akakca-gezenin-gunlugu-gulalan-kestane-deresi-9

Yayla Gölü her zaman olduğu gibi olanca güzelliğini ortaya sermekteydi. Yapraklar renk değiştirmeye kuşlar kış için yuva hazırlamaya çalışıyorlardı.

denizli-zeki-akakca-gezenin-gunlugu-gulalan-kestane-deresi-10

Göl kenarındaki çürümüş ağaçtaki bitkilerin yaşama tutunma telaşına kırmızı mantarlar eşlik ediyor, çiçekleri solmuş nilüferler kışa hazırlananlardan gibi duruyordu.

denizli-zeki-akakca-gezenin-gunlugu-gulalan-kestane-deresi-11
Sülük toplayıp onlardan şifa bekleyen ve hatta bunları satarak ekmek parası kazanma telaşındaki bir aile ise ilgi odağımız olmaya yetiyordu. Yayla gölünün sakinlerinden olan sülükler geleneksel tedavi yöntemlerinden biri olarak halen kullanılmaktaydı.

denizli-zeki-akakca-gezenin-gunlugu-gulalan-kestane-deresi-12

Günün bu saatinde artık mola verip güzellikler içinde hem dinlenmek hem ortamın keyfine varmak ve hem de yemeklerimizi yeme zamanıydı.
Yayla Gölü’nün ormanlık olan Buldan cepheli bölümünde çantalarımızdaki yemeklerimizi çıkartıp ortak sofra yaparak karnımızı doyurup sıcak çaylarımızı yudumluyoruz. Gölün sarı sazlarla kaplı orta bölümlerinden gelen kurbağa ve kuş sesleri bize eşlik ediyordu.

denizli-zeki-akakca-gezenin-gunlugu-gulalan-kestane-deresi-13
Mola zamanımızı tamamlayıp harekete geçerken arkamızda bıraktığımız güzelliklere tekrar tekrar bakarak ilerliyor ve Buldan merkezine doğru uzanıp giden ana yola çıkıyoruz. Buradaki kısa mesafeyi aştıktan sonra “Kestane Deresi” rotasına giriyoruz. Geçmiş kıştan kalan yıkılmış ağaçlar dağılmış orman yolları ve sonbaharın renkleri arasında yürüyüp gidiyoruz aşağılardaki Buldan merkezine doğru.

denizli-zeki-akakca-gezenin-gunlugu-gulalan-kestane-deresi-14

Adını kestanelerden alan Kestane Deresi’nin başlarında sezonun taze kestaneleriyle de buluşuyor birkaç tanesini anı olarak soyuyoruz.

denizli-zeki-akakca-gezenin-gunlugu-gulalan-kestane-deresi-15
Güneş akşam için hızla aşağılara inerken gölgeler arasında ilerliyoruz. Sert inişli dereleri aşarak çınar ağaçları altındaki cılız sulu dereye indiğimizde işimizin kolay olmadığını anlıyoruz. Zira patikadan ve kayalıklar arasında ilerlemek pek kolay değil.

denizli-zeki-akakca-gezenin-gunlugu-gulalan-kestane-deresi-17

Rehberimizin anlatımları sonrası yürüyüşümüzün sonuna yaklaştığımızı anlıyoruz. Arada gelen çoban köpeklerinin sesiyle birlikte Buldan merkezindeki Kestane Deresi sosyal tesislerini de görüyor ve günü sonlandırıyoruz.
Normalde başlangıç olan bu nokta bizim rotamıza göre bitiş oluyordu. Tersten başlayarak tamamladığımız bir uzun rotaydı bu. Yaklaşık 15 km dolayında yürüyen yol arkadaşlarımızın yorgun ama mutlu bakışları bizim de mutluluğumuz oluyordu.

Yeni güzelliklerin hayalinin başlangıcı da tam bu anlar olurdu hep…

denizli-zeki-akakca-gezenin-gunlugu-gulalan-kestane-deresi-18

Neden gidilmeli:
El dokumalarıyla ülkemizde ve yurtdışında marka bir ilçe olduğu için,
Doğası ve kültürü ile farklı olduğu için,
Yardımsever insanların ve güvenli esnafları olduğu için,

GÜZELLİKLER YAŞAMAK için Buldan’a gidilmeli…

Nasıl Gidilir: Buldan merkezden başlamak için aracınızla Kestane Deresi’ne ulaşmanız yeterli.

Sonrası biliyorsanız rotaya girebilir değilse yerli bir rehber bulmanız önerilir. Göle kadar olan bölüm tırmanış şeklinde ve büyük bölümü patika olduğu için orta zorlukta rota denebilir. Özellikle Kestane Deresi içinden yürürken düşme ve yaralanmaya karşı dikkatli olunmalı.

Ne yenir, nerede yenir? Eğer yanınızdakilerle yetinmiyorsanız (ki yetinmeyin) yaylada kebap ve toprak güveçte yoğurt önerilir. Ama olmazsa olmazı “Buldan simitleri”nden tatmaktır. Dönüşte ise Buldan ekmeği almayı unutmayın.
Kestane Deresi-Yayla Gölü rotası dışındaki bölümler için kesinlikle rehber alınması önerilir.

Yayla gölü her mevsim güvenle çadırlı ve normal kamp yapılabilecek görseli zengin bir bölgedir. Etkinlik sonrası ilçe merkezinden hatıra amaçlı el dokuması ürünlerden almak isteğe bağlıdır.

GÜVERCİN KARDEŞLİĞİ

$
0
0

denizli-isin-asli-guvercin-kardesligi-m

Hasan Kazdağlı, Adem Oklu, Hayri Ün, İskender Damgacı, Mete Mazı, Necdet Özer, Mehmet Özsoy, Basri Metin, Turgut Tok..Birbirine benzemeyen, her biri ayrı alanda faaliyet gösteren bu isimlerin ortak noktaları güvercin sever olmaları. Kimi küçük yaşlardan itibaren güvercin beslemeye başlamış, kimi gençlik yıllarında, kimi de güvercinsiz yaşayamaz olmuş. Mesela Yrd. Doç. Dr. Hayri Ün’ün 80 tane güvercini var. Aziz Yıldırım’ın cezaevinden çıktığı gibi güvercinlerine koştuğu söylenir. Rahmetli Rauf Denktaş, Ata Demirel ve Hakan Ural’da sıkı birer güvercin sever olarak anılır. Anlayacağınız mesele o kadar basit değil. Siz siz olun güvercin deyip geçmeyin, anlatacaklarımı dinleyin!
denizli-isin-asli-guvercin-kardesligi
*****************************************
ALT TARAFI KUŞ
Her şey İnşaat Mühendisleri Odası Eski Başkanı Yard. Doç. Dr. Hayri Ün’le sohbet ederken ortaya çıktı. O güne kadar kargadan başka kuş tanımayan bendeniz, Ün’ün ısrarlı, heyecanlı ve sevgi dolu anlatımıyla güvercinlere kulak kesilmek zorunda kaldım. “Alt tarafı kuş değil mi?” derken, öyle şeyler öğrendim ki, mutlaka aktarmalıyım: Güvercin bir kuş çeşidi ama o sadece bir kuş değil. Çünkü güvercin basit bir kuş değil. O sahibini tanıyor, evini biliyor, üstelik havada parende bile atıyor. O bir insan canlısı. O bir artist. Güzel olduğu kadar, hünerli de..

denizli-isin-asli-guvercin-kardesligi-hayri-un-damgaci-fuvercin
*********************************************
GÜVERCİN BARIŞ SİMGESİDİR
Güvercin gerek mitolojide, gerek kutsal kitaplarda, gerek sosyolojide sembol önemlere sahip. Güvercinle ilgili ilk dinsel bilgiler Tevrat’ta yer alır. Nuh Peygamber, tufanın dinip dinmediğini anlamak için bir güvercin uçurmuş. Güvercinin ağzında yaşamın sürdüğünü müjdeleyen bir zeytin dalıyla dönmesi onun evrensel barış simgesi olmasına yol açmış. Benzer biçimde güvercinin Hıristiyanlıkta da önemli bir yeri var. İncil’de Yahya tarafından vaftiz edilen Hz. İsa’nın başına “Kutsal Ruh”un beyaz bir güvercin olarak konduğu anlatılır. Bu nedenle güvercin Kutsal Ruh’un temsilcisidir. İslamiyet’te Hz. Muhammed’in Kureyşlilerden kaçarken Sevr Dağı’nda sığındığı mağaranın girişinin örümcekler tarafından ağla kapatıldığı, bir güvercinin de orda yuva yaparak onu kurtardığı aktarılır. İslamiyet’te aileye bağlılığın simgesi olan güvercin, insanlar arasında gönülden gönüle sevgi taşıyan bir hayvan olarak da bilinirmiş. Güvercinin bu denli önemle benimsenmesinden dolayı onlara birçok binada kuş evleri yapılmış. Anadolu’daki ilk örnekleri 16. yüzyıldan başlayarak camilerde, köprülerde, kütüphanelerde ve sivil mimarlık yapılarında görülebilir.
denizli-isin-asli-guvercin-kardesligi-guvercin
**************************************
SADECE DENİZLİ’DE YETİŞEN GÜVERCİN IRKLARI VAR
Şimdi bu girişten sonra güvercinleri tanımaya başlayabiliriz:
Güvercinlerin de aynı insanlar gibi Irk özellikleri var. Biz nasıl, beyaz, siyah, melez, sarı ırklara mensupsak, onların da çeşit çeşit ırkları var. Sadece Denizli’ye özgü Azman, Dolapçı, Yoz (Tokur) ve Katal isimleri ile uzun yıllardır yetiştirilen 4 adet ırk var. Bu dört adet güvercin ırkı Denizli ve yöresine özgüdür ve dünyada sadece burada yetiştirilir. Denizlililer sadece yetiştirmekle kalmayıp, örgütlenmişler de. Denizli’de güvercin ırklarının korunması ve ıslah edilmesi ile ilgili kurulan ilk dernek Güvercin Evi, 2000’lerin başında kurulmuş ve günümüze kadar halen faaliyetlerini sürdürüyor. Bu dernek aracılığı ile güvercinlerin envanteri çıkartılmış, bu kuşların fiziksel ve uçuş özellikleri belirlenmiş ve hazırlanan internet sitesi ile tüm dünyaya duyurulmuş. Avrupa Uçucu ve Dönücü ırklar federasyonu (EFU) üyelerinin Denizli’ye yaptıkları ziyarette güvercinler onlara tanıtılmış, güvercin fotoğrafçılığı yapan Thomas Hellman’da bizzat bu güvercinleri fotoğraflamak için Denizli’ye kadar gelmiş..

Selem-Reklam

HAYRİ HOCA GÜVERCİN KİTABINI YAZIYOR
Güvercin yarışmaları da yine bu yıllardan itibaren gerçekleşmiş, 2010 yılında düzenlenen yarışmanın bir de ünlü misafiri olmuş. Pascal Naouma. O yarışmada Azman ırkı birinci seçilmiş. Azman’ın özelliği dünyada çok az sayıda olması. Yani anlayacağız Azman, dünyada kendinden başka kuş tanımıyor. Güvercin Evi’nin ardından Ladik Güvercin Kültürü Derneği’de kuruldu. Hayri Hoca’nın Denizli’nin kuş ırklarını anlatan bir kitap hazırlığında olduğu biliniyor, belki ilerde paneller ve sempozyumlarla Denizli’nin özel ırkları tüm dünyaya tanıtılacak.

denizli-isin-asli-guvercin-kardesligi-guvercin-severler-toplulugu
*****************************************
BİRAZ TARİHİ BİLGİ
Hazreti Mevlana ve çelebilerinin de güvercin yetiştirdiği 1200’lü yıllarda Selçuklu Türkleri’nde de güvercincilik çok yaygındı. Anadolu Selçuklu devletinin hüküm sürdüğü şehirlerde özgün ırklar boy gösteriyordu. Denizli’nin dolapçı ırkı o dönemde çok muteber olmalıydı ki, 1254 yılında yapımı tamamlanan Akhan Kervansarayı’nın giriş kapısında ana süsleme figürü olarak kullanılmış. Günümüzden 20-30 yıl öncesine kadar Denizli’nin Sırakapılar ile İstiklal Mahallelerinde neredeyse her evde güvercin beslenirmiş. Güvercinlikler özenle ve çok temiz tutularak, nesilden nesile aktarılır, evlerin kapı girişleri de bu sevginin bir göstergesi olan güvercin figürleri bulunurmuş.

İŞTE SİZE GÜVERCİN KARDEŞLİĞİ
Denizli’nin ünlü güvercin severlerini başta saydım. PAÜ eski Rektörü Prof. Dr. Hasan Kazdağlı, eski Özel İdare Genel Sekteri Adem Oklu, İnşaat Mühendisleri Odası eski Başkanı Yard. Doç. Dr. Hayri Ün, DTO Başkanı Necdet Özer, Doç. Dr. Turgut Tok, Denizlispor eski başkanlarından Mehmet Özsoy, Damgacı Sarrafiye’nin sahibi İskender Damgacı, Mazı Kereste’nin sahibi Mete Mazı, Sebat Döviz’in sahibi Basri Metin, Doğan Rulman’ın sahibi Ramazan Doğan, OSB Md. Yard. Niyazi Ertürk. Bu isimlerin arasına Aziz Yıldırım’ı rahmetli Rauf Denktaş’ı, Ata Demirel ve Hakan Ural’ı da sayabiliriz.

denizli-isin-asli-guvercin-kardesligi-2

GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ…

$
0
0

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-23-mart-2016-h

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-23-mart-2016-h

Denizli’nin renkli isimleriyle geçmiş zamanda yolculuğu sürdürüyoruz. Siyaset, hukuk, sağlık ve iş dünyasından karelerle geçmiş yılları bir kez daha yad ediyoruz.

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-23-mart-2016-6

İKİ BAŞKAN YAN YANA
Hakim Tahsin Durmuşoğlu, uzun yıllar Denizli Adliyesi’nde hakim olarak görev yaptı. Aynı zamanda Adalet Komisyonu Başkanlığı görevinde bulundu. Duayen hukukçu Avukat İsmet Kayhan da Denizli Barosu Başkanlığı görevinde bulundu. Bir etkinlikte iki başkan yan yana gelince, biz de o anı ölümsüzleştirdik.

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-23-mart-2016-15

ESKİ PARTİDAŞLAR
Kemal Aykurt (solda), Süleyman Demirel’li yıllarda başladığı siyasette bir dönem DYP lideri Tansu Çiller’in de yakınındaki isimlerden oldu. Avukat Uğur Saraçoğlu da hem AP hem de DYP’de çeşitli kademelerde görev yaparak, bir nefer gibi alıştı siyasi görüşüne uygun olan bu partilerde. Şimdilerde siyasette yolları ayrılan iki eski dost eşleriyle birlikte…

gecmis-zaman-olur-ki-yeni-haber-arasi

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-23-mart-2016-23

BU SOHBETİN KAHVESİ EKSİK
Dr. Mehmet Karabulut ve eşi Füsun Hanım ile Metin Vural ve eşi Beyhan Hanım, eski Denizli geceleri buluşmalarının birisinde görülüyor. Bir köşeye çekilen dostlar sohbet ederken dedik ki, kahveleriniz eksik…

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-23-mart-2016-40

VEHBİ BEY NAZAR BONCUĞU GİBİ
Özkardeş’lerin otomotiv sektöründe faaliyet gösterdiği yıllardan bir açılış fotoğrafını paylaşıyoruz sizlerle… Ev sahiplerinden Esma Özkardeş, Nursel Esenlik, Güzin Nemutlu ve Dr. Vehbi Esenlik ile birlikte…

denizli-gecmis-zaman-olur-ki-23-mart-2016-61

HİLMİ BEY YİYECEKLERLE MEŞGUL
Bir davette açık büfenin başında yakaladığımız Esra Çopur Güler ve Hilmi Güler, fotoğraf talebimize “hayır” demedi. Esra Hanım, objektifimize gülümseyerek bakarken, Hilmi Bey tabağını doldurmakla meşguldü.


TERMAL KABUK DEĞİŞTİRİYOR!

$
0
0

denizli-de-turizm-yasar-tok-termal-kabuk-degistiriyor-h

denizli-de-turizm-yasar-tok-termal-kabuk-degistiriyor-h

Bölge ekonomisinin en önemli kaynakları yer altında. Bunların başını termal ve maden çekiyor. 1980’li yıllar bir tür milat olmuş. Devletin o yıllarda ülkenin yer altı kaynaklarına gösterdiği sorumsuz ilgiden en çok nemalanan bölgelerden biri olarak Afyon-Denizli hattı öne çıkmış. Teşvikler, kolay ruhsatlandırmalar,  krediler ve çevre duyarlığından yoksun, neredeyse rastgele verilen izinler özellikle maden sektörüne ivme kazandırmış. Sonraki on yıllarda doğa üzerindeki tahribatı belirgin biçimde etkilerini ortalığa saçınca bile önlem alma konusunda ayak sürüme devam etmiş. Bu gün hala maden sektörünün bölge düzeyinde yarattığı doğa katliamına yeterince önlem alınmıyor. Aksine bunun yanı sıra doğa ve yeraltı kaynaklarına dönük yatırım faaliyetleri, hız kesmeden devam ediyor. Yer yer arsızca süren bu yatırımları şimdilik çaresizce ve elimiz böğrümüzde izlemekten başka yapabileceğimiz bir şey yok. Yapabildiğimiz ölçüde yazıp çizmekten başka!

Termal kaynakların kullanımı ve esasları bu sürecin belki de en masum tarafını oluşturuyor. Her ne kadar hovardaca görünen termal kaynak kullanımı örneklerine rastlanıyor olsa da, maden ya da diğer sektörlerdeki kaynak israfı ve çevre tahribatı ile karşılaştırıldığında adını anmaya bile gerek kalmıyor.

SONDAJDAN PLANLAMAYA

Karahayıt’ta yatak kapasitesini arttırmaya dönük turizm yatırımları 1990 başlarından itibaren hızlanmış. Eş zamanlı olarak Karahayıt bölgesinde büyük arazi kapatmaları da başlamış. O güne kadar “birkaç pansiyon, birkaç hayvan damı ve bazı evlerden oluşan yerleşim alanı”, sonraki on yıl içinde tüm yatırımları toplamaya başlıyor. Hierapolis örenyeri içindeki oteller kapanıyor. Pamukkale köyünün rolü zayıflıyor. Teşvikler ve krediler Karahayıt’ta temerküz etmeye başlıyor ve böylece şimdiki turizm formatının haritası ilk o dönem şekillenmeye başlıyor.

Termal üzerinde devletin yatırım politikalarını yönlendirmesi de o dönemlere rastlıyor. Bu dizi yazı içinde en son yayınladığımız röportajda Mehmet Kayalıoğlu, kendi tanıklığını anlatırken, devletin planlamaya ilk müdahale dönemini 90’lı yılların başı olarak zikretmişti.

Ne ki tüm yatırımlar gibi, termal kaynak kullanımının masumiyetini zedeleyen bir süreç bu gelişmelerle birlikte başlıyor. Planlamanın yeterince kontrol edilmeyişi ve kaynak kullanımının disiplinsizliği nedeniyle herkes kendi termal kaynağını sondajlarla çıkarmaya başlıyor. Geleneksel olarak ‘kaplıca şifası’ anlayışından bir adım ötede olamayan bir zihniyet, giderek kısmen modernize olsa da, temel bir anlayış olarak varlığını bu güne kadar sürdürüyor.

“GODOT’U BEKLERKEN”

“Denizli’de Turizm” üzerine aylardır devam eden dizi yazılarımızın en ilgi çekici olması gereken bölümüne geldiğimizi düşünüyorum. Termal kaynakların kullanımı, termal turizm ve termal sağlık kavramlarında odaklanan bu günkü Denizli turizmi, son yıllarda gerçekleşen girişimlerle kısmi bir değişim dönemine girmiş gibi görünüyor. Bu saptamanın ne ölçüde gerçeği yansıttığını ilk bakışta görmek imkansız. Gerçi Pamukkale-Denizli yolunun nihayet yapılmış olması, termal yönetmeliği konusunda son yıllarda devam eden hazırlık süreci ve “termal destinasyon” öngörüsüyle il coğrafyasına bağlı bir kaç yerleşimin master plana dahil edilmiş olması değişimin göstergesi sayılabilir. Buradan yola çıkarak sektörel düzeyde bir değişimin yaşanmakta olduğu iddiası ortaya atılabilir. Ancak yine de değişim için bu olguların yeterliği ve hızını sorgulamadan geçmek mümkün değil. En önemlisi de turizm ilgilisi pek çok insanın, Samuel Beckett’in Godot’unu bekleyenlerin sabrına taş çıkartan, üniversiteye havale edilmiş durumdaki, yıllardır kazma dahi vurulmamış olan merkezi termal sağlık kompleksi veya ünitesini ‘tevekkülle’ bekleyişleri!

Biz bu gözlem, kanaat ve algımızı Termal Sağlık Turizmi üzerine bölgenin en ciddi yatırımcılarından Pam Otel ve onun sağlık kuruluşu olan Özel Nobel Termal Sağlık Merkezi’nin kurucu hekimi ve sorumlu müdürü olan Turgay Sehil ile paylaştık. Ancak bu sadece bir röportaj olmamalıydı. Asıl istediğimiz ‘Termal Sağlık’ uygulamasının Karahayıt’taki bir sağlık merkezi içinde günlük olarak nasıl programlandığını görmekti.

Bizi bir tam gün boyunca standart termal tedavi programına alıp uygulama alanında misafir etmesini istedik. Böylece hem termali fiilen yaşamış olacaktık, hem de yazdıklarımızın bir öyküsü olacaktı. Bu arada Dr. Turgay Sehil ile de uygulama ve genel termal sorunlarını tartışıp konuşma imkanımız doğacaktı.

Sonuçta hafta içi bir gün planladık ve bir tam günü bu çalışmaya ayırdık. Gittik, termal tedavi programına girdik, arada Turgay Bey ile sohbet ettik, gözledik, fotoğraf çektik ve tam olmasa da bize yazılan programı tamamlayıp ayrıldık.

denizli-de-turizm-yasar-tok-termal-kabuk-degistiriyor-1

BİR ŞORT BİR TERLİK

Yaşadığımız termal deneyiminin çok özel bir tarafı yoktu doğrusu. Kendimi kısmen işi gücü hafta ortası asıp gelmiş biri gibi hissettim. Biraz tatil havası diyelim.

Saat sabahın 9’unu az geçe sağlık merkezindeyim. Dr. Turgay Bey ile sözleştiğimiz gibi. Henüz bir gün önce soruyorum, “neye ihtiyacım olur” diye. “Bir şort, bir de terlik olsun, gerisi keyfine kalmış” diyor. Ama ben çoğu zaman olduğu gibi temkinliyim ve aldığım her şeyi yedekliyorum. Neredeyse diş fırçasını da yedekleyeceğim. Orta boy sırt çantam tıka basa dolmuş. Geç kalma kaygısıyla Pam Otel bünyesinde yer alan Nobel Tıp Merkezinin bahçesini kat edip camekanlı kapısından aceleyle içeri giriyorum.

Dr. Turgay Sehil, merkezin kurucu hekimi. Aynı zamanda mesul müdürlüğünü yapıyor. O nedenle neredeyse uçan kuştan haberi var. İçeri girer girmez kendisi ile randevumuz olduğunu belirtiyorum resepsiyondaki görevliye. Kendisine haber verip beni odasına götürüyorlar. Bir- iki hafta önce yüz yüze görüştüğümüz için tanış sayılırız, sıcak biçimde merhabalaşıyoruz.

Merkeze girdiğinizde, kendinizi ciddi biçimde böyle bir sağlık ortamı içinde hissediyorsunuz. Sanki doktorlar, sağlık görevlileri, kayıtlar, programlar… sizi bir sağlık kompleksine sokuyor. İşin başında doktorlar ve sağlık personelinin bulunduğunu bilmek bu psikolojiye hazırlayan başka bir etmen. Bu arada personelin ilgisinin özel bir misafir olarak sadece bana yönelik olmadığını gözlüyorum. Yaşlılar, engelliler, fiziki rahatsızlığı olan hastalar ve dıştan hasta gibi görünmeyen ama programa dahil olanlar… gerekli ilgiyi görüyorlar.

denizli-de-turizm-yasar-tok-termal-kabuk-degistiriyor-5

Dr. Turgay Bey refakat eden personele benim geliş nedenimi açıklayıp program hazırlamaları talimatını veriyor. Bana dönüp “bekleyelim, arkadaşlar hazırlasın, bu arada bir şeyler içelim” teklifinde bulunuyor. Sadece su istiyorum.

“Program boyunca konuşma fırsatımız olur mu” diyorum, “fırsat buluruz” diyor. Bu arada suyumuz-çayımız geliyor ve çoktan konuya girmişiz bile.

Turgay Bey Türkiye’de termal örneklerini özetliyor ve İzmir’de Balçova termal tesislerine olan ilgisini anlatıyor. Balçova tesislerinin farklılığını, kurulduğu dönemden bu yana bilimsel bir program izlediğini, bilim insanlarının daha profesyonel olduğunu ve işletmeyi turistik bir tesis olarak nasıl kurumlaştırdıklarını özetliyor.

Balçova termal tesislerinin ne zaman kurulduğunu biliyorum. O bölgedeki Dokuz Eylül Üniversitesine ait hastane ve tedavi merkezinin termal tesislere ilgisi olabileceğini kestirmek için kahin olmak gerekmiyor. Bir de İzmir’de bu tür termal tedavi için merkez bürokrasinin de göz bebeği olduğunun farkındayım.

denizli-de-turizm-yasar-tok-termal-kabuk-degistiriyor-4

DENİZLİ TURİZMİNİ TERMAL YÜKLENMEK ZORUNDA

Ancak Pamukkale ile karşılaştırma yaptığınız zaman başka bir sorun ortaya çıkıyor. Bunu Turgay Bey’e açıyorum: “Balçova’daki termal eski bir kuruluş, güçlü bir kadrosu olmalı. Turizm ya da para kazanmak gibi kaygıları vardır ama asıl kaygıları bunlar olmayabilir. Bunun sebebi Pamukkale’den farklı olarak şu olabilir mi: Orası İzmir turizmini kaldırmak zorunda değil. Oysa burada termal ve bağlı etkinlikler Denizli turizmini yüklenip kaldırmak ve sürüklemek zorunda.”

 “Tabi ki termal turizmi Denizli’yi tekstille beraber, belki de tekstilden daha güçlü bir şekilde sırtlayabilir” diye yanıtlıyor Turgay Bey.  Sonrasında devam ediyor. “Bu tamamen kuracağınız sisteme bağlı bir şeydir. Turizm zaten öyledir. Onu önce planlamak gerekiyor. Şimdi sağlık turizminden söz ediyorsak termali sağlık turizminin dışında tutamayız. Sağlık turizmi bir medikal turizmi ve termal sağlık turizmi olarak ikiye ayrılır. Aslında birbiriyle rekabet halinde olan iki unsurdur. Medikal turizm nerede, hastanelerde yapılıyor. Kalp, ortopedik ameliyatlar, diş gibi birçok unsurları var medikal turizmin. Medikal turizmde Türkiye’nin başarılı olmasının nedeni, özel hastanelerde ekiplerin olmasıdır. Bu aynı zamanda standart medikal sağlık hizmetidir.  Yurt dışında bir ameliyata girecekse ilk dikkat edeceği şey doktorudur. Ya da ameliyatı kim yapacaksa o! Ya da estetik cerrahına gidecek, ilk dikkat ettiği şey doktorudur. Sonra doktorla beraber hastanenin kombinasyonu, yetenekleri, cihazları bunları dikkate alır. Dolayısıyla biz en büyük sıkıntıyı şurada yaşıyoruz: Termal turizmi 30-40 yıldır Pamukkale dahil tüm Türkiye olarak bu unsurların dışında tuttuk. Sanki doktor olmayacak bu işin içinde, sağlık personeli olmayacak, sağlık ekipmanı, cihazları olmayacak gibi algıladık. Suya girin çıkın iyileşirsiniz çok iyi gelir anlayışındaydık. Sağlık turizmini eğer sağlık ekibinden, sağlıkçılardan ayrı tutarsanız başarılı olamazsınız. Türkiye bunu 40 yıldır denedi ve nihayetinde gördü. O nedenle Termal turizm Türkiye’de ve özellikle burada bir kabuk değişimi yaşıyor” diyor.

Bir anda röportaja dönüşüyor bizim sohbet. Ben soruyorum, o yanıtlıyor, ben görüşümü söylüyorum, o açımlıyor, bu minvalde yarım saat kadar devam ediyoruz.

KAPLICALARDA DOKTOR ZORUNLU OLMALI

Sağlık turizmi kategorisinde görüyorsanız, uygun ekipman ve sağlıkçı kadronuz olması gerekmez mi? Bu açıdan Karahayıt termal tesislerinde durum nedir?

Turizm deyince evet insanları gezdirebilirsiniz, eğlendirebilirsiniz,  turizm olsun diye her şeyi yaptırabilirsiniz. Ama söz konusu sağlık olduğu zaman muhakkak ekibiyle, kadrosuyla ekipmanıyla ve donanımıyla var etmek zorundasınız ki sağlık turizminde başarılı olabilesiniz. Ve termal turizmi de bundan bağımsız tutamazsınız. Termal bir turizmdir bunun sağlıkla ilgisi yoktur derseniz dünyanın hiçbir yerinden size insan gelmez. Balçova örneğini o yüzden verdim.  Neden Türkiye’de sadece Balçova’ya geliyor insanlar, Norveçlerden, Almanyalardan diğer ülkelerden? Çünkü 60 kişilik sağlık ekibi olan bir yer. Türkiye’de diğer termal otellerin hiç birinde değil 60, 6 tane bile personel yoktur. Doktoru saymıyorum, sağlık personeli yoktur. Sağlık bakanlığının yayınlamış olduğu termal otellerin kaplıca yönetmeliğinde bir tane doktor bir tanede sağlık personeli öngörüyor. Doktorda tam gün değil cerrah da olabilir uzman olsun yeter diyor. Yani bir tane doktorla anlaşma yapın o doktor bir ay boyunca uğramasa da oluyor. Bir tane sağlıkçı oluyor otelin içinde. Onunla siz termal otel oluyorsunuz, Türkiye dışından hasta getirecek ve burada tedavi edeceksiniz,  iyileştirip göndereceksiniz!

DEĞİŞİM YAVAŞ YAŞANIYOR

Bu koşullarda sözünü ettiğiniz kabuk değişimi nasıl tezahür ediyor?

Şimdi insanların termali tercih etmesinin, termal bölgeye termalin olduğu bir bölgeye gelmesinin nedeni zaten kendi evlerinde şehirlerinde yaşadıkları yerde de çözüm bulamadıkları hastalıklarını burada çözmek, gidermek içindir. Dolayısıyla eğer siz böyle bir iddiaya sahipseniz, insanlar bu nedenle sizin termal bölgenize geliyorsa, o zaman burada sizin onlara geldikleri yerden çok daha iyi donanım, ekip ve sistem sunmanız lazım. Kabuk değiştiriyor dediğim temel unsur bu. Ana öğe bu. Yani Türkiye ve Pamukkale sağlık ekibi olmadan; sağlık turizmi yapıyorsak ve insanlar buraya sağlıkları için geliyorsa, hasta olmaları gerekmiyor ama daha iyi bir sağlığa ya da yaşlanmayı geciktirmek hastalıkları engellemek için bile gündelik takılmak, dinlenmek için geliyorsa burada yine asgari düzeyde danışabilecekleri hekime, hizmet alabilecekleri sağlık personeline ihtiyaç var. Asgari düzeyde onlara bilimsel nitelikte bir şeyler kazandırabilecek sisteme ihtiyaç var. Bu olmazsa adına dünyanın hiçbir yerinde sağlık demiyoruz. Kabuk değiştirme, bunlarla beraber gerçekleşiyor. Biz Nobel olarak alt yapıda ilk etapta eğitilmiş ve deneyimli bir sağlık personelinin varlığı ile yola çıktık. İlk alt yapı çalışmamız buydu.

Denizli’de Pamukkale ve Karahayıt bölgesindeki termallerde bu sözünü ettiğiniz kabuk değişimi ne zamandan beri yaşanıyor? Hızlı mı, yavaş mı uyumsuzluk var mı? Muhtemelen var uyumsuzluk. Bu uyumsuzluk nasıl giderilecek?

Çok hızlı diyemeyeceğim ama çok yavaş da olmayan bir kabuk değişimi bir süredir yaşanıyor. Değişimin ana motivasyon etkeni bölgenin termal unsurlarıyla ön plana çıkması ve döviz kazandırıcı hizmetler içinde tekstille yarışmaya özendirilmesi. Bu insanların aklında hep olan bir şey, kimse bu konuya yabancı değil. Yıllarca alışılagelmiş bir Pamukkale turizmi dediğimiz, günlük tur sıkıntısı demeyeyim de günlük turlarla dolan bir bölgemiz var. Günlük turlarla dolan bu bölgede oteller, restoranlar ve diğer turizm unsurları açıkçası felç olmuş durumdaydı.

“ORADAN İNSANLAR GELEMEYEBİLİR”

Daha doğrusu gündelik turizme alıştırıp, günü kurtarma politikasına teslim etmiş mi diyelim?

Aynen öyle. Yıllardır bu bölgeye fayda sağlamış ama giderek zarar vermeye başlamış. Bundan kaynaklı, hiçbir turistik operasyonun bunun dışına çıkamaması gibi bir gerçekle karşılaşmışız. Oteller ve turizmin içindeki diğer unsurlar bu gelir kaynağını tek, daimi bir gelir kaynağı olarak seçmiş, tercih etmiş ve bu şekilde devam etmiş. Kabuk değişiminin gerçekleşmemesinin ya da yavaş gerçekleşmesinin bir nedeni bu! Önümüzde hazır bir pasta var diye yeni yatırımlara, yeniliklere çok ihtiyaç duyulmamış. Son yılda Rusya krizi, farklı yerlerde patlamaların olması turizm camiasında artık farklı yerlere yönlenmemizi zorluyor. “Oradan insanlar gelemeyebilir” denilmeye başlandı. Buna yavaş yavaş uyum sağlanmaya başlandı. Mesela, ‘www.termal iyi gelir.com’ gibi bütün otellerin içinde olduğu oluşumun aslında bundan 10 yıl önce başlaması gerekiyordu.

denizli-de-turizm-yasar-tok-termal-kabuk-degistiriyor-6

PAMUKKALE TURİZMİ KIRILGAN, ÇÜNKÜ…

Rusya krizi de dahil tüm yaşananlar Türkiye’nin geleneksel konjonktürüdür. Çok sık yaşadığımız süreçlerdir. Jeopolitik konum itibariyle ve Ortadoğu ile ilişkiler düzeyinde baktığınızda da böyledir. Yaşananların turizme etkisi, Denizli’de daha belirgin oluyor. Peki, turizm neden bu kadar kırılgan? Çok çabuk etkileniyor. Tamam Türkiye’nin jeopolitik konumunun yarattığı zaman zaman kaos düzeyine varan süreçler var. Bunlar insanları ürkütür, korkutur, turizm dediğiniz şey sonuçta keyfi bir şeydir bunun etkilenmesi doğal ama buna rağmen kurumsal bir kimliği olması gerekirken turizm olgusunun, niye Pamukkale turizmi bu kadar kırılgan ve hemen etkileniyor?

Pamukkale turizminin bu kadar belirgin etkilenmesinin nedeni bölge turizminin kendisine ait olmamasından kaynaklanıyor. Yani burada turizm kendine ait unsurlarla ön plana çıkmamış. Zaten sıkıntı buradan doğuyor. Antalya’dan, Marmaris’ten Fethiye’den, Kuşadası’ndan ya da yurt dışı satışlarıyla guruplar geliyor. Yurt dışında ‘Pamukkale turu’ adı altından satışlar gerçekleşiyor. İnsanlara yurt dışında bir haftalık Antalya paketi satılırken, ‘ben sizi bir gün de Pamukkale’ye götüreceğim’ diye tur satıyorlar. Öyle bir noktadayız ki Pamukkale yazmaya utanıyorlar. Hierapolis turu yazıyorlar. Laodikeia turu yazıyorlar. Pamukkale kavramı o kadar kötü suiistimal edilmiş ki, Pamukkale turu dediğinizde insanların ilk aklına gelen, ‘Pamukkale’ye götürecekler bize halı satacaklar, şunu satacaklar ya da bunu satacaklar’ korkusu oluyor. Adı kirletilmiş bir unsurdan söz ediyorum. İnsanlar Pamukkale’yi çok cüzi rakamlarla gelip görmüş. Dünya değeri bir yer. Bu kırılgan olmasında ne olsun. Biz arka bahçe konumunda kalmışız Pamukkale unsuruyla beraber. Ve bu kadar doğal kaynağın ve bu kadar doğal güzelliğin ve bu kadar güzel bir iklimin olduğu bir bölge ancak bu kadar pespayece pazarlanabilir.

denizli-de-turizm-yasar-tok-termal-kabuk-degistiriyor-3

OTELCİ DOKTOR PANSİYONCU SAĞLIKÇI

Sadece halı satmak mı? Masaj lüks bir şey sayılıyor hala.

Evet, bu böyle pazarlanmış ve yazık olmuş. İnsanlar artık Pamukkale kavramını kullanmayacak düzeyde. Hierapolis turları ile insanları kandırarak buraya getirmeye çalışıyorlar. Bu acı bir gerçek kırılganlığın ana etkeni. Antalya’ya insanlar gelmezse size kimse gelmiyor. Şimdi insanlar yavaş yavaş şunu anlamaya başladılar. Biz çok değerli bir yerdeyiz. Yeşili var, ormanı var, beyaz travertenleri var, tarihi kültürü var, sıcak suları var; bu kadar doğal kaynakları olan farklı bir yer burası. İnsanlar diğer yerlerle arasındaki farkı görebiliyorlar.

Mesela otelci doktor, pansiyoncu sağlık memuru gibiydi düne kadar. Bu durumun etkisi yok mu?

Turizmciler bunu değerlendirirken sağlık bakanlığından ya da sağlıkçılardan yardım alırlar. 20-30 yıl boyunca bizim gibi bölgeler bazı üniversite hocalarından, doktorlardan talep etmişler. Doktorlar da, bir bölge nasıl sağlık unsuru haline getirilebilir, bir tesis nasıl sağlık alanında hizmet eder hale getirilebilir, bunu bilmediklerinden gitmişler otellere demişler ki “bak ben sana rapor veriyorum” Bu raporda ‘Buradaki sıcak su, buna buna buna iyi geliyor bunu kullanabilirsin’ demiş. Böylece otelci doktor olmuş, pansiyon sahibi sağlıkçı olmuş. Her sıcak su kuyusu açan sağlıkçı olmuş. Ve bunu biz dünyaya pazarlamaya çalışmışız insanlar bize gülmüşler. Birde hocaların telkin etmiş olduğu herkesin otelinin önüne astığı raporu vardır. Herkes bunu gösterip benim suyum iyi geliyor gelin şifa bulun diye insanları kandırmaya çalışmış açıkçası. Ben bunu şuna benzetiyorum: Sağlık Bakanlığı bir ilaç çıkartıyor. Ve siz bu ilacı alıyorsunuz, hekim değilsiniz ama diyorsunuz ki ‘bu ilacı istediğiniz gibi kullanın’. İyi de bu ilaç ne zaman kullanılır, ne kadar kullanılır, hangi hastalıklarda kullanılmaz, hangi dozajda kullanılır, ne kadar sürede kullanılır, yan etkisi nedir? Bunları siz doktor kontrolü olmadan piyasada kullanıma açarsanız felaketle karşılaşırsınız. Biz termalde bunu yapmışız. Türkiye’de Balçova dışında yabancı hasta alan termal işte bu ve benzeri nedenlerle yok.

denizli-de-turizm-yasar-tok-termal-kabuk-degistiriyor-2

PASTADAN 20 MİLYAR ALMAK ZORUNDAYIZ

Kabuk değiştirme bunun neresinden başlıyor? Çünkü anlattığınız kadarıyla neresinden tutsanız elinizde kalıyor.

Kabuk değiştirme nedir? Termallerin başında muhakkak bir sağlık ekibi olacak. Doktor olacak. Doktorsuz sağlık turizmi olmaz, bu birinci kural. İkinci kural, dünya ile yarışabilmek için bizim gerçekten modern ve gelişmiş tıbbımız var. Bu gelişmiş ve modern tıbbımızı biz termal kentlere dahil edeceğiz. Ne yapacağız, ekipmanlarımız olacak, ekiplerimiz olacak, tedavi yöntemlerini diğer ülkelerdeki yöntemlerden daha karşılaştırılabilir daha rekabet edilebilir şekilde ön plana çıkaracağız. Ve insanlara şunu diyeceğiz. “Biz sizinle aynı sağlık standardına sahibiz ama bizim sizden farklı olarak iklimimiz var, kültürümüz var, tarihimiz var, kaynaklarımız var, doğamız var, yeşilliğimiz var, siz bize gelin” diyeceğiz.  400 milyar dolarlık pastadan en azından bir 40 milyar doları kapabilmek adına Pamukkale gibi her kentimizi, her doğal termal kaynağımızı sağlıkla güçlendireceğiz. Bu söylediklerimin hepsi sağlık bakanlığı tarafından alt yapısı kurulan faktörler. Bir kentin ruhsatlandırılması, bir sağlık merkezinin ruhsatlandırılması, bir otelin ruhsatlandırılması artık Turizm Bakanlığından Sağlık Bakanlığının eline geçiyor.

ALTYAPISIZ DEĞİŞİM OLMAZ

Ben bir turistim diyelim. Mesela Akdeniz ülkelerinden birine gitmeden önce aklımda egzotik bir şeyler kurarım. Orada gördüğümde beni etkileyecek, biraz büyüleyecek şeyler. Mekanlar,  konaklama, yeme içme kültürü, eğlenme kültürü, sanatı, tarihi, edebiyatı gibi… Bütün bunları izlemek görmek veya yaşamak için kendimi iyi hissetmek isterim. Denizli’ye insan geldiği zaman bunu nasıl hissedecek? Neyini egzotik bir şekilde kafasında kurabilir? Malzeme yok mu, var. Ama bu malzeme ne alt yapıya dönüşebilmiş, ne de kullanılabilir mekânsal özellik kazanabilmiş. Hal böyleyken kent ve Pamukkale nasıl kabuk değiştirecek?

Termal, sağlık turizminden söz ederken çantanızda bulunması gereken birinci şeydir. O olmazsa yola çıkamazsınız. İkinci sırada sizin söylediğinizi düşünürsünüz. İnsanlar buranın neyine gelsin? Yani ne bekliyor? Biz beklentilerini karşılayabiliyor muyuz diye sorulur? Bu iş belediyelere ve il yönetimlerine düşüyor. Biz yaptığımız çalışmalarla Pamukkale’yi Türkiye’nin resmi anlamda ilk sağlık kenti, kür ve rehabilitasyon bölgesi olmak üzere planladık. Sağlık Bakanlığı tarafından ilk bölge olarak ön plana çıkarıldı, alt yapısını birlikte oluşturduk. Asgari olması gerekenleri bu çerçevede zaten hazırladık. Yani şöyle düşünün; buraya yurt dışından geldim, bir yürüyüş yolumun olması lazım, sabah kalkıp ormanda koşabileyim, en kötü ihtimalle yaşadığım şehirden farklı güzel temiz bir oksijen ortamım olabilmeli. İşte bu, bahsettiğiniz cazip unsurlardan bir tanesi olabilir insanların buraya gelmesini sağlayan.  Sonra dinlenmek adına eşimle birlikte çıkıp Almanların promenade dedikleri çiçekli, bahçeli bir yerde yürüyebileyim. Ya da ben çıktığımda güzel bir ortamda, eski sokakların içinde olduğu bir yerde alışveriş yapabileyim. Ya da boş zamanlarımda o kentte sağlıkla ilgili sorunlarımı giderirken öyle bir yer olmalı ki, oranın kültürel niteliği uygun olarak halı dokuyabileyim, bana bunu öğretsinler. Zeytinyağı, sabun üretsinler, oranın gelenekleriyle ilgili ne varsa bunu gözlemleyebileyim ve bunu ilişkilendirebileyim!

Ya da fotoğraf makinemle çıkıp o tarihsel mimari dokuyu fotoğraflayabileyim. Peki, bunların tümünü bir arada bulabilecek bir düzenlemeyi nasıl sağlayacaksınız?

Aslında bunlar sağlıkla ilişkili şeyler. Bir biz bir bölgeyi Kür ve Rehabilitasyon bölgesi olarak tanımlarken bütün bu özellikleri giydirmek durumundayız. Tedaviye fayda sağlayabilecek bir hekim olarak hastanın iyileşme azmini artırmak, moral değerini yükseltmek adına bütün bu unsurları kullanmak zorundayım. Hekimler olarak madem bizim başrolümüzde yapılıyor, destekleyici unsurlarda il yönetimlerinin bize destek olmasını sağlayacak şeyleri de talep ediyoruz. Hatta onunla da kalmıyoruz il yönetimleriyle ve bu işlerde yetkili olan bütün kademelere, yurt dışında nerede nasıl yapıldığını göstermek üzere geziler düzenletiyoruz.  Bunlar yapıldı.  İl yönetimleri yurt dışında hangi sağlık kentinde hangi faktörler var, bunlar nasıl işliyor hepsi planlandı. Ağır gitmesinin nedeni, bu işin Türkiye’de o kadar yıldır çok kötü bir şekilde suiistimal edilmiş olması. Bahsettiğimiz yan gelir kaynakları sürekli günü birlik turlar da dahil boşluğu doldurmuş. Belediye olsun, valilik olsun fark etmez ili yönetmekle mükellef birini zorlayacak olan, onu teşvik edecek olan en başta buradaki kuruluşlardır. Pamukkale için ve bundan gelir sağlayacak kuruluşlardır.

Bir bölümünü yayınladığımız sohbet aslında daha da uzayacak gibi duruyor. Bunun önüne geçmeliyim. Daha programa girip çıkacağım, oradaki uygulamayı ve yöntemlerini hikaye edeceğim falan derken, onlarca sayfaya ulaşacak bizim termal macerası. O nedenle susuyorum. Turgay Bey hala anlatıyor. Belli ki epey dolu. Aynı zamanda dört başı mamur bir sağlık merkezi yaratmış olmaktan dolayı haklı olarak heyecanlı. “Neyse” diyorum nezaketi yitirmeden, “daha devam ederiz gün içinde nasılsa, ben programa dahil olmak üzere hazırlanayım” deyip su için teşekkür ederek yerimden kalkıyorum.

(Devam edecek)

Karagöl kararıp, Gökçay kurumadan…

$
0
0

denizli-gezenin-gunlugu-karagol-karayip-gokcay-kurumadan-h

denizli-gezenin-gunlugu-karagol-karayip-gokcay-kurumadan-h

İnsan “adını aldığına çeker” denir birinin başkasına benzediğini anlatmak için.
Doğada da böyledir belki. Kara; esmer, siyah, yanık tenli, koyu renk anlamında kullanılır günlük konuşmalarda. Bazen de yer, mevki tarif etmek gerektiğinde. Kara armut, Kara Mehmet, Kara dağ, Karaçay vb. gibi.

denizli-gezenin-gunlugu-karagol-karayip-gokcay-kurumadan-1

Karagöl de böylesi bir tanımlama ile adını almıştır kuşkusuz. Yeşilin koyuluğu, canlılığı ve suyun rengine atıf yapmak istenmiştir belki de. Onlarca, belki de yüzlerce yıl yayla olarak kullanılmış olan bu bölge kendi özelliklerini kendi içinde saklar.

denizli-gezenin-gunlugu-karagol-karayip-gokcay-kurumadan-2

Bir kültürün yaşanıp bittiği yerdir Karagöl. Orada çocuklar dünyaya gelmiş yaşlılar bu dünyadan göçüp gitmiştir. Sevinçler, hüzünler yaşanmış; yağmur, kar yağmış, güneş açıp çevreye ısı-ışık saçmıştır. Karagöl şimdiler de yaşanmış ve kaybolmuş kültürün enkazları üzerindedir.

denizli-gezenin-gunlugu-karagol-karayip-gokcay-kurumadan-3

Bu özel yere gidip görmek, yaşayıp dönmek ve o zaman dilimine ait güzel anları-anıları görseliyle paylaşmak beni mutlu etmiştir her zaman. Bu kez yine kış mevsim sonuna doğru yolumu o tarafa düşürüp ortak payda da buluştuğum dostlarımla hoş zaman geçirmeyi denedim.

denizli-gezenin-gunlugu-karagol-karayip-gokcay-kurumadan-4

Günün ilk saatlerinde Beyağaç merkezinde açık havada kahvaltı ile başlayan macera ilerleyen zamanlarda bdenizli-gezenin-gunlugu-karagol-karayip-gokcay-kurumadan-6ölgenin merkeze yakın yaylası Yumaklı’da verdiğimiz mola ile aralanmış oldu.

 

Yumaklı ki her mevsimde güzelliğini kaybetmeyen insanların baktıkça geçmişe yolculuk yaptığı yerdir. Yaylanın düzündeki yaşlı karaçam altında kurulu çoban evi ve ağıl çok şey anlatır anlayana. 

Mevsim gereği düzlük ve çukur alanlarda toplanan su ortaya bir de göl tarzı görüntü çıkarmış ki ortaya o da ayrı bir güzel. Buralarda fazla oyalanmadan Karagöl bölgesine olan yolculuğumuza devam ediyoruz. 

denizli-gezenin-gunlugu-karagol-karayip-gokcay-kurumadan-7

Göl gediği denilen mevkii den bakınca Karagöl’ü uzaktan görme şansı yakalıyoruz. Kapalı hava nedeniyle yeşilin ve diğer renklerin canlılığını hissetmesek de burada yürüyüp yeşil dokunun içerisinde kaybolup gitmeyi hayal ediyoruz.

denizli-gezenin-gunlugu-karagol-karayip-gokcay-kurumadan-8

Grubumuzla orman içinde epeyce yürüdükten sonra Karagöl’ü üstten gören bir açıklıkta durup nerede olduğumuzun farkına varıyoruz. Bu mola herkese iyi de geliyor aslında.

grandberk-tabildot-ara-reklam

Hem dinlenmek hem de çevreyi gözlemlemek keyif veriyor herkese. 

denizli-gezenin-gunlugu-karagol-karayip-gokcay-kurumadan-12

Yıkılmış ağaçlar üzerinden yürüyüp anıtsal nitelikli ardıç ağaçlarına dokunup seyrettikçe bir başka ruh haline geçiyoruz sanki. Buralarda durup çevre hakkında bilgi paylaşımlarında bulunuyoruz dostlarımızla.

denizli-gezenin-gunlugu-karagol-karayip-gokcay-kurumadan-14

Ve zamana bağlı yaşamlar için kısa zamanda daha farklı yerler görme isteği ağır bastığı için göl sahiline inmeye başlıyoruz. Çevredeki Sarı nergisler, sıklamenler, çiğdemler ve diğer çiçekler her birimizde farklı anıların canlanmasına da vesile oluyor. Çiçekler diyoruz ama ille de kır çiçekleri… 

denizli-gezenin-gunlugu-karagol-karayip-gokcay-kurumadan-16

Göl kenarına indiğimizde sahilden içeriye doğru çekilmiş bir göl buluyoruz karşımızda. Bu mevsimde tam dolu olması gereken göl ne yazık ki suyunu kaybetmekte.

denizli-gezenin-gunlugu-karagol-karayip-gokcay-kurumadan-17

Göl kenarında grup olarak anı fotoğrafımızı çekip doğu sahilinden Karagöl’ü izleyerek yürüyoruz. Yüzlerce yıllık karaçam ağaçları arasından yürüyüp gölün taştığında suyunun aktığı yöne ilerliyoruz.

denizli-gezenin-gunlugu-karagol-karayip-gokcay-kurumadan-18

Arada küçük göletler oluşturarak ağaçların yansımasını bizlere sunan doğanın bu güzel sürprizlerini izleyerek Gökçay’a doğru iniyoruz.

denizli-gezenin-gunlugu-karagol-karayip-gokcay-kurumadan-20

Geçtiğimiz yerlerde küçük yaylalara, su kaynaklarına rastlıyor ve derelerin suyunu akış yönünde yürüyoruz. Ne zaman ki Gökçay’ın çağlayarak akışının sesini duyuyoruz o zaman yaklaştığımızın farkına varıyoruz. Küçük derelerin çaya ulaşmak için aceleciliğine tanık olurken karşımıza birde şelalecikler çıkıyor. Bu mevsimin güzelliği bu olsa gerek diyor ve bu ortamın keyfine varmaya çalışıyoruz. 

denizli-gezenin-gunlugu-karagol-karayip-gokcay-kurumadan-21

Gökçay bir yandan kıvrılarak akarken diğer yandan ona güç vermek için tepelerden aşağılara uçarcasına akan sulara bakıyor ve coşkumuzu çevremizdeki dostlarımızla paylaşıyoruz.

denizli-gezenin-gunlugu-karagol-karayip-gokcay-kurumadan-22

Günün sonuna doğru tepelerden bakınca suyu az gibi görünen Gökçay’ın kenarına kadar inmeye karar veriyoruz. O coşkulu akan çay ve o akışa kayıtsız kalmayan yaşlı ağaçlar, çiçekler ve gökyüzü…

denizli-gezenin-gunlugu-karagol-karayip-gokcay-kurumadan-23

Buradan ayrılmamak gerek diye düşünürken kapanan hava ve tek tük atmaya başlayan yağmur. Misafirliğin de bir süresi olduğunu fısıldıyordu hafiften kulağımıza. Gökçey kenarından ayrılıp yukarılara doğru tırmanıp gelişimizde kullandığımız rotanın yakınından bir başka patika bularak dönüyoruz.

denizli-gezenin-gunlugu-karagol-karayip-gokcay-kurumadan-24

Karagöl ve Gökçay ile olan gönül bağımızı sağlamlaştırarak bu özel yerlerden ayrılıp aracımıza doğru yol alıyoruz. Gökçay ve çevresinde bir başka zamanda kamp yaparak bu güzellikleri tekrar yaşamak dileği ile dönüyoruz. F 25

Bekle Karagöl; yine geleceğiz, bekle Gökçay; kekikler açıp keklikler öttüğünde orada olacağız…

Nasıl gidilir: Bölgeye gidiş için Beyağaç ilçe merkezine kadar asfalt yol ile ulaşım mümkün. Ancak sonrası için ilk 9 km orman yolundan tırmanış sonrasında ki 7 km orman içi kısmen tırmanış sayılabilecek yoldur. Arazi aracı ya da benzeri yüksek araçlar önerilir.

Ne yapılır: Çadırlı kamp dahil günübirlik piknik, yürüyüş ve Gökçay da yüzülebilir.(Yaz aylarında yangın tehlikesi yüksektir dikkatli olmak gerekir ) Yaz aylarındagölde su bulunmaz. Göl kurudur.

Yemeklik malzemeler ve diğer ihtiyaçlar Beyağaç ilçe merkezinden karşılanabilir. Yine ilçede lokanta, pideci gibi mekanlardan yemek ihtiyacı giderilebilir. Konaklama için herhangi bir tesis yoktur ancak acil durumlarda belki resmi kurum misafirhaneleri kullanılabilir.

Yürüyüş için rota hafif sayılır. Yerel rehber alınması ve kişisel hareketlerden (tek başına yürümek ve gezmek gibi) kaçınılması önerilir.

GENÇLİK MERKEZİ NASIL GÖMÜLDÜ?

$
0
0

denizli-seval-uysal-genclik-merkezi-isin-asli-m

Denizli Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Zolan, Kınıklı’da Gençlik Merkezi yapılacağı müjdesini verdi. Bu haber bizi çok sevindirdiği gibi eskilere de götürdü. Bugün Forum Çamlık’ın bulunduğu yere…

Eskiler,  “Hafıza-ı beşer nisyan ile maluldür” der. Günümüz Türkçesiyle söylersek; “Unutkanlık insanlık halidir.” İnsan unutma eğiliminde ise, toplumsal hafıza da zayıf anlamına gelir. Mesela şimdi sorsak, kaçınız Gençlik Merkezi’ni hatırlar? Boşuna “Söz uçar, yazı kalır” denmemiş! Gelin şimdi tarihin tozlu rafları arasında Gençlik Merkezi’nin ne olduğuna, nerede olduğunu ve başına neler geldiğine bakalım:

Eskiler bilir; Demokrasi Meydanı’nın bulunduğu alanda belediyenin asfalt şantiyesi vardı. Çamlık ve Kınıklı imara açıldıktan sonra mahalle arasında kaldığı için şantiye Aktepe Mahallesi’ne taşındı. Dönemin Belediye Başkanı Ali Marım bu alan için bir prestij proje hazırladı. Meydan, Park ve Gençlik Merkezi üçlüsünden oluşan bu projenin en önemli ayağı Gençlik Merkezi olacaktı. Marım’ın anlattığına göre içinde sinema, konser, tiyatro salonları, spor alanları, sergi salonları planlanan bu merkez, Denizli Belediyesi’nin de tarihinde ikinci büyük kültür yatırımı olacaktı. Bildiğiniz gibi ilk kültür yatırımı Çamlık Açıkhava Tiyatrosu’dur. 1985 yılında Belediye Başkanı Ziya Tıkıroğlu’nun inşa ettirdiği 3 bin kapasiteli amfi tiyatro, o sıralar Başkan’la milletvekillerinin arasını açmış, ANAP’lı vekiller “şimdi sırası mı?” deyip,  “gereksiz!” yatırım gözüyle baktıkları tiyatronun açılışına bile katılmamışlardı.

Gençlik Merkezi’nin temeli Tıkıroğlu’nu üzen o “tatsız” olaydan 12 yıl sonra, 1997’de atıldığında tam sırasıydı!

1992 yılında kurulan Pamukkale Üniversitesi hızla büyümüş, öğrenci sayısı 20 bine yaklaşmıştı. Ancak şehir merkezinde bu gençlerin vakit geçireceği tek bir sinema salonu ile bir Atatürk Etnografya Müzesi’nden başka bir şey yoktu!

CHP’li Başkan Marım, seçimlere iki yıl kala başlattığı bu prestij projeyi iki yılda tamamlamayı hedefliyordu. Ya da öyle sanıyordu!

Olmadı, Belediyedeki hesap, çarşıya uymadı!

İki yıl içinde bırakın tamamlamayı, inşaatın ancak kabası yapılabildi.  

1999’da yerel seçimler oldu ve Marım koltuğu rakibi Ali Aygören’e devretti. 

denizli-seval-uysal-genclik-merkezi-isin-asli-ali-marim

“Yap işlet devret” modeli DSP-CHP ağırlıklı meclisten döndü

DYP’li Ali Aygören göreve geldiğinde yüzde 40’ı tamamlanan ve 10 milyon harcanan gençlik merkezi inşaatını durdurdu. Gerekçesi; parasızlıktı. 2000’in başında da “Yap işlet devret” modelini ortaya attı, büyük firmalarla görüşmelere başladı.

Gerisini Aygören anlatsın:

“Biz göreve geldiğimizde gençlik merkezi atıl durumdaydı. İnşaat başlamış beton yığını halindeydi, tamamlanamaz durumdaydı.

Selem-Reklam

-Neden tamamlanamıyordu?

-Çünkü alelacele yapılmış bir proje, fonksiyonları gençlik merkezine uygun değil! İçinde sergi salonları, sinema salonları var ama bir de alışveriş merkezi var. Ruhsata baktığınızda da adı “Gençlik Kültür ve Alışveriş Merkezi” diye geçiyor. Anlayacağınız hem alış veriş merkezi olacak,  hem de gençlik merkezi olacak, yani ikisi bir arada olacak.”

Peki siz ne yaptınız?

“İnşaat kabada durduruldu. 2000 yılı başında Gençlik Merkezi’ni canlandırmak için Capitol Alışveriş Merkezi’nin sahibi Mustafa Aksoy’la proje üzerinde görüşmelere başladık. Projede değişikliklerle Capitol’e benzer şekilde yapalım “yap-işlet-devret” modeliyle ihale açalım istedik.17 milyon dolara anlaşabileceğimizi düşünüyordu. Bunun için Belediye Meclisi’nden yetki istedim. Ama yetki alamadık. İnşaat öyle kaldı”

-Belediye kendi olanaklarıyla yapamaz mıydı?

-Mümkün değildi. Belediyenin kendine yetecek kadar parası vardı. Yeniden düzenlenmiş proje ile bazı yerlerini yıkmak, bazı yerlerini yeniden yapmak gerekecekti. Ya tamamen belediyeye ait gençlik merkezi haline getirilecek, ya da yıkılacaktı.

- Şehrin merkezinde, 10 milyon harcanmış yüzde 40’ı tamamlanmış bir inşaat! O sıralar gençliğin gideceği bir alan da yok! Yıkımı bir kayıp değil mi?

-Bana kalırsa böyle daha iyi oldu. Forum Çamlık’ın içinde 10 tane sineması var. AVM’nin içinde sergi de açılabiliyor. Gençler orada vakit geçiyor. Önceki proje alelacele hazırlanmış, işlevsiz, fonksiyonel değildi. Buna rağmen yıkılmasını istemedim. “Yap işlet-devret” modeli olsun diye çok çaba harcadım.”

denizli-seval-uysal-genclik-merkezi-isin-asli-aygoren

Gençlik merkezi yerine AVM

Aygören’in “Yap işlet-devret” modeli 2001 yılında CHP-DSP ağırlıklı belediye meclisinden döndükten sonra inşaat 5 yıl daha öylece bekledi. “Yapsan yapılmaz, satsan satılmaz” bir “ölü yatırım” haline gelen “cenazenin” kaldırılması da AKP’li Nihat Zeybekci’ye kısmet oldu!..

2004 yerel seçimlerinde başkanlık koltuğunu Aygören’den devralan Zeybekci’de Gençlik Merkezi’ni belediyenin sırtında yük olarak gördü ve ilk açıklamayı Şubat 2005’te yaptı: "Burası bir alışveriş merkezi ve sosyal tesis olarak planlanmış. 400 adet dükkan yapılması için inşa edilmiş. Ancak ortada otopark yok. Binanın altyapı itibariyle alışveriş merkezi ve benzeri amaçlarla işletilmesi mümkün değil. Buranın turistik olmayan, ama toplantı, kongre ve benzeri aktivitelerin de yapılabileceği bir kent oteli olarak değerlendirilmesini istiyoruz."

Dedi demesine de O iş olmadı!

Başkan beş ay sonra belediyenin kaynak yetersizliği gerekçesiyle “alanı satalım” önerisinde bulundu. "Gençlik Merkezi'nin satılması veya kiralanması" önergesi AKP ağırlıklı meclisten 27 evet oyuna karşı 7 hayır oyu ile geçti. Belediye encümeni, 10 Mayıs 2005’te meclisten gerekli yetkiyi aldı ve 25 bin metrekarelik alanla ilgili imar plan değişikliklerine gidildi. 15. 12. 2005’te Multi Turkmall 18 milyon 160 bin YTL ile ihaleyi kazandı. 10 Aralık 2006’da Gençlik Merkezi’nin yıkımı başladı, 47 metre yüksekliğinde, 5 metre çapındaki kule, çökertme sistemiyle 5 saniyede yerle bir oldu.

Başkan Zeybekci “Merkezin satılmasıyla Denizli Belediyesi hem büyük bir yükten kurtuldu, hem de önemli bir gelir elde etti” açıklamasında bulundu.

Sonra bildiğiniz gibi yerine AVM yapıldı.

O sırada şehirde;

Kentin ihtiyaçlarını karşılayacak bir tek sinema salonu, yaz aylarında kullanabilen bir açık hava ve küçük bir oda tiyatrosu bulunuyordu. Kentin tek müzesi Atatürk Etnografya Müzesi’ydi. Kentin büyük bölümü kültürel ve sosyal ihtiyaçlarını iki kitapçı dükkanı ile daha çok dershane öğrencilerinin zaman geçirdiği Meserret Sokak’ta gideriyordu. Pamukkale Üniversitesi’nin öğrenci sayısı 20 bine yaklaşmış, şehir nüfusu ise 300 bini çoktan geçmişti!..

denizli-seval-uysal-genclik-merkezi-isin-asli-nihat-zeybekci

 

PAMUKKALE TERMAL SORUNLARI

$
0
0

denizli-yasar-tok-pamukkale-termal-sorunları-denizli-de-turizm-h

denizli-yasar-tok-pamukkale-termal-sorunları-denizli-de-turizm-h

“OTELCİ DOKTOR PANSİYONCU SAĞLIK MEMURU”

Birkaç yıldan beri Denizli’nin öncülük etmesiyle başlayan Termal Sağlık Yönetmeliği Sağlık Bakanlığı bünyesinde hazırlandı. Bildiğimiz kadarıyla Bakan’ın önünde ve imzasını bekliyor. Böylece Türkiye’de termal sağlık ilk defa yönetmelik hükümlerine bağlanmış olacak. Bu arada belirtelim, yönetmelik hükümlerinin neleri içerdiğini, nasıl bir termal sağlık yönetimi öngördüğünü, yerli ve yabancı sağlık personeli, personel eğitimi vb. konularında hangi koşulları ve ölçütleri zorunlu kıldığını henüz bilmiyoruz. O nedenle önyargı oluşturmamak kaydıyla şu notu iliştirmeden geçmeyelim. Yönetmelik hükümleri Turizm Bakanlığı ile yapılacak bir koordinasyonla uygulanacak olursa, yaşanan sıkıntıların önemli bir bölümü bertaraf edilebilir. Bunun ön koşulu ise değişiklik adı altında yazboz tahtasına dönmüş bir yönetmelik metni içinde hükümleri karmakarışık, konjonktüre ve ranta göre yeniden tasarlayan işgüzarlıklara izin vermemektir. Türkiye 2000’li yıllarda o kadar çok yönetmelik, tüzük, yasa ve hüküm değişikliğine tanık oldu ki, önemli bölümü ‘keşke hiç değişmeseydi’ dedirten değişikliklerle gelmişti. Hatırladığım son değişikliklerden bir tanesi Akkuyu nükleer santralini ve beraberinde doğayı sevmeyen, tehlikeli sonuçlara açık pek çok uygulamayı meşrulaştıran ÇED yönetmeliği olmuştu. Bir diğeri inşaat sektörüne her tür fırıldak için kapıyı aralayan ‘seç-beğen-al’ yönetmelikleriydi vs. Umarız çok iyi niyetli biçimde gündeme taşınıp hazırlandığını sandığımız termal yönetmeliği de aynı akıbete maruz kalmaz. Kuşkumuzun bir başka nedeni; Termal gibi nispeten az deforme edilmiş yeraltı kaynaklarının rant değerine bağlı olarak bir anda ‘patlayıp gitmesi’dir. Böylece henüz on yıllara varmadan mevcut kaynakların ‘dibini bulma’ endişesidir.

Bu girişe neden ihtiyaç duyduk?

İlk bölümü birkaç gün önce yayınlanan ve devamına şimdi yer verdiğimiz söyleşinin bu bölümünde adı geçen yönetmelik üzerine konuştuk. Dr. Turgay Sehil, birkaç yıl önce başlayan yönetmelik oluşturma çalışmaları konusunda sorularımızı yanıtlarken, onaylanıp uygulamaya sokulması halinde yönetmeliğin termal sektörü ve sağlık ünitelerini nasıl biçimlendireceğini anlattı. İyimser ve heyecanlı bir yaklaşım sergiledi. Onun heyecan ve dileklerine katılmamak mümkün değil. Ancak, olası gelişmelerin yabana atılmayacak bir potansiyel içerdiğini görmemek de mümkün değil. Bu nedenle önceden şerh koymanın, olumsuz gelişmelere dikkat çekip kontrol mekanizmalarını canlı tutacağı kanaatindeyim.

denizli-yasar-tok-pamukkale-termal-sorunları-denizli-de-turizm-3

TERMAL İÇİN BİR GÜN

Turgay Bey ile odasında yaptığımız görüşmenin sonunda, benim için hazırlanan günlük termal programı geldi. Galiba biraz torpil geçilmişti. Toplam 6 ayrı bölümden oluşan, yaklaşık yarımşar saatlik etkinliklere ayrılmıştı. Saat 11.00’de başlayıp, 15.00’e doğru bitirecektim. Bu etkinliklerin önemli bir kısmı gruplarla birlikte uygulanıyordu.

Ön bilgi alıp sahaya salındım. Rehberlik eden resepsiyon görevlisi soyunma ve duş kabinleri, eşya dolapları, tuvaletler ve programıma ait uygulama mekanlarını gezdirip kısaca bilgilendiriyor. Sağlık merkezinin bodrum katı havuzlara, kırmızı çamur tedavisine (pelioidoterapi) ve soyunma kabinlerine ayrılmış. Hazırlığımızı burada yapıyoruz. Fotoğraf makinamı alıp kabinden çıkıyorum.

İlk program su egzersizi. Havuza girmeden önce kısa bir duş alıp kabaca temizleniyor ve suya öyle giriyoruz. Grup halinde kapalı termal havuzdayız. Sonradan spor bölümü mezunu olduğunu öğrendiğim genç bir kız, program için açıklama yapıyor. Bizim egzersiz hareketlerimizi o yönetecek. 5-6 kişiyiz. Havuzun başka bir köşesinde birkaç kişi, yakınları olduğunu düşündüğüm fiziksel engelli gence su egzersizi için yardım ediyorlar. Suyun sıcaklığı 35 derece civarında. (Sonradan merak edip Turgay Bey’e sorduğumda, ‘beyaz’ suyun 36, ‘kırmızı’ suyun 58°C olduğunu söyledi.) Kısa sürede vücut alışıyor. Hareketler yumuşak ve rahatlatıcı. Başka türlüsü mümkün değil, suyun içinde hızlı hareket etme şansınız yok. Havuz suyunun sıcaklık derecesi, vücudunuzun hareketleriyle birlikte çabucak ısınmasını sağlıyor ve hareketleriniz giderek daha rahatlatıcı ve keyifli hale geliyor. Yaklaşık yarım saat süren kültür-fizik hareketleri yapıyoruz termal havuzda.

Havuzdan çıktığımda hafiflediğimi hissediyorum. Havuz çalışmasına rehberlik eden görevliden rica ediyorum, birkaç poz fotoğrafımı çekiyor. (Burada kısa bir açıklama: Termal programdan sadece kendi fotoğraflarımı kullandım. Zaten başka fotoğraf çekmedim. İzinsiz biçimde başkasına ait fotoğraflar çekmek ve kullanmak içine sinmedi.)

Programımda yer alan ikinci etkinlik, kaplıca. ‘Kırmızı su’ havuzunda yarım saatlik bir kür. Havuz bu kez asıl merkez dışında başka bir ünite içinde yer alıyor. Otel, sağlık merkezi ve restaurant bölümlerinin çevrelediği avludaki açık yüzme havuzunu geçip, kapalı kırmızı su havuzuna ulaşıyorum. Bende başka kimse yok. bir görevli ilgisizce oturuyor. “ Ne kadar kalmalıyım havuzda” diyorum, “20 dakika kadar kalmalısınız en az” diyor. Bulanık suya yavaşça giriyorum. Suyun sıcaklığı önceki havuzdan çok daha fazla. 55-60°C arası! Kükürt kokusunu birkaç dakikada sindirip alışıyorum. Yaklaşık 25 dakika kadar bazen yüzerek, bazen vücudu suyun altında tutarak küçük oyunlar uyduruyor ve zaman dolduruyorum.

Havuzdan çıkıp duş alıyor, yeniden ana binaya geçiyorum. Sonraki programa henüz 15-20 dakika var. Tedavi ünitelerinden fotoğraf çekmek için üst katlara çıkıyorum. Telefon çalıyor. Uzunca bir görüşmeoluyor. Yaklaşık 20-25 dakika kadar. Bu arada yer egzersiz hareketleri başlamış, bana işaret ediyorlar katıl diye. Kibarca hayır diyorum, telefondaki mevzu çok daha önemli. Birkaç görüşmeden sonra salona iniyorum.

Bekleme salonunda sıkılmaya başlamıştım ki, Dr. Tuırgay Bey çıkıyor odasından, ‘nasıl gidiyor’ diyor. Yanıt beklemeden yemek yiyelim teklifinde bulunuyor. Peki deyip restaurant bölümüne yürüyoruz. Bu yemek arası iyi oldu. Öyle ya, rahat görüşme fırsatını sonraki saatlerde bulamayabiliriz. Ben hemen yemeği değerlendirip ‘termal yönetmeliği konuşalım’ mı diyorum. Tamam diyor Turgay Bey. Öğle yemeği için menüden sebze ağırlıklı hafif şeyler seçiyoruz. Çorba, taze fasulye, salata ve tatlıdan oluşan yemek bir saate yakın sürüyor.

Ben kayıt cihazını açıp ilk soruyu sorduğumda yemek servisi henüz başlamamış, sularımızı yudumlamaktaydık. Turizm ve sağlık kavramları üzerine aklıma takılanları sorarak başlıyorum. Ne de olsa bu ikisini termal özel kavramına bağlamayı pek seviyoruz şimdilerde. Sanki sihirli bir değnek! Dokunduğu her kapıyı bir maymuncuk gibi açıvereceğini sandığımız bileşik bir kavram!

denizli-yasar-tok-pamukkale-termal-sorunları-denizli-de-turizm-2

İşte o görüşme kayıtlarından notlarımıza eklediklerimiz:

TERMAL İÇİN TIP DİSİPLİNİ ŞART!

Sağlık mı, Turizm mi yoksa her ikisi birden mi? Biri oldukça esnek, hizmet sektörünün neredeyse en uç noktası, diğer ise tam anlamıyla disiplin isteyen, herhangi biçimde uygulamada taviz vermeye imkan bırakmayan bir alan. Bu iki alanı nasıl birleştiriyorsunuz?

Bizim sağlık organizasyonumuz turizme benzemiyor.  Sağlık çok daha disipliner bir şey. Mevzuatı, yasaları, hareket biçimleri... Neden turizmden farklı? Sağlık turizmi denince termalde olsa, sağlık yapıyorsanız neden farklı bir açıdan bakmak gerektiği, şu anda Pamukkale’de başlayan bu değişimin ne olduğu buradan daha iyi anlaşılır. Biz sağlıkçılar yetiştirilirken belli bir disiplinde yetişiriz. Yani eğitimimizin askeriyeden farkımız yok açıkçası. İtaat, hata yapmama ya da hata olursa meydana gelebilecek felaketlerin aynısının ortaya çıkma olasılığı sağlıkta da var. Hata yaptığınız zaman insanlar ölür. Bu bakış açısıyla muhakkak belli bir disiplinde gitmeniz gerekir. Birbirinize çok güvenmek zorundasınız. Örneğin hemşireye ya da sağlık memuruna ya da herhangi bir çalışanına… Bir şey kararlaştırıp, karar verip bu yapılacak dediğiniz zaman o gerçekleşmek zorunda. Gerçekleşmezse tehlikeleri var. Ya da gerçekleştirmemek zorunda yine tehlikesi var. Biz bu hiyerarşiyle eğitim alıyoruz. Tıp sistemi böyle bir eğitim sistemine sahip ve aynı yansımayı bizim mevzuatta görürsünüz. Turizmde otelin bir mevzuatı vardır ama o mevzuat çok daha esnektir. Tıpta ise bir acil ünitesi, ya da tedavi ünitesi mevzuatına aykırı bir şey yapmanız mümkün değil. O standarttır onu yapmak zorundasınız, ya da kullanacağınız ekipman veya kullandığınız cihaz o mevzuatta ne ise onu yerine getirmek zorundansınız. Mesela restoranda çalıştıracağınız personel turizm otelcilik mezunu olmayabilir ama sizin çalıştıracağınız personelin muhakkak eğitimi olması gerekiyor. Dolayısıyla bunların hepsiyle birlikte kullanacağınız alanlardan, çalıştıracağınız personele ve işlemi yapış biçimine kadar mevzuatla sınırlandırılmış standartlar var.

TERMALDE TURİZME SAĞLIĞI GİYDİRİYORUZ

Sözün ettiğiniz, tıp alanı dahilindeki kurumlarda eğitilmiş nitelikli personel tarifi. Genellikle de sağlık kurumlarında, hastanelerde görev yapmak üzere eğitim alırlar. Turizm alanı ile uyum sağlamaları zor olmalı.

Şimdi kaplıca bölgelerinde, kaplıca ile ilgili, termal ile ilgili olan unsurlarda böyle bir yönetmelik yok. Elimizde sadece kaplıca yönetmeliği var. Nedir bu? Otelin Turizm Bakanlığından aldığı işletme belgesi ve bu işletme belgesi ile Sağlık Bakanlığından, halk sağlığından aldığı kaplıca ruhsatı. Ama o kaplıca ruhsatı sadece kaplıca havuzunu ilgilendiriyor, kaplıca havuzu ve etrafını. Diğer alanları Sağlık Bakanlığı kontrol etmiyor, Turizm Bakanlığına bağlı. Yeni yönetmelikle öngörülen konu şu, her yer Sağlık Bakanlığının kontrolünde olacak. Yani termal bölgede bir sağlık merkezinde sizin sağlık turizmi olarak sunacağınız bütün etkinlikler Sağlık Bakanlığının denetiminde olacak. Hastaneyi nasıl ruhsatlandırıyorsa, tıp merkezini nasıl ruhsatlandırıyorsa bir termal otelin içinde yaptığı bütün etkinlikler aynı şekilde ruhsatlandırılıyor. Yani bir bakıma Turizm Bakanlığından Sağlık Bakanlığına bir inisiyatif bırakılıyor. Bu farklı bir durum. Sağlık Bakanlığı ilk defa turizm alanlarında sağlık unsurlarını devreye sokuyor. Bir bölge sağlık unsurlarıyla nasıl olabilmeli? Örneğin bir bölgede kömür yakılmamalı, hava temiz olmalı, mesela yürüyüş alanları olmalı, bisiklet alanları olmalı, yeşil alanları olmalı değil mi? Sağlık merkezleri, kür ve rehabilitasyon oteli veya kür ve rehabilitasyon merkezi niteliğinde sağlık unsurlarını ön plana çıkaran ve hizmet eden kurumlar yine Sağlık Bakanlığı tarafından denetlenmeli. O zaman turizme sağlığı giydirmiş oluyoruz. Aksi takdirde başarılı olma şansı yok.

TERMAL YÖNETMELİĞİ GÜVEN DEMEKTİR

Termal yönetmeliği bu konuda size ya da bakanlığa ne gibi kolaylıklar sağlayacak?

Yönetmelik Sağlık Bakanlığına yurt dışında, ‘ruhsatlandırmış olduğum kurumlar denetimim altındadır, siz bana yaşlılarınızı engellilerinizi, hastalarınızı akredite ettiğim kurumlara gönderin’ deme fırsatı veriyor. Aksi takdirde ne bakanlık ne her hangi birinin yurt dışına çıkıp ‘şu otel çok iyiymiş, şu otele git hastanı gönder’ deme şansı yok. Kimse de buna ön ayak olmaz. Aynı şekilde yurt dışındaki sigortalar, yurt dışındaki acenteler, yurt dışındaki sağlık turizmi ile ilişkili olan bütün unsurlarda bunu dikkate alarak hareket eder. Bu olmadan birçok bölge dikkate alınmıyor.

denizli-yasar-tok-pamukkale-termal-sorunları-denizli-de-turizm-7

YÖNETMELİĞİN ÖNCÜSÜ DENİZLİ İL SAĞLIK!

Yönetmelik çalışmaları ne zaman kim tarafından başlatıldı?

Yönetmelik çalışmaları 2012 yılında Türkiye’de ilk kez Denizli İl Sağlık Müdürlüğü tarafından başlatıldı. Gerek bu bölgenin gerekse de sağlık kurumlarının yönetmelik taslakları ilk kez Denizli İl Sağlık Müdürlüğünde oluşturuldu. Müdürlük bunları hazırlayıp bakanlığına gerek bölge olarak, gerek sağlık kurumunun niteliği olarak iletti. Bu arada bakan değişti, genel müdürler değişti, daire başkanları değişti, bir sürü değişiklik oldu. Ama yine bu işi takip eden, arkasının gelmesini sağlayanlar devlette süreklilik esastır diyerek bir yere getirdiler. Üzerinde konuşuldu tartışıldı, bakanlık bunu birçok unsurlarla paylaştı, sonuçta bir yere geldi bu taslak.

Pamukkale’ye etkisi nasıl olacak bu taslak yönetmeliğin?

Türkiye’de termal turizm adı altında bizi de çok etkiliyor Pamukkale bölgesi olarak. Bütün Türkiye’yi etkiliyor ama burada model olarak Pamukkale seçildi.

Termal sağlık dışında bir de medikal sağlıktan söz ediyoruz. Yönetmelik bunu da içeriyor mu?

Tabi, medikal turizmde zaten Sağlık Bakanlığı doğrudan etkin bir kurum. Medikal Turizm nerede gerçekleşiyor? Bakanlığın ruhsatlandırmış olduğu hastanelerde, tıp merkezlerinde, estetik merkezlerinde, oralarda gerçekleşiyor zaten. Sadece Türkiye’de termal turizm sağlık bakanlığı bünyesinde gerçekleşmiyordu, şimdi bu yönetmelikle beraber o da olacak.

TERMAL RUHSATLANDIRMA HASTANE GİBİ OLACAK

Türkiye’de rehabilitasyon ve fizik tedavi üniteleri genellikle kent merkezlerindeki medikal kurumlarda bulunuyor. Termalde kabuk değişiminin bu duruma etkisi ne olacak?

Türkiye kabuk değiştiriyor demiştim. Bu tanımdan şunu da anlayabiliriz, Bizim bahsettiğimiz termal bölgelerin dışında yüksek oranda gerçekleşen fizik tedavi rehabilitasyon merkezleri var. Nerede? Sağlık Bakanlığının ruhsatlandırdığı şehir içindeki hastanelerde! Şimdiki yönetmelik şehirlerdeki tedavi merkezlerinin termal bölgelere kaydırılmasının teşvik edilmesini, termal bölgelerde ruhsatlandırıp faaliyet göstermesini, halkın daha nitelikli rehabilitasyon ve tedavilerini bu bölgelerde almasını öngörüyor. Böylece yurt dışındaki insanların daha sonra talep göstermesini sağlamayı amaçlayan bir çalışma aynı zamanda. Kabuk değiştirmesi bunu da içeriyor.

Yönetmelik şu anda Bakanın önünde diyorsunuz. Ne zaman uygulamaya çıkacağını varsayıyor veya bekliyorsunuz?

2016 yılında tamamlanmasını açıkçası bekliyoruz.

Sizin gözleminize göre Bakanın yönetmeliğe yaklaşımı ne?

Sağlık Bakanlığı bu konuyla çok yakından ilgileniyor. Türkiye Cumhuriyeti olarak ekonomik kalkınma planı var ya. Bu planda sağlık turizmi gelirleri içerisinde termal turizmi çok büyük orana sahip, hatta medikal turizmden daha büyük gelir elde etmesi bekleniyor.

2023’TE 40 MİLYAR DOLAR!

Öngörülen total rakam ne?

2023’de 20 milyar dolar öngörülüyor. Şu anda normal turizm zaten 30 milyar dolar kazanıyor. Türkiye’deki bütün turizm gelirleri 30 milyar dolar. 20 milyar dolar çok büyük bir rakam. Sadece termal için. 1995’lerde sağlık turizminden elde edilen dünyadaki pay yaklaşık 80 milyar dolar iken 2005’lerde 150-160’lara çıkmış. 2015’lerde de 400’e çıkmış. 400 milyar dolardan bahsediyoruz. Türkiye’nin bu kaynaklarıyla 20 milyar doları elde etmesi çok zor değil. Ama bu 20 milyar doları elde edebilmeniz için yönetmeliklere ihtiyacınız var. Çok ciddi alt yapıya ihtiyacınız var. Alt yapı derken insanlar bina anlıyor oysa en hızlı yapılan şey binadır, oteldir, odadır. Pamukkale’ye 2 yılda 20 bin yatak dikersiniz. Alt yapı derken kastettiğim asıl demin konuştuğumuz şeyler.

Termal sağlık kurumu altyapısının unsurları nelerdir?

Birincisi yasal alt yapı, yani mevzuatlar ve sağlık organizasyonu. İkincisi demin konuştuğumuz yürüyüş yolları, bisiklet yolları yeşil alanlar çevre düzenlemeleri, çarşısı, alışveriş mekanları, bizim el işi uğraşı dediğimiz rehabilitif yönden insanları rahatlatan şeyler, tiyatrosu, konser salonu gibi. İnsanlar buraya geldiği zaman gerçekten kendilerini iyi hissedebilecek, gerçekten de tedaviyi destekleyebilecek unsurları beraber inşa etmek zorundasınız. Bu alt yapıyı bu şekilde oluşturduğunuz zaman çok rahatlıkla her yere otel kurarsınız. Bunu da özel sektör yapamaz, ancak devlet yapar. Siz buraya şu haliyle, mesela Pamukkale’ye yeni yatırım gelmesini bekler misiniz? İnsanlar satsam da gitsem diyor. Dolayısıyla siz buraya yeni yatırım bekliyorsanız, gelişmesini istiyorsanız ilkin burada sağlıkla ilgili organizasyonu oturtacaksınız. Burayı ruhsatlandıracak, insanların sağlık alanında yatırım yapması için mesela şehirdeki merkezlerin ya da yeni merkezlerin buraya taşınmasını kolaylaştıracak, önünü açacaksınız.

denizli-yasar-tok-pamukkale-termal-sorunları-denizli-de-turizm-1

SAĞLIK TURİSTİ UZUN KONAKLAMA DEMEKTİR

Teşvik edici imkanlar yaratılmalı diyorsunuz ve bunu devletten bekliyorsunuz?

Alanlar yaratacaksınız onun üzerine burada yatak kapasitesi artacak, yeni oteller olacak yatırım yapılacak. Başka yolu yok. Bütün Türkiye’de bunu yaptığınız zaman 20 milyar dolara ulaşırsınız.

Böyle bir organizasyonla Türkiye genelinde öngörülen 20 milyar dolarlık payın 20’de birini, yani 2 milyar dolarını Pamukkale karşılar mı? Bu potansiyel var mı sizce?

Karşılar gibi duruyor. Pamukkale 10 yıl sonra burada yaklaşık olarak 200-300-400 bin sağlık turistini ağırlar duruma gelir. Sağlık turisti demek, ortalama 5 gün konaklama demek. Kilit nokta budur. En az 2-3 günlüğüne gelir, dinlenmek için hafta sonu da olsa ‘sağlığımla ilgili bir şeyler yapayım, vücuduma masaj yaptırayım, cilt sorunlarım var onları gidereyim, termal suda dinleyeyim’ der. Ya da bir aylığına, 2 aylığına gelir rehabilitasyona katılır. Bunların ortalaması da 5 gündür. Biz dünyanın dört tarafından her gün burada, Pamukkale’de yaklaşık 500-600 insan konaklatıyoruz.  Demek ki insanlar gelebiliyormuş. Biz burada yılda 200 bin insanı ortalama 5 günden neden konaklatmayalım.

Sağlık turizmi demek aynı zamanda turizm gelirleri içinde, sadece turizm gelirlerine bağlı kalmamak demektir. Çünkü sağlık uygulamalarımız da var. Sağlık uygulamamız yeri geliyor konaklamadan daha pahalı oluyor. Burada ortalama 12-14 Avro konuklama ücretini 60-70 liraya çıkarma şansımız var. Bu da olağan üstü bir gelir kaynağı. Birincisi, bu yeni bir pazar, yeni insanlar, yeni nicelik, daha uzun süreli konaklamalı bir pazar. İkincisi, günlük getirisi çok yüksek bir pazar. Buna karşı durmak, engellemek ya da böyle bir oluşumu katkı vermemek bana göre suçtur.

2 YILLIK HAZIRLIK SÜRECİ

Pamukkale’de termalin şimdiki durumunu nasıl tarif edersiniz?

Pamukkale Türkiye’nin atıl durumda olan önemli bir gelir kaynağı. Hiç desteklenmemiş, Şimdi bir potansiyelini açığa çıkarıyor kendisiyle beraber. Bunun kilit noktaları vardır. Koca bir bulmaca. Bunu çözmek gerekiyordu, bu kilit noktaları çok iyi tespit etmek gerekiyordu.

Bu kabuk değişimini sağlayabilecek unsurları tespit ederken çok titiz çalışılıyor. Bunun iki yıllık bir hazırlık süreci var. Konuşuldu, tartışıldı toplantılar yapıldı. O toplantılar şöyle toplantılar değildi; ‘buraya şu kadar kişi gelecek, şu olacak, şöyle olacak, Fransızlar gelecek şunu yapacağız, böyle olacak’ filan değildi. Bu toplantılar sorunların tespiti ve ondan sonraki aşamada da gerçekleşmesi için atılabilecek ilk adımları gösteriyordu. Alt yapı olarak ise ilk başta planlanan sağlık mevzuatıydı.

Bakanlık mı düzenledi bu toplantıları?

Hayır, Denizi düzenledi. Denizli bunla ilgili sağlık bakanlığından yetkilileri de davet ederek burada sıra toplantılar düzenledi. Bakanlık daha sonra devraldı. Bizim burada yaptığımız iş, bunun gerçekliğini kanıtlamak. Tamam, sözde proje ile bunlar yapılabilir yapılacak diye yola çıktık ama asıl unsur pratik uygulama. Burada bu kliniğin olması, bu kliniğin uluslararası anlaşmalar yapması. Biz ilk yılında 2015’te yılda 800 kişiyi sağlık amacıyla Denizli’ye uçurmuşuz.

Yabancı mı bunlar?

Bunların 600 küsuru yabancı ülkeden.

Yatak kapasiteniz kaç?

Buranın yatak kapasitesi 460. Hastane 4 otel ile beraber çalışıyor. Ve pansiyonlarla. Şu anda hastalarımızın yüzde 60-70’i çevrede konaklayan hastalar.

Yani öngörülen termal tedavi merkezini şimdilik siz kendi imkanlarınızla pilot olarak uyguluyorsunuz.

Aynen öyle.

Yerleşik bir kültür var buradaki otelcilerde, yatırımcılarda da öyle. Zamanında çok sık krize girmişler ve çok sık el değiştirmişler.

El değiştirmeyen tek işletme bizim Pam Otel’dir.

denizli-yasar-tok-pamukkale-termal-sorunları-denizli-de-turizm-4

OTELCİLER YEREL YÖNETİMLERE İNANAMIYOR

Otelci için yatırımın el değiştirmesi doğal tabi ama bu aynı zamanda yerleşik bir turizm kültürünün oluşmasını engellemiş.  Adam ‘bugün kurtarırsa kurtarır kurtarmazsa satarım’ diye düşünmüş. Bunu nasıl değiştireceksiniz ki?

Yapılan çalışmalarda, görüşmelerde insanlar çok uzak kaldılar. Ama söylediğim bu alt yapı koşulları, bir kentin sağlık koşullarıyla ön plana çıkması çok karmaşık bir olay. Yani, belediye işin içinde olacak, valilik işin içinde olacak, bakanlıklar işin içinde olacak, otelciler işin içinde olacak. Sağlık kurumu işin içinde olacak gibi bir sürü parametre var bir araya gelmesi gereken. İnsanlar bu parametrelerin kim tarafından nasıl bir araya geleceğini çok kavrayamadılar. Dolayısıyla buradaki otelciler de bu parametrelerin bir araya gelebileceğine, gelişebileceğine, oturabileceğine, sistematik hale gelebileceğine inanamadılar.

Geçmişe baktığınız zaman böyle olmuş, siz basın mensupları için de böyle mesela. O kadar çok şey duyuyor ki basın mensubu, işte şu yapılacak arkası gelmiyor, işte bu olacak ama arkası gelmiyor. İnsanlar artık inancı kalmayan bir şey üzerine çok konuşmak istemiyor.

Burasının inandırıcılığı kalmamış, basın da devamını sormamış.

Size bir örnek vereyim. Bizim kliniğin açılışında Sağlığı Geliştirme Genel Müdürü Ömer Tonkuş geldi. Yaptığı konuşmada  “Biz Bakanlık olarak Pamukkale’yi Türkiye’nin ilk sağlık kenti, ilk sağlık destinasyon bölgesi olarak adlandırıyoruz. Hazırlıklarımız devam ediyor ve bunu bütün dünyada tanıtacağız, Bakanlığın buna ait bütçeleri var. Biz sağlık turizminin, termal turizmin gelişmesi için Pamukkale’yi pilot bölge seçtik. Bundan sonraki çalışmalar bunun üzerine gidiyor” diye bir şeyler söyledi.  Dünyaca ünlü bir destinasyon merkezi bakanlık bunu planlıyor ve bunun için olağan üstü bütçe hazırlıyor. Hem alt yapı olarak bütün çalışmalar bunun üzerine şu anda. Bu haber olmadı. Denizli’de. Ancak Ekonomi Bakanının bölgeye teşvik verilecek açıklaması basında ilk haber olarak yer aldı.

denizli-yasar-tok-pamukkale-termal-sorunları-denizli-de-turizm-5

SAĞLIK YATIRIMI PAHALIDIR

Pamukkale’de turizm yatırımlarına kısa vadede yararı olacak mı sizce?

Şu anda otelciler bu tür oluşumlar gerçekleşmeden yatırım yapabileceklerini, hareket kabiliyetlerinin olabileceğini hiç zannetmiyorlardı. Somut nitelikte ne var burada? Klinik var, bir kaç tane daha klinik olacak. Onunla beraber oteller de şunu diyecek. “Gelin burada kalın.” Öteki bütün ülkelerde oteller o sayede doluyor çünkü. Müşterilerini yönlendirebiliyorlar hastanelere.

Önümüzdeki dönem bağlantıları var mı? Sağlık anlamında değil, turistik anlamda.

Var ama çok kötü. Uzun süre bu bölgede müdürlük yapmış bir insan var. Hep aynı şeyi söylüyor. Hiç böyle kötü olmamıştı diyor.

Sağlık turizmi için de aynı durum geçerli galiba. Yatırımcı kolayca bu alana sermaye ayırmayacaktır bu koşullarda. Gelişme nasıl sağlanacak?

Burada kilit nokta şu, otelciler hep kolaya kaçmış. “Sıcak suyum var her şeye iyi geliyor” diye düşünmüş. Bakanlık yazmış şu hastalıklara iyi gelir diye. “Ben burada doktor istihdam edeyim, hemşiresi olsun, fizyoterapisti şusu, busu olsun”, bu pahalı unsurlara ihtiyaç duymamışlar. İşi böyle yürütebileceklerini zannetmişler.  Kolay da gerçekten! ‘Girsin çıksın zaten su iyi geliyor doktora ne ihtiyaç var’ yanılgısı maalesef bizi bu küçük koşullara getirdi. Gerçekten çok pahalı ve maliyetli bir yatırım. Hastane yaparsınız, duvarlarını yaparsınız, hatta cihazlarını bile alırsınız, ama en pahalı yatırım personeldir. Çünkü bir tesisi kurduğunuz zaman en az iki yıl personeli cepten finanse etmeyi göze almanız lazım. Nereden bakarsanız bu finansman bina yatırımı kadardır. Gerçekten çok pahalı bir yatırım. İki yılda anca kafa kafaya gelebiliyorsunuz. Diğer işletmelerde böyle değil. Diğer işletmelerde yatırım amortisman süreci çok daha hızlı. Mesela en iyi bölgede personel maaşı ortalama 1500 liradır otelde. Sağlık merkezinde ortalama 2500 liradır. Çünkü doktorunuz maliyetli, fizyoterapistiniz maliyetli, hemşireniz sağlık memurunuz, röntgen teknisyeniniz ve özellikle bulamayacağınız insanlar! Elinizden kaçırdığınız zaman eğitimli personel yerine personel bulamayacağınız alanlar. Dolayısıyla iyi bir planlama gerekiyor. O nedenle hak veriyorum. Böyle bir planlama gerçekten zor.

Kaplıca ya da termal sağlık özel bir eğitim gerektirmiyor mu?

Türkiye’de bütün bu sistemi kurgulamak, eksikliklerini görmek, yapılacak değişiklikleri anlamak, insanları örgütlemek bununla ilgili bir dönüşüme aracılık etmek bir eğitim gerektiriyor. Benim en büyük kazancım da Avusturya’da kaplıca kürü ile ilgili eğitim almak.

***

O gün yemek seremonisini termal programı izledi. Ayrıntıları bir yana, geriye kalan 3 programa dahil oldum. Gecikmiş olarak katıldığım için tek başımaydım. Program sorunsuz bitti.

Sonuç ne derseniz, gidin ve termali deneyin. Sadece tedavi değil, sadece turizm değil ama gündelik yaşamın meşakkatince yüklenen psikolojik etkenlerden uzaklaşmak için: gerginlikten, stresten, yorgunluktan ve çevrenin olumsuz etkisinden sıyrılmak için de bunu yapın. Sonra doğaya çıkın ve yürüyün. Temiz havada kendinizi yeniden keşfedin. Ama mümkünse hepsini birlikte sık sık yapmaya çalışın. Göreceksiniz hem yaşama karşı, hem de kendi benliğimize karşı kapanmış tüm duyularımız yeniden açılmaya başlayacak.

***

Dr. Turgay Sehil’in konuya hakimiyetine kanaat getirdiğinizi sanıyorum. Gerek sağlık ünitesi olarak örgütlenme, gerek bu alanı turizm faktörü ile birleştirme ve gerekse tümünü birden disiplin altına alacak olan yönetmelik çalışmalarına verdiği katkı, bildiğimiz ama derli toplu tasavvur etmekten uzak olduğumuz şeylerdi.

Turizm yazılarımız için oldukça yararlı bir görüşme olduğunu düşünüyorum. Bundan sonra atılacak pek çok adımın planlanmasına ışık tutacak şeyler yayınladık. Türkiye ve özel olarak Pamukkale turizminin içinden geçmekte olduğu konjonktür sorunlarının aşılmasında, uzun vadeli planlama kabızlığının çözülmesinde, kamuoyunu oyalayan vaatlerin bertaraf edilmesinde yararlı olacağını umuyorum!

GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ…

$
0
0

denizli-gecmis-zaman-olur-ki30-03-2016-h

denizli-gecmis-zaman-olur-ki30-03-2016-h

Bu hafta “geçmiş zaman olur ki” derken, hem ebediyete göç eden hem emekliliğin keyfini çıkaran dostları anıyoruz. İşte o fotoğraf kareleri…

denizli-gecmis-zaman-olur-ki30-03-2016-43

SOHBET GÜZEL
Farklı meslek gruplarından dostlar bir araya gelmiş, deyim yerindeyse kaynatıyorlar. E böyle bir anı kaçırmak olmazdı. Biz de Dr. Selahattin Hersekli, işadamı Süleyman Çopur, Mali Müşavir Rıza Çelikkol, işadamı Musa Kazım Manasır ve Denizli Belediyesi eski Başkanı Ziya Tıkıroğlu’nu bir arada gösteren bu kare için deklanşöre dokunduk.

denizli-gecmis-zaman-olur-ki30-03-2016-77

RAŞİT BEY’İ ANARKEN
Hep dostları fotoğraladık ya, arada bir bizi de dostlarla aynı kadraja alanlar oldu. Denizli’nin unutulmazlarından merhum işadamı Raşit Özkardeş ile birlikte bu fotoğrafımızı yayınlarken, kendisini de rahmetle anıyoruz.

gecmis-zaman-olur-ki-yeni-haber-arasi

denizli-gecmis-zaman-olur-ki30-03-2016-106

DENİZLİSPOR EKİBİ
Bu karede yer alan İsmail Ergür, Cihat Kaşıkçı ve Ahmet Özgül yönetici, Hasan Akçaylı ise futbolcu olarak Denizlispor’a uzun yıllar hizmet verdiler.

denizli-gecmis-zaman-olur-ki30-03-2016-150

MESLEKLER KARMASI
Bu fotoğraf tam bir meslekler karması. Hukukçu Atilla Sezener, fotoğraf sanatçısı Coşkun Önen, spor adamı Fahri Ergür ve Denizlispor’un eski kalecilerinden Yalçın Göksel, bir Denizlispor akşamında aynı masada buluştu.

denizli-gecmis-zaman-olur-ki30-03-2016-216

SEVGİ DEDİĞİN BÖYLE OLUR
Necati Dalaman, hem işadamı hem yönetici ve kulüp başkanı olarak Denizlispor’a hizmet etti. Ne zaman çağrılsa koşarak geldi. Bu da camiada kendisine olan sevgi ve saygıyı hep artırdı. İşte bunu anlatan en güzel an. Kemal Bakır, Denizlispor’un çınarına önce ellerinden, sonra da yanaklarından öperek hizmetleri için teşekkür etti.

Viewing all 548 articles
Browse latest View live